Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasının 37. yıldönümünde yaptığı konuşmada, “Her ne kadar kadınlarımız seçme ve seçilme hakkını 1934 yılında elde etmişlerse de haklarını özgürce kullanmaya Ak Parti ile başlamışlardır” dedi. Oysa yaşananlar bu sözü doğrulamıyor. Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri yüzde binlere varan oranda arttı; kadınlar iş hayatından, kız çocukları 4+4+4 sistemiyle eğitim öğretimden uzaklaştı. Türkiye, ülkeleri toplumsal cinsiyet temelli şiddete karşı önlem almaya çağıran, Mayıs 2011’de imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nden 2021 yılında çekildi. Erdoğan iktidarı boyunca kadınlara karşı ayrımcı bir dil kullanmaktan da geri durmadı.
Başbakan Erdoğan, 2009 yılında, 18 yaşındaki Münevver Karabulut’un öldürülmesinin ardından “Kendi başına bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya. Davulcu, zurnacı kızmasın. Bununla ne demek istediğimi anlıyorsunuz” dedi.
Metin Lokumcu’nun öldürülmesi protesto edilirken polis müdahalesiyle yaralanan Halkevleri üyesi Dilşat Aktaş için “Kadın mıdır, kız mıdır bilemem” demişti.
Kadın cinayetlerinin abartıldığındı iddia eden Erdoğan’ın kadın ile erkeğin eşit olmadığı yönündeki söylemleriyse yalnız Türkiye’de değil, dünya basınında da yankı buldu. 2014’te, Kadın ve Demokrasi Derneği’nin toplantısında konuşan Erdoğan, kadın erkek eşitliğinin fıtrata ters olduğunu söyledi:
“İş hayatında hamile bir kadını erkekle aynı şartlara tabi tutamazsınız. Bir anneyi, örneğin çocuğu emzirmek zorunda olan bir anneyi bu tür yükümlülükleri olmayan bir erkek ile eşit konuma getiremezsiniz. Kadınları, erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız, komünist rejimlerde geçmişte olduğu gibi. Eline ver kazmayı küreği, çalışsın. Olmaz böyle bir şey. Onun narin yapısına ters düşer.”
Devamında, dinin kadınlara annelik makamını uygun bulduğunu belirtti, feministleri hedef aldı:
“Bizim dinimiz kadına bir makam vermiş, annelik makamı. Anneye bir makam daha vermiş. Cenneti ayakları altına sermiş. Babanın değil annenin ayakları altına koymuş… Ama bunu anlayanlar olur, anlamayanlar olur. Bunu feministlere anlatamazsın mesela, onlar anneliği kabul etmiyor. Ama anlayanlar yeter bize diyoruz, onlarla yola devam ederiz.”
Erdoğan, aynı konuşmada “kadınların siyasete girmesi, siyasi alanda varlık göstermesi için mücadele verdiğini” anlatmıştı. Buna karşın, Ak Parti’nin 14 Mayıs seçimleri için açıkladığı aday listesinde kadınların temsil oranı yalnızca yüzde 17. Parti, seçilebilir sıradan 243 erkeğe karşın, 51 kadını aday gösterdi. Aynı bağlamda, bir açılış töreninde sarf ettiği cümle hatırlanmalı. Erdoğan, İstanbul’da Kartal Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi’ni açılırken “Evet şöyle sembolik de olsa bayan milletvekillerimizden hiç olmazsa iki tanesini alalım” demişti.
Öte yandan, aileyi ve anneliği kutsal sayan Erdoğan’ın her fırsatta “en az üç çocuk” söyleminin yanına kürtaj karşıtlığını eklemeli: “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Buna kimsenin müsaade etme hakkı olmamalı.” Türkiye’de kürtaj 10 haftaya kadar yasal olmasına rağmen uygulaması kısıtlanmış durumda.
Kürt açılımından yasaklara
Erdoğan’ın İstanbul belediye başkanlığı hapis cezası ve siyaset yasağıyla noktalandığında, cezaevine girmeden önce katıldığı son etkinliklerden biri Cumhuriyet’in 75. yıl kutlamasıydı. Ali Sami Yen stadında yapılan kutlamaya birçok sanatçıyla birlikte Ahmet Kaya da katıldı ve buradaki konuşmasında, ‘şiir okuduğu için hapsedilen’ Erdoğan’a destek verdi:
“Cumhuriyetimizin 75. yıldönümünde daha güzel günleri yaşamak, cumhuriyeti daha özgürce yaşamak, inanca saygının, düşünceye özgürlüğünün olduğu bir cumhuriyette yaşamak dileğiyle… Artık şarkı söyleyenlerin ve şiir okuyan insanların tutuklanmadığı, tutuklanmayacağı cumhuriyetlerde bir daha görüşmek üzere.”
1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödül töreninde saldırıya uğrayan Ahmet Kaya, ardı ardına yargılamalara maruz kalınca ülkeyi terk etti ve 16 Kasım 2000’de Paris’te öldü. Erdoğan sonrasında katıldığı birçok buluşmada Ahmet Kaya’yı ve desteğini hatırlattı, mezarının Türkiye’ye getirilmesini önerdi. Çözüm Süreci ya da diğer adıyla Kürt Açılımı Türkiye’nin gündemine oturduğunda da andığı isimlerden biri Kaya’ydı. Erdoğan 2010 referandumunda da Kaya’nın ‘Şafak Türküsü’ şarkısıyla ‘evet’ oyu istemişti.
Başbakan Erdoğan Çözüm Süreci’nde başroldeydi. Şubat 2010’da sanatçılarla buluşup onlardan destek istedi, ‘sürece omuz verin’ dedi:
“Bir kısım siyasetçiler, ikbal kaygısı içinde duyarlılıklarını yitirmiş olabilir ama ben inanıyorum ki ne kurşun sesleri ne de politik nutuklar, sizin ezgilerinizi bastırmaya ve onlara sınır çizmeye yetecektir. Tarih boyunca da yetmemiştir. Ben birbirlerini tanımasalar, belki hiç karşılaşmamış olsalar da Neşat Ertaş’ın Şivan Perver’i, Şivan Perver’in de Neşat Ertaş’ı çok iyi anladığına inanıyorum. Çünkü her ikisi de yürekleriyle, gönülleriyle konuşuyorlar. Bir annenin acısını en iyi anlayacak olan sizlersiniz. Her nerede olursa olsun vurulup yere düşen bir gencin sızısını annesiyle aynı anda yüreğinde duyacak olan sizlersiniz. Bugüne kadar ezgilerinizle kardeşliğimizi pekiştirdiniz, şimdi de yüreğinizi ortaya koyarak bu ülkenin daha aydınlık yarınlara kavuşmasını sağlayacak olan yine sizlersiniz.”
Aydınların görev aldığı Akil İnsanlar heyeti oluşturuldu; Demokratikleşme Paketi’yle farklı dillerde eğitim verilmesine, propaganda yapılmasına olanak sağlandı, ‘x, w, q’ harflerinin kullanımına onay verildi, değiştirilen yer adlarının iade edileceği duyuruldu. Aynı pakette toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde demokratik standartların uygulanması, ‘azınlık vakıfları’yla ilgili düzenleme ve kamuda başörtüsü serbestisi de vardı.
Erdoğan, Demokrasi Paketi’ni başka kültürlere, yaşam tarzlarına saygı duyduklarını vurgulayarak, nefret suçlarına değinerek açıklamıştı:
“Artık Türkiye’de, kimlik dayatan, makbul vatandaşı tanımlayan, vatandaşlarının kökeniyle, inancıyla, dünya görüşüyle uğraşan bir devlet yoktur. Artık Türkiye’de, vatandaşının ihtiyaçlarına, taleplerine, çığlığına, feryadına kulak tıkayan, vatandaşını asimile eden, taleplerini reddeden, ihtiyaçlarını inkar eden bir devlet anlayışı yoktur. Bu ülkede artık, kamu alanını otoriter kılan, bu alanı kendi tanımladığı makbul vatandaşa benzemeyenlere cehennem haline getiren bir devlet anlayışı yoktur.”
Bu dönemde birçok yayınevi Kürtçe eserler yayımladı, Türkçe Kürtçe çeviriler arttı, Kürt hareketini ele alan kitaplar basıldı, belgeseller yapıldı, Newroz coşkuyla kutlandı. Çözüm Süreci 2015 yılında sona erince, hem Kürt siyasetçilere hem de Kürt kültürüne yönelik baskı kaldığı yerden, dozu yükselerek devam etti. O dönem yapılanlar, sonrasında dava konusu oldu.
Erdoğan, 2015’te Romanlar Konfederasyonu tarafından düzenlenen buluşmada, “Varsa yoksa Kürt sorunu. Kürt sorunu diye bir şey yok. Ben 2005’te Diyarbakır’da bunu ifade ettim ve bu süreç kapandı. Bizim sorunumuzdur dedik ve biz bu işi kapattık, bitirdik” dedi.
Bugün aralarında Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Gültan Kışanak’ın olduğu çok sayıda siyasetçi cezaevinde. Onu aşkın belediyeye kayyım atandı. Halkların Demokrasi Partisi’ne kapatma davası açıldı. Kürtçe sokak, meydan adları kaldırıldı, belediyelerdeki çokdilli uygulamalara son verildi, çok sayıda dernek ve kültür kuruluşu kapatıldı. 2021 yılının verilerine göre, dört yılda 31’i Kürtçe olmak üzere, 109 kitap yasaklandı. Kültür üreticileri yargılamalarla karşı karşıya kaldı. Kürtçe oyunlar, Kürtçe söylenen konserler idari ve mülki amirler eliyle engellendi. Gazeteciler ardı ardına gözaltı ve tutuklamalara maruz kaldı. Özgür Gündem davasında Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan hapsedildi. Müzisyen Nudem Durak halen cezaevinde. Cumartesi Anneleri’nin eylemleri 2018 yılından beri yasak.
‘Affedersin Ermeni’
Erdoğan, 2014’te, Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş’ın karşı giriştiği yarışta, yüzde 51 oy alarak Cumhurbaşkanı seçildi. Seçim öncesi katıldığı bir televizyon programında, CHP lideri Kılıçdaroğlu ve HDP adayı Demirtaş’ı eleştirirken kullandığı, Ermenileri hedef alan ifadeleri hafızalarda:
“Kılıçdaroğlu sen Alevisin ben Sünni. Bunu söyle. Demirtaş sen de Zazasın. Bunu söylemekten korkma. Bırakın Türkiye’de Türk Türk olduğunu, Kürt Kürt olduğunu söylesin. Bunda ne var? Benim için bir ara neler dediler. Benim için Gürcü diyen oldu, affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu. Dedemden de babamdan da hepsinden öğrendiğim şey ben Türküm olay bu kadar basit.”
Erdoğan, 2011 genel seçimleri öncesinde katıldığı bir yayında da Rumları hedef almıştı. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le ilgili çok sayıda kitap bulunduğunu ifade ederek, “Bu kitaplar içerisinde ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz ne affedersiniz Rumluğumuz, hiçbir şeyimiz kalmadı. Düşünebiliyor musunuz? Adam şu anda içerden cayır cayır kitap yazıyor. Ne yapacaksınız bu adamları? Tek yolu var, yargı. Başka yolunuz var mı?” demişti.
Agos gazetesi ‘Affedersin Ermeni’ söyleminin ardından, 7 Ağustos 2014’te ‘Allah affetsin’ manşetiyle çıktı. Gazetenin eski yayın yönetmeni Hrant Dink, Ak Parti iktidarı sırasında, 19 Ocak 2007’de öldürüldü.
‘Adi, sürtük, ahlaksız, namussuz’
Recep Tayyip Erdoğan, onu eleştirenlere, Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesinden yararlanarak ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçlamasıyla dava açmaktan geri durmadı. Metin Akpınar, Genco Erkal ve Müjdat Gezen’in yanı sıra sayısız yurttaş aynı suçla yargılandı, ceza aldı. 2022 verilerine göre 194 bin 142 kişi bu iddiayla soruşturuldu, 44 bin 675 kişiye dava açıldı. 2021’de 4 bin 112 kişi hakkında mahkûmiyet kararı verildi, bunların 1239’u hapis cezası aldı, 305 çocuk aynı suçlamayla yargılandı.
Kendisi ise onu ya da Ak Parti iktidarını eleştirenlere hakaretamiz ifadeler kullanmaktan çekinmiyor. Birkaç örnek vermek gerekirse:
“İdam geri gelirse AB müzakereleri durur” diyen dönemin Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz’a: “Kimsin sen ya, kimsin? Orada bir parlamentonun başkanı, nesin sen? Şu terbiyesize bak ya, ‘Yaptırım uygularız’ diyor. Ya senin her yerin yaptırım olsa ne yazar.”
Türkiye’de barışçıl gösterilerin mümkün olmadığını söyleyen gazeteci Fatih Portakal’a: “Bir tanesi TV ekranlarından kendini bilmez, haddini bilmez, edep yoksunu bir tanesi çıkmış sokağa davet ediyor. Ahlaksıza bak, ahlaksıza bak. Bu ne terbiyesizliktir? Zaten bunlara yargı gereken cevabı verecektir. Ben buna inanıyorum.”
Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e: “Bunlar sanatçı müsveddesi, yargıya hesabını versinler.”
Osmanlı dönemini eleştiren İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’e: “İzmir’de belediye başkanı çıkıyor Osmanlı’ya hakaret ediyor. Be haddini bilmez, be ahlaksız.”
Gezi Direnişçilerine: “Bu eşkıyalar, bu teröristler adeta camilerin içini pisletti. Bunlar böyle, bunlar çürük, bunlar sürtük. Bunlar için ulu mabet nedir, ne değildir, böyle bir şey yok.”
CHP lideri ve Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na: “Bu böyle ürkek, korkak, pısırık, zavallı birisidir.”
6 Şubat depremleri sonrasında “Devlet nerede?” diye soranlara: “Bazı haysiyetsiz, namussuz kişiler kampanya yaparak ‘Hatay’da asker, jandarma, polis göremedik’ gibi yalan yanlış iftiralar atıyorlar. Bizim askerimiz, jandarmamız, şereflidir; bu şerefsizlerin ağzına biz onları meze yaptırmayız.”
Muhalefet partilerine: “14 Mayıs’ta onlara öyle bir çakalım ki, bir daha bellerini doğrultamasınlar.”
LGBTİ+’lara karşı nefret dili
Cumhurbaşkanı ve AK Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan, geçmişte LBGTİ+ hakları lehine konuşmalar yaptıysa da bu tutumu özellikle son yıllarda değişti. Cumhur İttifakı, Anayasa’ya ‘sapkın akım’ ifadesinin girmesini isterken, Erdoğan son dönemde neredeyse her konuşmasında LGBTİ+’ları hedef alıyor.
Ekim 2022, Malatya: “LGBT diyorlar, güçlü bir ailede LGBT diye bir şey olabilir mi? Bunun kimlerle nasıl iş tuttuğunu biliyorsunuz. AK Parti’nin böyle bir derdi yok. Bize güçlü aile lazım.”
Ekim, 2022 (Mevlid-i Nebi Haftası açılış programı): “Bizim aile yapımızı şu anda tehdit etmeye çalışmıyorlar mı? Çalışıyorlar. Milletleri millet yapan güçlü ailelerdir. İşte bu güçlü aile yapımızı korumak suretiyle Allah’ın izniyle aile yapımızı sarsmak isteyenlere en güzel cevabı bu mübarek gecede veriyoruz. Böyle çirkin, garip, gureba akımlar karşısında siz dik durdukça Allah’ın izniyle bu milleti kimse yıkamayacaktır.”
Aralık 2022, İstanbul: Ülkemizde kadınların, gençlerin, çocukların sorunlarıyla ilgilenenlerin asıl üzerinde durmaları gereken ve çözüm aramaları gereken mesele evlatlarımızı topyekun tehdit eden sapkın akımlardır. Ne demek istediğimizi anlıyorsunuz değil mi? Açık konuşacağım. LGBT denilen olay bizim kitabımızda yok. Fakat CHP’nin kitabında var mı? Var. Diğer yavru muhalefetin kitabında var mı? Var. Onlarla beraber yürüyorlar mı? Yürüyorlar. Bizim böyle bir şeye ihtiyacımız yok”
Şubat 2023, Ankara: “Ey bu Altılı Masa içinde olanlar. Çıkın da açıkça, mertçe LGBT’yi kimler savunuyor kimler savunmuyor bunu da söyleyin. Bizim LGBT ile ne ilgimiz ne alakamız yok. Çünkü biz aileyi kutsamışız. Onu kutlu bir kurum olarak sayıyoruz. Bu kutlu kuruma da herhangi bir sağdan soldan karışık tiplerin yürümesini kabullenmiyoruz.”
Nisan, 2023, Bursa: “Gençler, evliliğe karşı durmak yok. Siz bu LGBT’cilere bakmayın. Bu CHP LGBT’ci, İYİ Parti LGBT’ci, HDP LGBT’ci. Cumhur İttifakı kutsal ailesiyle bu yolda yürüyor.”
Nisan 2023, Ankara: “Bay Bay Kemal, buradan LGBTİ’ci çıkmaz! HDP’de var mı? Var. İYİ Parti’de var mı? Var. Aleyhte konuştuklarını duydunuz mu? Masada ufak yavrucaklar var. Onlardan duydunuz mu? Hiçbir şey konuşamıyorlar. Sıkıysa konuşsunlar. Ne hale düştüler.”
Ayasofya’da Kuran
Recep Tayyip Erdoğan, Milli Türk Talebe Birliği’nin üye ve yöneticisiyken, MTTB Ayasofya’da namaz kılma eylemleri düzenlemişti. 1994’te belediye başkanı seçildikten sonra, Arapça yayın yapan Al Mujtama dergisine Ayasofya’nın camiye dönüştürüleceğini söyledi.
2018’de Yeditepe Bienali’nin Ayasofya’daki açılışında, Hatay’dan Kayseri’ye, Ürgüp’ten Hasankeyf’e, Türkiye’nin medeniyetler beşiği olduğunu hatırlakırken; Cumhuriyet dönemini, Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesini örnek göstererek eleştirdi:
“Ne kendimize ne de yurtdışına bu güzellikleri layıkıyla tanıtabiliyoruz. Adeta müflis tüccar gibiyiz. Tabii burada temel sıkıntının bir dönem ülkemize hâkim olan zihniyet olduğunun farkındayız. Türkiye uzun yıllar sanat, kültür ve tarih deyince sadece belli bir dönemi, belli bir kalıbı esas alan kısır ve dar bir bakış açısının esiri olmuştur. Bizans’tan çok Bizansçı, Batı’dan ziyade Batıcı ama her halükarda milletin değerleriyle kavgalı bu zihniyet, ecdadın bize bıraktığı mirasın kıymetini de ne yazık ki bilememiştir. Tarihi camilerin bir kısmı müzeye, aynen burası gibi; bir kısmı depoya, maalesef bir kısmı da ahıra çevrilmiştir.”
Ayasofya, Danıştay kararıyla 2020’de camiye dönüştürüldü. Diyanet İşleri Bakanı Ali Erbaş değişimi kılıçla kutlarken, Erdoğan açılışta Kuran okudu; müze statüsünün kaldırılışını “Ayasofya’nın dirilişi ve tüm Müslümanların fetret devrinden çıkış iradesinin ayak sesleri” olarak nitelendirdi.
Hasankeyf’e ağıt
Erdoğan’ın “Dünyaya tanıtamıyoruz” dediği Hasankeyf, 2020’de sular altında kaldı; tarihi eserler yerinden edildi, çevresindeki tarihi doku harap oldu. Erdoğan’a göre Ilısu Barajı, ‘barış, kardeşlik, huzur, refah ve güç sembolü’ oldu:
“Proje kapsamında inşaat çalışmaları yanında çevre, yeniden yerleşim ve kültürel miras konularında pek çok yatırımı hayata geçirdik. En çok istismar edilen Hasankeyf başta olmak üzere tüm tarihi ve kültürel varlıkları özenle koruyarak gelecek nesillere miras bıraktık. Bugün buraya Kültür ve Turizm Bakanı’mı da yanıma alarak geldim. Çünkü istiyorum ki o bütün kültürel değişimi yerinde izleyelim ve artık burası turistlerin uğrak yeri olsun.”
Tarkan ve birçok sanatçı Hasankeyf’in sular altında kalmasını eleştirmiş, Erdoğan bir ‘terör örgütünün’ bir de ‘araştırmayan, ne yapılacağını bilmeyen sanatçıların’ projeyi eleştirdiğini söylemişti.
Erdoğan’ın müzik sevgisi
Erdoğan şarkı söylemeyi seviyor. “Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda” mitinglerinin ayrılmaz parçasıydı. Buna karşın pandemi döneminde müziği ‘rahatsızlık’ olarak nitelendirdi. Canlı müziğe gece saati uygulamasını, “Müzikle ilgili sınırlamayı 24.00’e çekiyoruz. Kusura bakmasınlar, gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok” diyerek duyurdu.
2022’de Türkiye’de bahar, konser ve festival yasaklarıyla geldi. Ardı ardına onlarca etkinlik, bazı derneklerin isteği, mülki ve idari amirlerin onayıyla iptal edildi.
Sezen Aksu ise ‘Şahane Bir Şey Yaşamak’ şarkısındaki “Selam söyleyin o cahil/ Havva ile Adem’e” sözleri nedeniyle Erdoğan’ın hedefi oldu. Erdoğan, Aksu için “Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir” dedi. Sezen Aksu ona ‘Avcı’ şiiriyle karşılık verdi: “Sen beni sezemezsin / Dilimi ezemezsin / Kim yolcu kim hancı / Dur bakalım…”
Öte yandan, “Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda” şarkısıyla ilgili dava geçen günlerde sonuçlandı. Şarkının bestecisi Selçuk Maner, 2014’te Ak Parti’ye noter kanalıyla eserin izinsiz kullanıldığı gerekçesiyle ihtar göndermiş ancak partiden bir yanıt alamamıştı. Maner, şarkısının 2014 seçimlerinde de kullanılması üzerine 12 yıl süreyle izinsiz kullanım nedeniyle 900 bin TL’lik maddi tazminat davası açmıştı.
Dokuz yıldır devam eden davada İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi, şarkının bestecisinden izinsiz kullanıldığına karar verdi. İstinaf Mahkemesi, yerel mahkemenin “söz yazarına telif ödenmiştir, besteciye ödenmesine gerek yoktur” kararını bozarak, AK Parti’nin Besteci Selçuk Maner’e tazminat ödemesi gerektiğine hükmetti.
Erdoğan’ın beklediği sanatçı
Erdoğan birçok kez kültür ve eğitim alanında istedikleri seviyeye gelemediklerini söylemiş, “istenilen seviyeyi” yerli ve milli kültürün yüceltilmesi olarak tarif etmişti. Nasıl bir sanatçı istediğini ise 2020’de Beştepe’de düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri Töreni’nde anlattı.
Erdoğan’ın, ‘Davasını sanatıyla gösterecek ama slogan atmayacak sanatçı’ tanımı şöyle:
“İşte bu çağda ülkemiz, dünyaya yalnızca yeni eserler sunmakla kalmayacak, geleceğin sanat kuramlarının payandalarını da temellendirecektir. Sanatçılarımız bu anlayışla hareket ettikçe, şairin ‘O mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler’ hükmü geçerliliğini yitirecektir. Biz işte o sanatçıyı bekliyoruz.
Beklediğimiz o sanatçı, kimliğiyle birlikte deryasını bilecektir, önce kendisi olacaktır, davasını sanatıyla ifade edecektir. Beklediğimiz o sanatçı, vaktini ve enerjisini dünyanın iyiliği adına ürettiği eserleriyle gösterecek, sanatını icra ederken dünyadaki akranlarını geride bırakacaktır. Beklediğimiz o sanatçı, zulme ve adaletsizliğe karşı bir çığlık olarak yaptığı şarkısıyla dünya müzik listelerini sallayacak, müzikteki evrensel anlayışları değiştirecektir.
Beklediğimiz o sanatçı, slogan atarak kendini göstermeye çalışmayacak, başarılarıyla dünyanın en muhteşem salonlarında ayakta alkışlanacaktır. Beklediğimiz o sanatçı, ortaya koyduğu bir sanat üslubuyla veya icat ettiği bir sanat formuyla adını sanat tarihine yazdıracaktır.
Beklediğimiz o sanatçı, ürettiklerinden dolayı parmakla gösterilecek, üslubuyla herkesi peşinden sürükleyecektir. Beklediğimiz o sanatçı, gündemin peşinden savrulmak yerine dünyaya gündem verecek, performansıyla rekorlar kitabına girecek, tarzıyla sanat modası oluşturacaktır.
Beklediğimiz o sanatçı, ait olduğu milleti hor görüp sürekli şikâyet etmek yerine kendi sanatını üretecektir. Beklediğimiz o sanatçı, muhalefetini sosyal medya hesabından savurduğu siyasi polemiklerle değil, kanatlanıp uçurduğu sanatıyla gösterecektir.”
#Cumhurbaşkanı Erdoğan#Ermeni#Kadın Hakları#Kürt Açılımı#LGBTİ+#Rum#Sansür#Toplumsal cinsiyet eşitliği
“Erdoğan’ın kültürel portresi”nin üç bölümünü de ilgiyle okudum. Yıllar içinde tanık olduğumuz olayların, sarfedilen sözlerin, yapılan açıklamaların çoğunu hatırlıyoruz elbette ancak toplu halde görmenin yarattığı etki çok farklı… Gelecek kuşaklara aktarılması gereken bir belgesel niteliğinde. Emeğinize sağlık.
Kadınların sosyal ve iş hayatına katılımı son 20 yılda çok yükseldi. Kadınlarımız başörtülü – başörtüsüz aynı konumda , erkeklerle dirsek dirseğe 3 mesaili üretim tesislerinde, hizmet sektöründe ve diğer yerlerde baskı görmeden çalışabilmektedir. çok değil 20 yıl önce bu mümkün değildi. Başörtülü kadın kendine uygun görünen mahallesinde, görünmez bir şekilde yaşamak zorundaydı. Şimdi tenis müsabakalarından tekvandoya her yerdeler. Kadına şiddet İstanbul Sözleşmesi ile engellenemez.(BKNZ: Fransa). Din dil ayrımı da son 20 yılda normalleşmiştir. Camilerimizin olduğu gibi Cemevlerimiz de mahallelerde yerini almıştır. Barajlar, nükleer santraller medeniyetin gereğidir, kaçınılamaz. Milli üretime verilen destek çok önemlidir ve kimse görmezden gelemez. Tek BAYRAK çok değerlidir. Hiçbir şey bunun üstünde olamaz. Özgürlükse hiçbir kısıtlama yok. Bunu televizyon programları, sosyal medya paylaşımları yeterince bize göstermektedir. Bu değerlendirmeyi bir kadın olarak yazıyorum. Ülkeme değer katanların ayağına taş değmesin. Daha da normalleşmek üzere …