Kemal Kılıçdaroğlu, 17 Aralık 1948’de, Tunceli’nin Nazimiye ilçesinin Ballıca köyünde doğdu. Babası tapu memuruydu. Tayinler nedeniyle ilkokula Van’ın Erciş ilçesinde başladı. Dördüncü sınıfı Tunceli’de, ilkokul beşinci sınıfı ve ortaokulu Bingöl’ün Genç ilçesinde okudu. Aslında doktor olmak istiyordu ancak ‘düz lisenin’ kayıt tarihini kaçırınca, Elazığ’da yeni açılan Ticaret Lisesi’ne kaydoldu, okulu birincilikle bitirdi. Ardından Ankara’da İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden mezun oldu. Meclis sitesindeki bilgiye göre orta düzeyde Fransızca biliyor.
İkisi kız beşi erkek, yedi çocuklu, dar gelirli bir ailenin ikiz erkek çocuklarından biri olarak dünyaya geldi. İki erkek kardeşi hastalıktan öldü. Kılıçdaroğlu, ilk oğlu Devrim Fırat’ı da henüz bir yaşındayken sarılık nedeniyle kaybedecekti.
Annesi okuma yazma bilmiyordu. Ablası öğrenim görmedi; kız kardeşiyse ilkokuldan sonra eğitimden koptu. Bunda, ailede üniversite eğitimi almış tek kişi olan Kılıçdaroğlu’nun da payı vardı:
“En büyüğümüz olan ablam hiç okula gitmemiş zaten. İkinci kız kardeşimiz bizden küçüktü. O çevrenin koşullarında okuyan kız çocuklarına farklı bakılıyor, biz de kendimizi o kültürün bir parçası olarak görüyorduk. Biz erkek çocuklar, ‘İlkokulu bitirdikten sonra okumasına gerek yok’ diye itiraz ettik. Bu hayatımın en büyük pişmanlıklarından birisidir. Keşke okuyabilseydi, farklı yerlere gelebilseydi. O yapıyı sonra kırdık tabii. Benim, diğer kardeşlerimin kız çocuklarının hepsi okudu.”
‘Babam bize akşamları kitap okurdu’
Babası, sevgisini göstermeyen, otoriter bir adamdı. Çocukluğunda birçok kez ondan dayak yediği oldu. Buna karşın okumaya ve edebiyata ilgisinde payı var. Babası Kamer Bey, akşamları ocağın başında, 14 numaralı aynalı gaz lambasının ışığında çocuklarına kitap okuyordu:
“Özellikle kış geceleri ocağın başına toplanırdık, babam kitap okurdu. Halk kitapları. ‘Kerem ile Aslı’, ‘Hz. Ali’nin Cenkleri’, ‘Ebu Müslimi Horasani’ diye kitaplar vardı. Biz de büyük bir heyecanla dinlerdik. Ertesi akşam tekrar devam ederdi.”
Babası Cumhuriyet gazetesi okuruydu ama ilçeye gazete her gün değil, haftanın bir günü posta yoluyla toplu halde geliyordu. Gazetede Malkoçoğlu tefrikasını ve kültürle ilgili yazıları takip ediyordu:
“Babama haftalık Cumhuriyet gazeteleri gelirdi, o haftalık gazeteleri alırdım, Cumhuriyet’le tanışmam öyle oldu. Bingöl’ün Genç ilçesinde babamın gazete okumasıyla başladı. İnsanlar o dönem çok sınırlı sayıda gazete görüyorlardı zaten. Malkoçoğlu vardı orada. Malkoçoğlu’nu büyük bir dikkatle okurdum. Sinemalar anlatılırdı, onları büyük bir dikkatle okurdum.”
Çocukluğunda, gazeteler kadar, çocuk dergilerini de mümkün olduğunca izlemeye çalıştı, özellikle tarih dergilerine merakı sürdü:
“Tunceli’de, Munzur nehrinin kenarında güzel bir okulda okudum, orada da şöyle bir anımı hatırlıyorum: Dergi alacak paramız yoktu ama dergiler çok güzeldi, çocuklar için dergiler çıkıyordu, arkasındaki şeyleri hatırlıyorum, çizimler… Arkadaşlarımdan alıp okurdum, keşke ben de okuyabilseydim diye.”
Büyüdüğünde ilk rakısını da babasıyla içti. Söylediğine göre, içkiyle ilişkisi ‘sosyal içici’ boyutunda kaldı:
“İlk rakıyı babamla içtik. Belli bir yaşa geldikten sonra rahmetli babam bize içki içmenin adabını öğretti. İşte rakıyı böyle doldurursunuz, suyu böyle koyarsınız, içkiyi böyle içersiniz diye. Daha sonraki yıllarda sosyal içici dediğimiz, yani bir yerde işte toplantı olur, bir kokteyl olur bir kadeh alırsınız, öyle içtim.”
Edebiyata yakınlık ve ilk şiirler
Kılıçdaroğlu, öğrenim hayatı boyunca başarılı bir öğrenciydi. Bayramlarda, törenlerde şiir okuma görevi çoğunlukla ona verilirdi. Bir bayramda, babası seyirciler arasındayken, İstiklâl Marşı’nın on kıtasını birden okumasını “Alkışladılar beni” diyerek anlatır. Bu görev ilk şiirlerinden birini yazmasına da vesile oldu:
“Açlık Haftası vardı hiç unutmuyorum, fakat açlıkla ilgili şiir bulamamışlardı. Ortaokuldaydım, şiiri yazdım ve öğretmenime götürdüm. Öğretmen ‘Çok güzel olmuş’ dedi ve Açlık Haftası nedeniyle sınıfta o şiiri okuttu. Gençlik yıllarında şiirler yazdım. Elazığ’da Turan gazetesi vardı. O gazeteye arada bir şiir yazardım. Tabii o şiirlerin hiçbiri kalmadı.”
O dönem yazdığı şiirler belki kayboldu ama bazıları eşi Selvi Kılıçdaroğlu’nun korumasında. Evlenmeden önce bir süre mektuplaştılar Selvi Hanım’la ve Kılıçdaroğlu’nun mektuplarında ona yazdığı aşk şiirleri de vardı.
Babasından dinlediği halk hikâyeleri ve gazete tefrikalarıyla başlayan okuma ilgisi, Kerime Nadir’in romanlarıyla devam etti. Bir öğretmeninin elinde Kerime Nadir romanını görüp Yaşar Kemal’in, o dönem ilk cildi yayımlanmış ‘İnce Memed’ romanını vermesiyle edebiyata yakınlığı gelişti. Lise yıllarında kütüphanede başka romanlar bulacaktı:
“Kütüphanelerin benim hayatımda önemli bir yeri var. Elazığ’da Ticaret Lisesi’ni okurken ‘Çalıkuşu’ romanını halk kütüphanesinde okumuştum. Sabah kütüphaneye, öğleden sonra okula giderdim. Böyle okuduğum çok kitap oldu.”
“Kitap okumak sizi farklı bir dünyaya taşıyor. Bu bazen bir roman oluyor bazen bir tarih kitabı oluyor. Sadece kitap değil, dergi merakım da var, tarih dergileri. Eski fotoğraflara da çok meraklıyım. Onları büyük bir ilgiyle izlerim.”
‘Koşarak Milli Kütüphane’ye gittim’
Kütüphanelerin gerçekten Kılıçdaroğlu’nun yaşamında önemli bir yeri var. Çocukluğunun büyük bölümünü geçirdiği Genç ilçesinden söz ederken, “Kütüphanesi yoktu. Küçük bir yerdi Genç” diye anlatır. Liseyle birlikte, üniversitede de zamanının çoğunda kütüphanedeydi:
“Kitap almak gibi bir imkân yoktu. Daha çok sahaflardan alırdık, ucuzdu. Kütüphaneye üyeydik, Milli Kütüphane’ye devam ederdik. Okulun kütüphanesi yoktu. En büyük eksiklerimizden birisiydi. Milli Kütüphane’nin çalışma koşulları çok güzeldi. Sessiz bir ortamdı. İstediğimiz bütün kitaplar orada vardı.”
Hesap uzmanlığı sınavını kazandığını öğrendiğinde de Ulus’tan Kızılay’a kadar koşarak ilk önce Milli Kütüphane’ye gitti:
“Sınavı kazanmak çok zordu. Ben de Ankara’da bütün okulların son sınıflarında okutulan bütün kitapları okudum, Siyasal’ın kitaplarını da okudum. Milli Kütüphane’de çalışıyorduk o zaman. Çünkü her kitaptan soru gelebilirdi. İhtimale yer bırakmayalım diye okudum. Kazandığımı öğrendiğimde, arkadaşlarım Milli Kütüphane’deydi, koşa koşa Milli Kütüphane’ye geldim, arkadaşlarıma haber verdim hesap uzmanlığını kazandığımı. Onlar kucakladılar beni. Başka kutlama yapacak paramız yoktu.”
İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde öğrenciyken arkadaşlarıyla Toplumsal ve Kültürel Eylemler Derneği’ni kurdular. Derneğin amacı Türkçenin yabancı dillerin ektilerinden korunmasıydı:
“Toplumsal ve Kültürel Eylemler Derneği diye bir dernek kurduk. Güzel bir dernekti. Dilin yabancı dillerden arındırılması, toplumsal olaylara dikkat çekilmesi… Arı Türkçeciydik o zaman. Pek çok kişiyi davet ettik, Akademi’de konferans verdiler. Güzeldi ama olaylar şiddete dönünce bizim dernek kendiliğinden kayboldu.”
68 Kuşağı’nın sosyal demokrat üyesi
Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasetle yakınlığı Ticaret Lisesi sıralarında başladı, Akademi’de sürdü. Lisedeyken öğretmeni okula bir makale getirmelerini istediğinde Çetin Altan’ın köşe yazısını götürmüştü. Üniversitede 68 Kuşağı hareketinin, öğrenci eylemlerinin içindeydi ve o dönemde de sosyal demokrat çizgiyi savunuyordu. Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonu’nun bilim kurulundaydı.
İsmail Beşikçi’nin ‘Doğu Anadolu’nun Düzeni’, İsmail Cem’in ‘Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi’ ve Doğan Avcıoğlu’nun ‘Türkiye’nin Düzeni’ kitaplarını bu dönemde okudu. Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim dergisinin hiçbir sayısını da kaçırmıyordu.
MHP lideri Devlet Bahçeli sınıf arkadaşıydı. Bir gün Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki eylemden dönerken ülkücü öğrencilerden fena halde dayak yedi.
Nâzım Hikmet’in şiirleriyle tanışması da üniversite yıllarına rastlıyor. İleride en sevdiği şairler sorulduğunda ilk onun adını verecek, diğerlerinin Ahmed Arif ve Enver Gökçe olduğunu söyleyecekti:
“Öğrenciliğimde, 68’lerde Nâzım Hikmet’i yeni yeni öğreniyorduk. Fakat kitapları piyasada pek yoktu. Yasak serbest arasında bir pozisyondaydı. Sonra kitapları çıkmaya başladı, şiirlerini okumaya başladık. Şiir yetmiyor, bir de hayatını öğrenmek istiyorsunuz. Fakat hayatı çok flu. Yurtdışına kaçtığını filan bilmiyoruz, onu yıllar sonra öğreneceğiz. Yurtdışındaki anıları nedir, onu da bilmiyoruz. Arada bir siyah beyaz fotoğraflar yayınlanıyor o kadar. Kurtuluş Savaşı Destanı gerçekten olağanüstü bir kitap. Öyküleri okuyunca orada, o öykülerde ismi geçenlerin bir kısmının Adalet Yürüyüşü’nde gidip mezarlarını ziyaret ettim. Kartallı Kâzım’ı orada okumuştum. Ama kim bilmiyorduk, bir isim. Bir gün Kartal Belediye Başkanımız dedi ki ‘Ben bir Kartallı Kâzım heykeli yaptırıyorum’. ‘Ne kadar güzel’ dedim. ‘Çünkü ailesi orada. Ayrıca Kartallı Kâzım’ın bir portresi var, Nâzım Hikmet yapmış Bursa Hapishanesi’nde. Onu da armağan edecekler size’ dedi. Tabii olağanüstü bir şey. Törenle heykeli açtık, aile geldi. Bana tabloyu armağan ettiler. Tabii çok değerli bir tablo. Onu şahsi mal varlığımın içine almam asla doğru olmazdı. Onu genel başkanlıkta genel başkan odasına, Kartallı Kâzım’la ilgili olan şiirin o bölümünü alarak ikisini yan yana koydum. Bizim genel başkanlıkta en değerli hazinemiz olarak duruyor şu anda.”
‘En çok üniversite yıllarımı özlüyorum’
Çocukluğunda abisi saz çaldı, o dinledi. Müzik dinlemeyi hep sevdi. Halk ozanlarının birçoğunu yine üniversite sıralarında, amfi konserlerinde dinledi:
“Üniversitedeyken öğrenci eylemlerine halk ozanları çağrılırdı. Hukuk Fakültesi’nin amfisine diyelim ki Kul Hasan, Âşık Mahsuni Şerif veya Ruhi Su geldi. Giriş için herhangi bir ücret ödemiyorsunuz zaten. Onlar politik içerikli türküler söylerlerdi, biz de gider dinlerdik. Ruhi Su, çalarken salonu uyarırdı hiçbir gürültü olmasın diye. Büyük bir sessizlikle Ruhi Su’yu dinlerdik. Âşık Mahsuni Şerif’in konserleri daha hareketli olurdu. Slogan da atılırdı. Hiç unutmuyorum, Hacettepe’deki bir konserine katılmıştık. O dönem ‘Yuh Yuh’ türküsü çok meşhurdu. O söylerken arkadan ‘yuh yuh’ sesi geldi. Mahsuni acaba bana yuh mu çekiliyor diye baktı bir an. Sonra anladı o türküyü de söyledi. Şimdi gene halk türkülerinden hoşlanıyorum. Türk sanat müziği de, aslında klasik müzik de, yani yeri zamanı ortamı olunca dinliyoruz.”
Sorulduğunda “en çok üniversite yıllarını özlediğini” söylüyor: Çünkü “İlgi alanınız genişlemiş oluyor, sinemaya tiyatroya ilgi duyuyorsunuz, resme ilgi duyuyorsunuz.”
Akademi’den mezun olunca hesap uzmanı olarak Maliye Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. Bu dönemde Cumhuriyet gazetesine ayda bir yazılar yazıyordu. Gazetenin ‘Olaylar ve Görüşler’ bölümünde ‘Devletçilik üzerine’, ‘Yaygın vergi denetimi’, ‘Ezilen ücretliler ve MDV’ gibi başlıklarda yazıları yayımlandı. Yazılarından iki seçki, Tekin Yayınevi tarafından kitaplaştırıldı. Bu kitaplar ‘Özgür ve Adil Bir Türkiye İçin Yürüyüş’ ve ‘Hakça Paylaşmak İçin Toplumsal Adalet’ adını taşıyor.
Bakanlıktaki görevleri sonrası Bağkur’un, Sosyal Sigortalar Kurumu’nun yöneticiliğini yaptı. SSK’da yöneticiyken, Toplumsal Tarih Vakfı’yla anlaşarak kurumun 1946-1996 yılları arasındaki tarihinin yazılmasını sağladı.
Yoğun iş hayatında çocuklarına yeterince vakit ayıramamaktan hep yakındı. “Çocukların büyüdüğünü nasıl anladım biliyor musunuz?” diye anlatıyor: “Oğluma bir gün ‘Oğlum bak güzel bir film geldi, beraber sinemaya gidelim mi?’ dediğimde bana ‘Baba sen git, ben arkadaşlarımla gideceğim’ deyince anladık ki çocuklar büyümüş.”
‘Kitapçıları gezmek ne kadar güzeldir biliyor musunuz?’
1999 yılında SSK’dan emekli olduktan, 26 yıllık bürokrasinin ardından, 2001 yılında Deniz Baykal’ın davetiyle Cumhuriyet Halk Partisi’nde siyasete atıldı. Memuriyette 12 saat çalıştığı yaşamı daha da yoğunlaştı:
“Mesela siyasete girmeden önce ben hafta sonları çocuklarımla kitapçıları gezerdim, Ankara’daki kitapçıları. O kitapçıları gezmek ne kadar güzel biliyor musunuz? Yeni çıkan yayınları alıyorsunuz, şöyle bir bakıyorsunuz, arka kapağını çeviriyorsunuz. Okuyorsunuz, o kitabın kokusunu hissediyorsunuz. Şimdi bunların tamamı yok oldu. Aynı zamanda, ressamların atölyeleri değil de resimlerini sergiledikleri alanları gezerdim. Her zaman bakardım, sanata da biraz ilgim var. Resme de ilgim var, sempatim var. Şimdi bunların çoğunu ihmal ettik. Kitapçıya gidip gezemiyorsunuz. Eğer olabilirse fırsat bulabilirsek işte bir sinemaya, o da yılda bir ya da iki yılda bir gerçekleşebiliyor.”
2010 yılında CHP’nin genel başkanı oldu. Kılıçdaroğlu, siyaseti ‘topluma adanmışlık’ olarak nitelendiriyor. Bu adanmışlık içinde, ilgi alanlarına daha az zaman kaldı:
“Siyasete girdikten ve belli bir noktaya geldikten sonra hayat sizin hayatınız olmuyor aslında. Yaşadığınız ortam da sizin ortamınız olmuyor. Oysa biz insanız, biz de insanız yani. Bizim de artılarımız var, eksilerimiz var. Sevindiğimiz günler var, üzüldüğümüz günler var.”
“Her yıl çoluk çocuk tatil yapmak istersiniz, biriktirdiğiniz kitapları okumak istersiniz, espri yapmak şakalaşmak istersiniz, arkadaşlarınızla birlikte olmak istersiniz, briç oynamayı severim mesela. Briç oynamak istersiniz ama bunların hiçbiri neredeyse yok, yapamıyorsunuz.”
‘Sinema beni dinlendiren en önemli mekân’
Katıldığı bir yayında, “Çok gergin bir hafta geçirdiniz, rahatlamak için ne yaparsınız?” sorusuna şöyle yanıt veriyor Kılıçdaroğlu: “Eğer televizyonda güzel bir film olursa o beni rahatlatıyor. En azından film boyunca, yani bir buçuk saat veya iki saat farklı bir şey düşünmüyorsunuz. Sinema benim için beni dinlendiren en önemli mekân oluyor.”
Aynı yayında, en sevdiği filmleri şöyle anlatıyor: “Çok sayıda film var tabii ama mesela ’12 Öfkeli Adam’ benim birkaç kez izlediğim bir film, hâlâ olsa bir kez daha izlerim. Çok güzel. Bizim Metin Erksan’ın filmleri var. Gerçekten bizim sinemamızın yüz akı olan yönetmenlerden birisiydi. Onun filmleri benim gençliğimde… bugün de arada fırsat bulursam o filmleri izleyebiliyorum. Tabii siyasal içeriği olan filmler her zaman dikkatimi çekmiştir. Veya haksızlıkla mücadele edilip sonunda galip gelen bir yapı varsa, ’12 Öfkeli Adam’da olduğu gibi, bu da çok önemli. Ama bu filmlerin biraz ikna edici olması lazım, yapay olmaması lazım. Belki gerçek hayattan, bazı olaylardan yola çıkarak bunların oluşturulması lazım. Bizde de genç yönetmenler var, iyi yönetmenler var, çok güzel filmler de var.”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun aktardığımız gibi ekonomi ve politika üzerine yazılarının derlendiği iki kitabı var. Ama fırsatını bulursa anılarını yazmak istiyor: “Keşke mümkün olsa anılarımı yazabilsem. Bürokraside siyasette çok renkli anılarım var, Maliye Bakanlığı’nda, hesap uzmanıyken anılarım var.”
#CHP#Edebiyat#Kemal Kılıçdaroğlu#müzik#Nazım Hikmet#Resim#Ruhi Su
Alıntı yaparken kaynak gösterirseniz daha iyi olur diye düşünüyorum.