Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi’nde belleği “geçmişi saklama, yeniden meydana getirme yetisi” olarak tanımlar. Bireysel belleğimiz bulunduğumuz çevre ile yaşam tarzımızla ve tüm biriktirdiklerimizle belirlenir ve hafızamız çocukluktan itibaren her şeyi biriktirir. Bu biriktirme hali hatırlatma ile gün yüzüne çıkar. Bazen albümler, bazen okuduğumuz kitaplar, gördüğümüz bir tablo, heykeller, binalar, dinlediğimiz bir müzik, biriktirdiklerimizi bilince çıkartır ve hatırlatır. İşte o hatırlatmaya olanak sağlayan şey çok kıymetlidir.
19.yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan toplumsal bellek kavramı yalnızca insanların zamana ve mekâna bağlı olarak aynı anda yaşadıkları geçmiş değil, aynı duyguların geçmişle birlikte şimdiye ve geleceğe taşınması olarak ifadelendirilir. İnsanı ayakta tutan, köksüz ve yapayalnız olmadığı duygusu veren bu hissiyat, insanın varlığını sürdürmesinin de can suyudur. Kolektif hafıza, kolektif bellek olarak pek çok isimle adlandırılır. Tüm yaşanmışlıkların geçmiş, şimdi ve gelecek üçgeninde şekillendiği, insanlığın iyileştirici gücü olan toplumsal bellek mekânla doğrudan ilişkilidir. Çünkü mekân toplum için en güçlü hatırlatma noktasıdır. Tıpkı kişisel belleğimizde önem verdiğimiz albümlerimiz gibi. Mekânlar ve o mekânlarla simgeselleşen anıtlar o kentin albümlerindeki resimler gibidir.
Mekân üretimi kültür üretimidir
Mekân üretimi aynı zamanda bir kültür üretimidir ve tek başına ele alınmaz. Henri Lefevbre “Mekânın Üretimi” adlı eserinde “Mekân kavramı tek başına bırakılamaz ve statik kalamaz; diyalektikleşir: ürün-üretici olan mekân, ekonomik ve toplumsal ilişkilerin dayanağıdır.”[1] derken mekânın çoklu ilişkilerin bir ürünü olduğunun altını çizer. Yapılan her yapının, tasarlanan her kentin dönemin ideolojisi ile kopmaz bağları vardır. Mekânın nasıl algılandığı, neyi temsil ettiği ve yaşam içerisindeki rolü bir bütünlük olarak ele alınır. Toplumsal bellek tezahüründe önemli bir yer tutan mekân, belleğin ve yaşanmışlığın aynası haline gelir.
Kentler, yapılar, anıtlar toplumsal belleğin oluşumunun yapı taşlarıdır, unutturmaz, hatırlatır.Çünkü mekân politiktir. İnşa edildiği dönemin sosyal, ekonomik, siyasal izlerini taşır.
Geçmişle geleceğin şimdi ile kurulan bu büyük köprüsü, kurgulanmış, tasarlanmış, estetize edilmiş oran ve ölçek dengeleri ile mekân üzerinden toplumsal belleğin sürekliliğinin sağlanmasına hizmet eder.Toplumsal belleği besleyen mekânlar her kentin belleğini oluşturmasına da katkı sağlar. Gelecek kuşaklara aktarılması gereken ve toplumsal belleğin olmazsa olmazı olan yapılar birçok değeri bir arada taşıdığı gibi sadece birini de taşıyabilir. Yapının tarihsel değeri, anı değeri, özgünlük değeri, enderlik değeri, belge değeri, ekonomik değeri, işlevsellik değeri, süreklilik değeri ve varlık değeri ile koruma altına alınır. Simge yapılar, tanık yapılar, anı yapıları, belge değeri taşıyan yapılar toplumsal belleğimizin önemli adım taşları olarak her kentte geleceğe taşınan bir köprünün toplumsal bellek taşları olarak gündelik hayatta yerini alır.
Bu yüzden değer atfedilen ve geçmişle bağ kuran mekânların yıkımı salt bir bina yıkımı değildir. Aynı zamanda toplumsal belleğin albümünden bir resmin çıkartılarak yırtılıp atılmasıdır. Toplumun hatırlama hakkına vurulmuş bir darbedir.
Zamanın boyutlar arası sanatı
Mekânın dönüştürücü ve hatırlatıcı rolü yaşam içerisinde canlı bir tarihsel sürecin bütünlüklü olarak bilince çıkmasını sağlayan muazzam bir sanat eserine tekabül eder. Toplumsal bellek, zaman ve mekan içerisinde farklı disiplinlerin üretimi ve ilişkisi ilezihinsel bir aydınlanmaya yol açan, hareketli, umutlandırıcı, gelecek perspektifli ve toplumsallığın vurgulandığı tasarlanmış bir yaşayan sanat gibidir; eşsizdir. Her toplumun, her kentin hikâyesinde yeniden cisimleşir ve o duygudaşlığı kuran toplum, o eserin bir parçası, bizatihi taşıyıcısı ve üreteni olur.Buradan hareketle toplumsal bellek, mekânla kurduğu ilişki ve aktörleri ile görülmemiş bir yaratıcılık içerisinde kamusal bir sanata tekabül etmektedir denilebilir.Bu kamusal sanatın ise gelecek inşa edecek kararlılığın gösterilmesi sonucu ete kemiğe bürünen bir tasarıma dönüştüğü, bir nevi boyutlar arası sanatın ortaya çıktığı örnekler üretilebilmektedir.
İktidarlar ideolojilerinin izlerini bu yüzden mekân üzerinden bırakmayı tercih ederler, mekân üzerinde bir hegemonya kurma arzuları yükselir. Otoriter rejimler ise toplumsal belleği yok etmek için mekâna, kente müdahale ederek yıkıcı bir süreç işletirler. Mekân üretimi yada mekâna müdahale aynı zamanda iktidarın neyi hedeflediğini ifade eden erken uyarı sistemi gibidir. Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Kaçak Saray böyle bir temsili ifade eder. Rejimle hesaplaşmanın zirve mekânı olarak toplumsal belleğin değiştirilmesi ve belleğin en üst noktadan yok edilmesi sonucu zorun gücüyle, hukuksuz bir şekilde inşa edilmiş olması ondandır. Mekân okuması, gelmekte olanı görmek ve hissetmek, topluma mesaj verecek bir mücadelenin toplumsal sorumluluğunuda okuyana yükler.Bu yüzden tarih boyunca mekân üretiminin baş aktörleri mimarlar olmuştur. Tüm toplumsal hareketlerde öne çıkarak mekân analizlerini siyasal, politik ve ekonomik analizlerle toplumla buluşturmaları, erken uyarı sistemi gibi çalışmaları tarihseldir.
Bellek onarımı
20.yüzyıl savaşlarla birlikte müthiş bir mekânsal yok oluşa tanıklık etti. Mekânların yıkımı, toplumsal belleğin yıkımına yol açtı ve ‘toplumsal mekân’,‘bellek mekân’, ‘kolektif hafıza’ tartışmaları ve araştırmaları çok sayıda disiplinin odağı haline geldi.
Yıkım yaşamış toplumların iyileşmesinin ilacı mekânsal olarak toplumsal belleğin yeniden inşasını zorunlu kılar. Unutmama, hatırlama ve toplumsal belleğin onarılması ve toplumun topyekûn iyileşmesi için savaş sonucu yerle yeksan olmuş Orta Avrupa bu yüzden yeniden inşa edilmiştir.
Benzer bir durum ülkemizde yaşanan 6 Şubat depremleri ile yıkılan kentlerin yeniden inşa süreci ile çok yakından ilişkilidir. Kadim kentlerin yıkılması, kentlerin ruhunu kaybetmesi toplumda can kaybı ile birlikte müthiş bir toplumsal bellek yıkımına neden olmuştur. O nedenle deprem bölgelerinde yeniden inşa sürecinin sadece bir barınma ve tek yapı ölçeğine indirgenmesi, katılımcı bir süreç inşa edilmeden ele alınması toplumsal iyileşmeyi geciktirecek, toplumsal hafızayı sakatlayarak bireyin yalnızlığınıtetikleyecektir. Arsa haline gelmiş alanlar, taş üstünde taş kalmamış kültür varlıkları, camiler, kiliseler, havralar, konaklar, çarşılar yani kenti kent yapan ve o kent içerisinde ortak yaşam kültürü ile insanları toplum yapan bellek en güçlü argümanını,mekânlarını ve ruhunu kaybetmiştir. Bireysel ve kamusal hafızanın kombine şekilde tahrip olması, hayatta kalanlar açısından büyük bir travmanın da tetikleyicisidir. Bu, tüm toplumu etkileyen mekânların yeniden inşası toplumsal belleğin yeniden inşasıdır aynı zamanda.
Toplumsal bellekte beş duyu
Toplumsal belleğin oluşumunda ve sürekliliğinde güçlü bir argüman oluşturan mimarlık ve kent beş duyu ile hissedilen yaşanmışlıkların izlerini, kokusunu taşıyan, yapım tekniği, kültürü ile dönemin ruhunu yansıtır. Bu açıdan mekânlar, toplumsal belleğin zaman yolculuğunun kapısı gibidir. O kapıdan girdiğinizde ya da o kapıyı gördüğünüzde sizi neyin beklediğini bilirsiniz. Mekân size hatırlatır. Sizden önce orada yaşanan olaylar, kimlerin nasıl yaşadığı, neler yaptığına dair bilginin bilince çıkması ile mekân üzerinden bir hatırlama ve duygudaşlık kurulur. Mekân sizi şimdiden geçmişe, geçmişten geleceğe yolculuğa çıkartır. Yalnızlık hissini ortadan kaldırır, umut depolar, iyileştirir. Örneğin Anıtkabir deyince insanların hatırladıklarını bir düşünelim. Anıtkabir sadece bir mekân değil. Bu ülkenin kurucusu, ülkenin ve hepimizin varlık sebebi olan Mustafa Kemal Atatürk’ü, onun verdiği savaşımları, mücadelesini, devrimlerini temsil eder.Yani Uluslaşma sürecinin bellek mekânıdır. Aynı ortak duyguların hissedildiği bir temsil mekânıdır.
Mekân hıncı
AKP iktidarının kentlerin taşıdığı anlamları ve yaratılan kültürü yok etmek, belleklerden silmek için toplumsal hafızanın hatırlatma mekânlarını hedef alması, Cumhuriyet dönemi eserlerine yönelik yıkıcı müdahalesi son 25 yıldır yerel yönetimlerle ve merkezi iktidarla birlikte yoğun şekilde yürütülmektedir. Otoriter rejimler, mekânların temsil ettiği kolektif hafızayı yok etmek için besledikleri hıncı görünürlüğü olan mekâna yöneltirler. Mekân hıncı olarak tanımlanan bu süreç ile amaçlanan kentlerin,mekânların hikâyesini yok ederek, toplumun belleğine format çekmek ve yeni bir mekân oluşumu ile kendi ideolojilerinin izlerini bırakmaktır.
Neoliberal politikalarla bir yandan sermaye birikimi sağlayan AKP iktidarı, diğer yandan siyasal İslam bakış açısı ile Cumhuriyet’in yarattığı toplumsal belleğimizin yapı taşları olan mekânları hedef alarak, toplumsal belleği neoliberal politikalarla siyasal İslam kıskacında pres haline getirmiştir. Kentlerde Atatürk adını taşıyan stadyumlar yıkılmış, Cumhuriyet’in bu en önemli kamusal alanları, iktidarın -kamusal alanın baskılanmasının yeni aracı haline gelen- millet bahçelerine dönüştürülmüş, Cumhuriyet’in temsil mekânı olan Başkent Ankara doğrudan hedef alınarak Başkent kimliğinin içi boşaltılmış, Ankara yoksullaştırılmış ve yoksunlaştırılmıştır.
Ulus belleğin temsil mekanı Başkent
Ulus bellek inşasında temsil mekânı olan Başkent,ülkenin toplumsal belleği konumundadır. Dünyada tasarlanmış başkentler arasında yer alan,Cumhuriyet ideolojisinin nakış nakış kentsel mekânına işlendiği Ankara, rejime karşı hıncın zirve mekânı olmuştur. Devrimin kurucu değerlerinin simgesi Atatürk Orman Çiftliği Kaçak Saray,Ankapark yapılaşmaları, kiralamalar ve tahsislerle tahrip edilmiştir. Cumhuriyet’in mekânsal izlerinin temsilini ifade eden binalar yıkılmıştır. Havagazı Fabrikası, İller Bankası, Etibank Binası, Su Süzgeci, Atatürk’ün Marmara Köşkü, Baraj Gazinosu 19 Mayıs Stadyumu, Cebeci Stadyumu yıkılmış, pek çok yapı ancak mücadele ile yıkılmaktan kurtarılabilmiştir.Cumhuriyet’in ilk toplu konut alanı Saraçoğlu Mahallesi’nin, Gençlik Parkı’nın özgünlüğü bozulmuş, Cumhuriyetin temsil aksı olan Ulus’tan Çankaya Köşkü’ne kadar uzanan, Cumhuriyetin protokol yolu işlevsizleştirilmiş, Cumhurbaşkanlığı Çankaya Köşkü’nü terkederek hukuken kaçaklığı tescillenen Kaçak Saray’a yerleşmiştir. Çiftlikteki Atatürk’ün Merkez Lokantası kebapçıya tahsis edilmiş, kentin eğlence, kültür ve sanat alanındaki bellek mekânları yaşam tarzına müdahalenin bir sonucu olarak kapatılmış, Başkent’in kültürü çoraklaştırılarak, itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Kent demokrasisinin temsil mekânlarıolan UlusMeydanı, Sıhhiye Meydanı, Zafer Meydanı, Lozan Meydanı, Kızılay Meydanı,Meclis Meydanı meydan özelliğini yitirmiş, transit geçiş mekânlarına dönüştürülmüştür. Tasarlanmış, yarışma ile elde edilmiş kentsel sanatın temsili, yerinidekorlara bırakmıştır. Kentsel kültür yozlaştırılmış, Başkent’in kültürel birikimi vasatlığa teslim edilerek mekâna karşı hıncın zirvesi yapılmıştır.Sokak isimleri, meydan isimleri değiştirilmiş,Cumhuriyet mahalleleri kentsel dönüşüm ve ticaret yolu uygulamaları ile tasfiye edilerek toplumun belleğinde onulmaz yaralar açılmıştır.Tüm bunlar toplumsal bellek alanı olan mekanların hayatımızdan çalınarak, toplumun belleklerine format atılarak unutturmak üzerine taammüden kurgulanmış bellek cinayetleridir.
Bu açıdan toplumsal belleğin sürekliliğini sağlayan Başkentin ve Cumhuriyetin mekânsal değerlerinin korunması ve savunulması mücadelesi aynı zamanda bir toplumsal belleğin korunması mücadelesidir.Mekâna ideolojik olarak müdahalenin ve toplumsal bellek mücadelesinin, dolayısıyla belleği yok etme çabasının ve bellek savunmasının zirve mekânıBaşkent’te Atatürk Orman Çiftliği ve Anıtkabir olmuştur. Kent hakkı kavramı, kentlilik mücadelesi,mekân, ideoloji ve toplumsal bellek arasındaki kesintisiz ilişki,İstanbul’da Taksim Gezi Parkı’nda, Ankara’da bu iki bellekmekânda toplumun bilincinde yer etmiştir. Atatürk Orman Çiftliği’nde Kaçak Saray mücadelesi toplumsal belleğe sahip çıkma mücadelesi olarak uluslararası ortamlarda yankı bulmuştur. Aynı şekilde Anıtkabir’in itibarsızlaştırılması için yapılan çocuk parkı,halı saha ve alışveriş kioskları toplumun da büyük destek verdiği mücadele sonucunda kaldırılmak zorunda kalınmıştır.
Kent bir üniversite gibidir
Cumhuriyet hikâyesi ile bezenmiş Başkent gibi her kentin de kendi hikâyesi ve yere ait hissettiren toplumsal bellek mekânları vardır. Meydanlar, parklar, sokaklar, anıtlar, binalar, o kentin demokrasisini geçmişini gelecek kuşaklara taşır. Bu mekanlar anımsattıkları ve taşıdıkları anlam değerleri ile mekan olmaktan ötedir. Tanık mekândır ve yaşanmışlıkların delilidir. İstanbul’un Taksim Meydanı, İzmir’in Gündoğdu’su gibi.Birikmiş bilgiyi bilince çıkartarak hatırlatır, yaşanmışlığı unutturmaz.Toplumsal belleğin hatırlatıcısı olan bu mekânlar bireysel bellek ile toplumsal belleğin kesişimine tanıklık eder ve duygudaşlık kurar, umutlandırır. Bu açıdan kentler kendi hikâyeleri ile bir üniversite işlevi görür. Yaşayanlarına öğretir. İçerisinde sanatın bütüncüllüğünün var edildiği ve kolektif bir sanat haline gelen bu mekânsallaşma şiirinden edebiyatına, müziğinden heykeline, yapıları ve meydanlarıyla kentin her yerinde kendisini hissettiren hatırlatma istasyonlarını, duraklarını oluşturarak müthiş bir kompozisyon, ritim ve süreklilik yaratır. Mekânlar yaşanmışlıkların büyük delili olarak belleğin diri tutulmasının tanıkları haline gelir.
“Unutma unutturma”
Toplumsal belleğe taammüden yapılan müdahale yıkım sürecini tetikler.Yıkılan mekânlarla birlikte mekânlarıanlamlandıran hikâyeleri de yıkılır, gelecek kuşaklara taşınmaz. Hikâyelerin izleri, sindiği duvarlarla birlikte kaybolur. Bu kayıp taşın, duvarın, çatının, yapının yıkımında daha derindir. Bu izsizleştirme sadece mekânın değil belleğinde yıkımıdır. İnsana ve toplumsal olana dair müdahaledir.Belleğin taciz edilmesidir. Bulunduğunuz anı geçmişle buluşturan ve geleceğe aktaran varlıkların yok olması ile ya da mekânsallaşmaması ile insanlığın belleği yok edilir. Bu yok etme hali ideolojiktir. Tıpkı mekânın kuruluşu ve içerisindeki hikâyelerin varlığının ideolojik bir bakış açısının temsiliyeti olduğu gibi. Bu iç içe geçen süreç politik bir mücadelenin tanıklıkları olarak “Unutma unutturma” söylemiyle vücut bulur. Onun içinde geleceğe taşınması gereken her olayda “unutma unutturma” söylemi toplumun belleğine sahip çıkma çığlığıdır aynı zamanda.
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında toplumsal belliğin onarımı ve yeniden inşası
Cumhuriyet’in yüzüncü yılını geride bırakırken toplumsal belleği örseleyen 25 yıllık tahribatla ikinci bir yüzyılı karşılıyoruz. Bir üst yapı kurumu olan mimarlık, sanat, kültür, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında belleğini gelecek kuşaklara taşıyacak politikaları yine kendi kaynağına dönerek bulacaktır. Hiçbirimiz köksüz ve bir başına değiliz. İnsanlığın yarattığı ortak değerlerin varlığı bize bu köklerin derinliğini ve bir başımıza olmadığımızı hatırlatır. Geleneklerimiz, türkülerimiz, görsel sanatlarımız, anıtlarımız vemekânlarımıztoplumsal belleğin şekillenmesinin en önemli adım taşları olarak sürekliliği sağlayacak şekilde güçlendirilmelidir.
Toplumsal belleğin ateşleyicileri olan bellek mekânların korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması sorumluluğu Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının kültür politikalarının en önemli görevlerinden birisidir. Maslowun ihtiyaçlar teorisinde piramidin en tepesinde olan kültür ve sanat politikalarının tüm topluma yayılması için bir kültür devrimini yeniden kurgulamak kaçınılmazdır. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki, kültür ve sanat alanında atılan adımlar, mekânın her noktasında fabrika yerleşkelerine yayılan kültür ve sanat yapıları, açılan tiyatrolar, kütüphaneler, Halkevlerinin üstlendiği görev, köy enstitülerinin ‘yaparak öğrenme’ deneyimleri, güncel ihtiyaçlar üzerinden gelişen teknoloji ile kurucu bir süreç tariflenmelidir.
Kent kültürü akademisi, kent enstitüsü
AKP İktidara geldiğinde kentleşme oranı %64’lerde idi.Bugün Türkiye’nin kentleşme oranı, sanalda olsa %93’lere ulaştı. Kır-kent ayrımının ortadan kalktığı bu yapısal durumda, yeni kentlilerin, kentlilik kültürü ve bilinci edinmesi ve kentsel bütünleşme çalışmaları bir kültür programı konusu edilmeli: Kent Kültürü Akademisi, Kent Enstitüsü vb. kurumlar toplumun en kılcal damarlarına kadar nüfuz edecek mekânsallıklarıile toplumsalkültürün geliştirilerek belleğin onarımı ve yeniden inşasına hizmet etmelidir.
Başkent Kanunu
Cumhuriyetin Ulus bellek alanı olan Başkent’in, Başkentlik özelliğinin güçlendirilmesi, Cumhuriyete ve tüm Türkiye’ye karşı toplumsal bellek borcumuzdur. Rejimi temsil eden bir kentin, salt bir yerel yönetim yaklaşımı ile yönetilmesi başkente yönelik planlama ve kentleşmenin, kültür ve sanat politikalarının değişen yerel yöneticilere göre şekillenmesini getirir. Oysa toplumsal bellek ve ulusal bellek alanı olan Başkent 85 milyonu temsil eder. Bu nedenle ağır bir tahribat yaşayan Başkent’e yerel yönetimleri de bağlayan Başkent Kanunu hazırlanmalıdır. Zira Anayasanın dört değişmez maddesi içerisinde ifade edilen Ankara’ya karşı bellek tahribatına neden olan suçlar Başkente karşı işlenen suçlar olarak tanımlanmalı ve Türk Ceza Kanunu’nda ‘kente ve başkente karşı işlenen suçlar’ kavramı ile yerini almalıdır.
Koruma mevzuatının geliştirilmesi
Toplumsal belleğin korunmasına dair, 2863 sayılı koruma yasasında yeni koruma statüleri getirilmelidir. Kentsel sit, arkeolojik sit, doğal sit, tarihi sit, kavramına mutlaka Cumhuriyet ideolojisini yansıtan mekânlara dair “Cumhuriyet Siti” statüsü/kavramı tanımlanmalıdır.
Eski eser kavramı yeniyi çağrıştırdığı, miras kavramı ise emek verilmeden elde edildiğine yönelik toplumsal bakışı içermesi nedeniyle, toplumsal belleğin yapı taşları olan mekânların korunmasını zorlaştırmaktadır. Oysa, mekânlar ya da anıtlar, bizi var eden bir toplumun biraradalığının yapı taşları ve toplumsal belleğin taşıyıcıları olarak birer varlıktır. Varlık değerinin ve ‘kültür varlığı’ ifadesinin tüm mevzuatlarda ve gündelik hayatta öne çıkartılması gerekliliktir.
20.yüzyıl modern mimarlığının eserlerinin korunmasına dair mevzuat genişletilmelidir. Cumhuriyet döneminin pek çok yapı örnekleri modern mimarlık eseri olduğu için henüz koruma kriterlerini karşılamadığı gerekçesiyle koruma altına alınamamaktadır. Bu nedenle 20. yüzyılın modern mimarlık eserlerine yönelik koruma kriterleri mevzuatta yerini bulmalıdır.
Kültür varlıkları içerisinde dönemi ifade eden koruma altına alınmış sivil mimarlık eserlerinin yaşayanları tarafından korunması için, yapım ve onarım desteği verilmeli, vergilendirme süreçlerinde kolaylık sağlanmalıdır. Sivil mimarlık eserleri, toplum adına muhafaza edilen bellek mekânlarıdır. Mülkiyet sahipleri bir nevi “kültür varlığı bekçisi” görevini üstlenir. Burada oturan ve mülkiyet sahibi olanlara değer katacak yöntemler ve destekler sağlanmalı, koruma kurullarında bu alanların korunması sürecinde tamiratlara yönelik hızlı teknik destek sağlanacak kurumsal yapılar oluşturulmalıdır. Aksi durumda yapıların tescilinin kaldırılmasına dair yaşayanlardan gelen baskının bertaraf edilmesi, hukuksal süreçlerin durdurulması mümkün olamayacaktır.
Yaşamsal katılımcı koruma programları
Cumhuriyet döneminin tüm mekansallıkları, anıtları, parkları ve düzenlemeleri koruma altına alınmalıdır.
Anadolu coğrafyası çok kültürlü bir mozaiktir. Bu çok kültürlülüğün mekânsallığının yaşatılarak korunması için oluşturulacak kültür politikası toplumsal eğitim modelleri, etkileşim kurma, anı biriktirme üzerine çalışmalar ile oluşturulmalı ve kapsamını geliştirecek uluslararası programlarla desteklenmelidir.
Toplumsal belleğin ve bellek mekânların korunarak gelecek kuşaklara aktarılmasında hepimize; topluma düşen sorumluluklar var. Toplumsal bellek içerisinde güçlü bir yer tutan mekânın değerlerinin gündelik yaşamda hissedilmesi, unutturmadan hatırlanması için beş duyuya hitap eden kültür paylaşım politikaları hayatın içerisinde ve günlük dilimizde kendisini ifade etmelidir. Toplumsal belleğin en güçlü sürdürücüsü olan toplumu oluşturan bireylerin bu hafızayı koruması ve kuşaktan kuşağa aktarması için toplumsal katılım modeli ile yaşamsal koruma programları geliştirilmelidir.
Koruma kurulları toplantılarına uzmanlarla birlikte kullanıcıların katılımının sağlanması, Koruma Kurullarının siyasal baskılardan uzak, şeffaf ve kamuya açık şekilde bir kültür eğitimi politikasına dönüşecek kurumsal yapılanması yeniden kurgulanmalıdır.
Son söz yerine;
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı, toplumsal belleğimizin yapı taşlarının yeniden kurgulanacağı toplumsal bir katılım sürecini programlayacak, “unutma unutturma” söylemi ile şekillenecek yeni bir kültür devriminin kaçınılmazlığıyla karşı karşıyadır. Bu zor dönem, adanmış, etik değer ilkelerine sahip Cumhuriyet kadroları ile kurucu bir sürecin hayat bulması şeklinde tariflenmelidir. Toplumsal bellek kendisini onaracak ve yeniden inşa edecek güce sahiptir. O güç içimizdedir.
Not: Yazı hazırlanırken Mimarlar Odası Ankara Şubesi Kent İzleme Merkezi tartışmalarından da yararlanılmıştır.
“Müdahale Alanı Olarak Toplumsal Bellek ve Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılında Belleğin Yeniden İnşası” olan yazı başlığı, aktarılırken Kültür Meclisi tarafından kısaltılmıştır.
[1]Lefebvre, H. (2015) Mekanın Üretimi, (Çev. Işık Ergüden), İstanbul: Sel Yayıncılık, 1974