Kültürel Atılım Eylem Planı’ndaki yazınızda, kültür sanat alanının bugüne kadar hep ihmal edildiğini söylüyorsunuz. Planın duyurulduğu basın toplantısında, Genel Başkanınız Ali Babacan da “Dört seçim beyannamesi ve hükümet programı yazan ekibin içindeydim ya da başındaydım. Kültür ve sanatla ilgili yazacak bir şey bulamazdık” dedi. Eylem planını, “Bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışmalardan biri” olarak nitelendirdi. İsterseniz buradan başlayalım.
Gerçekten önce geçmişi konuşmamız gerekiyor. Hatta bugünü de içine katarak konuşabiliriz. Özellikle siyaset alanında kültür sanat konuşulduğunda, belli kalıplara sokulup, “bizim tarafımızdan” ya da “karşı taraftan” diye ayrıştırılarak ele alındığını görüyoruz. Hiçbir zaman gerçekten bu alanın sıkıntıları dile getirilmemiş. Ekonomik sıkıntılar, hukukla ilgili sıkıntılar neredeyse hep en son sıralarda yer almış.
Bakıyorsunuz, kültür önce Milli Eğitim’le birleştirilmiş, sonra tek başına ele alınmış, sonra turizmle birleştirilmiş. Aslında ne yapılacağına çok da karar verilmeyen bir pozisyon karşımıza çıkıyor. Sayın Genel Başkanımız da söyledi, genel bütçe içinde, bakanlığa binde dörtlük çok küçük bir bütçe ayrıldığını görüyoruz. Bu geçmiş senelerde hep böyle olmuş, bugün de böyle. Turizm ile beraber binde dörtlük bir bütçe, bu kadar kapsamlı bir alan için gerçekten yeterli değil. Verilen değeri en başta bu veri gösteriyor.
İkincisi, eylem planında biz özellikle ele aldık; “yönetişim” diyoruz. Bütün kesimleri bir araya getirip, kültür politikaları üzerine hiçbir zaman tam anlamıyla çalışılmamış. Milli Kültür Şûraları’nın 1989’da, yine sıkıntılı bir zamanda, yönetmeliği çıkarılmış; farklı kesimleri bir araya getirerek belgeler hazırlamak, üzerine konuşmak üzere. Bakıyorsunuz, sonrasında, 33 sene içinde sadece iki kere toplanılmış. Ben bunu önemsiyorum. İsminin ne olduğu ya da nasıl tanımlandığı önemli değil, ama geniş kesimlerin bir araya gelerek alanı tartışıyor olması, akademisyenlerin, alan profesyonellerinin, sanatçıların bir araya gelerek tartışması çok önemli, çünkü aslında bu alan ateşten gömlek. Eğer siz bir şablon çizip bunu giydirmeye çalışırsanız, o oturmuyor. Türkiye’de bu her zaman böyle yapılmış.
O yüzden, benim fikrime göre, istikrarlı, üzerinde konuşulan bir kültür politikası daha önce oluşturulmadı. Bu yönetişim modelinin genişletilerek devam edilmesi gerekiyor, çünkü kültürden bahsediyoruz. Eğer siz toplumun kabul etmediği bir şeyi ortaya koymaya çalışırsanız, bundan bir sonuç almayı beklemek sanırım saflık oluyor.
Sadece ulusal bakış yeterli değil, yerel olarak da çalışmalar yapılması lazım. Bilinen bir anekdot vardır, “Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi” diye, senfoni orkestraları üzerinden yaratılmış ironik bir söylem. Bu bize şunu gösteriyor; politikalar oluşturulurken yerelin kendi özelinde, yerel kültürel yapısının da ulusal düzeyde ele alınması, buna göre politikaların oluşturulması gerekiyor. Dolayısıyla sadece ulusal anlamda değil, yerel anlamda da bu yönetişim modelinin hayata geçirilmesi, farklı kesimlerin görüşlerini bir araya toplayan istişarelerin mutlaka yapılması gerekiyor.
Ben açıkçası eylem planını çok önemsiyorum, çünkü neredeyse 16-17 senedir bu alanın içindeyim. Alandan deneyimlerim var. Aktif olarak siyasete girene kadar Ankara’da bir kültür kompleksini hem kurdum hem işletiyordum. Ayrıca Mardin’de SineMardin Film Festivali’ni yönettim. Orada benim de karşılaştığım sorunlar vardı. Bu alana girdiğimde “Sen bu alana niye giriyorsun ki, burada herhangi bir kazanç yok” gibi tepkilerle de karşılaştım. Dolayısıyla ben bu alanın aslında nasıl “rağmen” bir alan olduğunu yaşayarak biliyorum. Türkiye’de kültür sanat alanında yapılan her şey, “her şeye rağmen” yapılıyor. Siz de bu işin içerisindesiniz, siz de biliyorsunuz. Her şeye rağmen, her türlü kısıtlamaya rağmen, birçok fedakarlıkta bulunarak sürdürülebiliyor.
Ben kültür sanatın gücüne inanıyorum, her zaman inandım. Siyasetçi bir aileden geliyorum, siyaset kültürü olan, siyasetin içinde yer almış bir aileden geliyorum. Büyük dedem ilk Meclis’ten, ailem, babamla birlikte, hep siyasetin içinde oldular. Ama ben kültür sanat alanında harcanan emeğin, her zaman siyasetten önemli olduğunu düşündüm. Bunu aileme de söylemişimdir. Bazen Türkiye’de siyaseten yaptıklarınız, suya yazı yazmaya benziyor. Bir ilerleme kaydediyorsunuz ama belli bir dönem geliyor, herhalde bunu AK Parti’nin siyasetinde de görüyoruz, nerede başladı nereye geldi… Ama kültür sanat alanında vermiş olduğunuz emek, belki çok ağır ilerliyor, belki çok geniş kitleyi etkilemiyor ama o kadar sağlam adımlarla bir şeyleri değiştiriyor ki.
Bence kültür, eğitim kadar önemli. Bireysel anlamda, vatandaşlık anlamında, demokrasi kültürünün oluşması, eleştirel düşüncenin meydana gelmesi anlamında gerçekten çok önemli. Ben bunun birçok örneğini Mardin’de gördüm. Mardin biliyorsunuz çok kozmopolit bir şehir. Sinema salonunda bir film üzerinden gençlerin tartıştığı bir konu, dışarıda belki bir kavgaya neden olabilir ama o salonun içerisinde, gayet birbirleriyle iletişim halinde, birbirlerini ikna etmeye çalışarak tartıştıklarını gördüm. Bu gerçekten çok değerli. Bunun siyasi alana daha fazla iletilmesi ve siyasi alanda daha fazla tartışılması önemli.
Kültürel Atılım Eylem Planı epey kapsamlı. Nasıl bir çalışmayla hazırladınız?
Hem kurucularımızdan hem de gönüllü arkadaşlarımızdan oluşan bir çalışma grubumuz var. Ama yönetişimin ne kadar değerli olduğunu söyledim. Elimizden geldiğince STK’larla, alan profesyonelleriyle bir araya gelerek, çalıştaylar yaparak, onların görüşlerini alarak eylem planımızı oluşturmaya çalıştık. Onun dışında biliyorsunuz daha önce hazırlanmış gölge raporlar var. Özellikle Avrupa Birliği sürecinde hazırlamış raporlar var, onlardan faydalandık. Yine 2017’de yapılan, en güncel olan Milli Kültür Şûrası üzerinde ciddi incelemeler yaptık ve bu şekilde bir eylem planı hazırladık. Ama burada sizin vasıtanızla söylemek istiyorum, bu bitmiş bir eylem planı değil. Deva Partisi’nin diğer eylem programları gibi herkese açık, sürekli gelişmeye açık, tartışmaya açık bir eylem planı.
‘İfade özgürlüğü için hukuki düzenleme yapılacak’
Türkiye’nin önemli meselesi, ifade özgürlüğü. Eylem planınızda “Keyfi sansür uygulamalarına son vereceğiz” diyorsunuz. Toplantıda Genel Başkanınız Ali Babacan da “Baskıcı, sansürcü, otoriter zihniyeti bitirmek zorundayız” dedi. Yine Babacan’ın ifadeleriyle söylersek “devletin sanatçıya gösterdiği sopa nasıl kırılacak?” Bunu nasıl mekanizmalarla sağlayacaksınız?
Sayın Genel Başkanımızın güzel bir ifadesi daha var, “Bazı şeyler 90 saniyede değişir”. Bu alanda da bazı şeyler 90 saniyede değişebilir. Tamamen çözülmesi değil ama bir rahatlık sağlanması anlamında. Zihniyetin burada önemli olduğunu düşünüyorum. Bu algıyla, vizyonla da alakalı. Ben toplantıda konuşmamda değinmiştim, sanat özgür olmazsa sanat olmaz, çünkü sanat aslında ifade biçimidir. Dolayısıyla önemli olan sizin bu alana nasıl baktığınız.
Bu anlamda eylem planını yaparken vizyonumuzla beraber hedeflerimizi sıralamıştık. Hedeflerimizde bence çok önemli bir vurgu var, o da “tanımlayan değil, tanıyan bir anlayış”. Eğer bu anlayışa sahipseniz, karşınızdakini var olduğu gibi kabul etme özgürlüğü ve zihniyetine sahipseniz, aslında işler çok kolaylaşıyor. İkincisi, Türkiye’de farklılıkları zenginlik olarak görme eğiliminde olursanız, bundan çekinip korkmazsanız, “Benden farklı olan bana tehlikedir” anlayışını eğer ortaya koymazsanız, her şey yine kolaylaşıyor. Ama zihniyet ve bakış açısının yanında, Türkiye’de üzerinde çalışılması gereken alanlar, mesela kanunlar, yönetmelikler var.
Biz bu alandaki çalışmalarımızı sadece kültür sanat eylem planımızla ortaya koymuyoruz. Toplantımızda da belirttim, Hukuk İşleri Başkanlığımız ayrıca çalışıyor. Çünkü biliyorsunuz sanatsal ifade özgürlüğü sadece Kültür Bakanlığı’nın içindeki kanunlar ya da yönetmeliklerle kısıtlanmıyor, Ceza Kanunu içinde Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutun da terör örgütüne üye olmaya, 301. Madde’ye kadar birçok maddeyle sanatsal ifade özgürlüğü sınırlanıyor. Dolayısıyla biz, hukuksal alanla ilgili ayrı bir ifade özgürlüğü eylem planı çalışması yapıyoruz. Başka eylem planlarımız da var, mesela Kadın Politikaları Başkanlığımızla yaptığımız ‘Kültürde Kadın’ çalışması. Dolayısıyla iki üç eylem planının bir araya gelmesiyle okunabilecek, kapsamlı bir vizyon ve bakış açısı var.
Toplantınızda Metin Akpınar’ın, Müjdat Gezen’in yargılanmasıyla ilgili görüntüler ekrana yansıdı. Sizin yönetiminizde, benzer yargılamalar yaşanmayacak mı?
Bunu kesin olarak söyleyebiliriz. Eylem planlarımız aslında bir sözleşmedir. Daha sonra ne olacağına dair bir sözleşme. Hatta iktidara geldiğimiz süreçten sonra, eğer bunlardan herhangi birini yapmıyorsak, çıkarıp bize gösterebileceğiniz bir anlaşma. Gerçekçi olmayan hiçbir maddeyi eylem planlarımızın içine almıyoruz. Aslında tam bir hükümet programı bu. Dolayısıyla evet, bizim iktidarımızda böyle sahneleri görmeyeceğiz.
‘Balık baştan kokuyor’
Plandaki bir diğer madde: “Festival ve konser gibi kültürel etkinliklerin keyfi kararlarla engellenmesine son vereceğiz.” Etkinlikler genelde valilikler, kaymakamlıklar ya da belediye başkanlarının kararıyla iptal ediliyor. Nasıl çözüm bulacaksınız?
Halk diliyle söylemek istiyorum, balık baştan kokuyor. En tepede yasakçı, sürekli parmak sallayan, ötekileştiren bir bakış açısı olduğu zaman, bu yapı devlet içerisinde hemen hemen her kademeye doğru yayılıyor. Tepeden, en üstten siz bu algıyı azalttığınızda, alttaki mekanizmalar da kendisini buralarda baskı altında hissetmiyor, başka bir tabirle “kraldan çok kralcılık yapma” ihtiyacı duymuyor.
Bir de, bunlar gerçekten keyfi kararlar. Eğer bunların hesabı sorulursa; neden, niye böyle karar alındı diye sorduğunuzda, bunu takip ettiğinizde, uygulamalardaki yanlışlıklar da minimuma inecektir. Ayrıca mevzuatla ilgili, yönetmelikle ilgili çözümler de var. Onları dediğim gibi Hukuk İşleri Başkanlığımız çok detaylı bir şekilde inceliyorlar, teker teker bakılıyor, hangi yasalar, hangi yönetmelikler, hangi maddelerin değişmesi gerektiğine dair. Bu eylem planımız yayımlandığı zaman size özel olarak göndereceğim. Çünkü ben gerçekten bu alandaki çalışmaların kültür eylem planımızın ayrılmaz bir parçası olduğuna sonuna kadar inanıyorum.
Eylem planınızda, Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun yapısını değiştireceğiz diyorsunuz. Neden böyle bir değişiklik yapmak istiyorsunuz?
Çünkü burada gerçekten akıl almaz davalarla karşılaşıyoruz. Bir kere bu kurulun yapısını incelediğinizde, sadece bürokratlardan oluştuğunu görüyorsunuz. Daha önce, özellikle 2018 öncesi, Başkanlık sistemine geçmeden önce 10 kişiden oluşan bu kurul, daha sonra Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlanarak 5 kişilik bir yapıya dönüştürülüyor. Ama bu kurula baktığınız zaman içinde alanda yetkin hiç kimse yok. Eğer çocuklarımızı muzır neşriyattan gerçekten korumak amacıyla böyle bir komisyon kurmuşsak, pedagojiden çocuk gelişimine ve psikolojiye kadar, gerçekten alanında uzman kişilerden oluşması gerekiyor. Şu anki yapısında maalesef bunu görmüyoruz. Dolayısıyla aslında sanatçıya, kültürel ürünlere başka bir sopanın gösterildiğini görüyoruz.
Çok yakın zamanda örneklerini gördük. Akıl almaz çocuk kitaplarının poşete konulduğunu, hepimizin çocuklarımıza okuttuğu felsefe dizilerine ulaşımın neredeyse engellendiğini gördük. Bunun yanında yazarlara, çevirmenlere muzır neşriyat yaptıkları iddiasıyla davalar açıldığını gördük. Gerçekten inanılmaz bir sistem. Dolayısıyla biz muzır neşriyatla ilgili komisyonun yapısının mutlaka değiştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Tabii ki geniş bir serbestlikten söz etmiyorum. Biz çocuklarımıza karşı sorumluyuz. Mutlaka denetleyici, yol gösterici bir kurumun olması gerekiyor ama bu kurumun uzmanlığı olan kişilerden oluşması ve doğru işlemesi gerçekten çok önemli.
‘Yapısal değişikliğe ihtiyaç var’
Devlet desteklerinin dağıtımına şeffaflık getirileceğini vaat ediyorsunuz. Ayrıca Koruma Kurulları yapısının da değiştirileceğini söylüyorsunuz. Kültür Bakanlığı’nda köklü bir kurumsal değişim mi yapmak istiyorsunuz?
Kesinlikle. Eğer biz bu alanı rahatlatmak istiyorsak, daha işler bir hale getirmek istiyorsak, kurumsal yapıda değişiklik yapmadan, yönetmelikleri güncellemeden bunu yapabilmemiz mümkün değildir. Dolayısıyla yapısal bir değişikliğe ihtiyaç var. Özellikle kurulların üzerindeki siyasi baskıyı ya da yönlendirmeyi azaltmak birinci öncelik olmalı. Baktığınızda, birçok kurumun yapısında bozulma yaşanmış, siyasileştirilmiş, liyakatsizliği sürekli dile getiriyoruz, liyakate sahip olmayan kişilerin görevlere getirilmesiyle uygun olmayan sonuçlar ortaya çıkmış. Dolayısıyla değişimi gerçekten çok önemsiyoruz.
İkincisi, şeffaf ölçülebilir kriterlerin getirilebilmesi gerekiyor. Ben eğer bir tiyatro topluluğuysam, bir başvuruda bulunuyorsam, destek alıp alamayacağımla ilgili bir fikrimin olması lazım. Devletin bana bununla ilgili kriter listesini şeffaf bir şekilde ulaştırması gerekiyor. Ama bugün desteklerle ilgili yönetmeliklere baktığımızda, “Alanda faydalı bir eser üretmek” deniliyor, böyle anlamsız, böyle geniş bir tanım var. Bunun tek sebebi gerçekten bu kriterlerin bir sopa olarak kullanması, “sen bendensin” ya da “sen benden değilsin” gibi bir mantaliteyi ve işleyişi ortaya koymak amacıyla yapılmış olması. Biz bu değişimi önemsiyoruz.
Bunun yanında, şeffaflık, ölçülebilirlik de yeterli değil, desteklerin çeşitlendirilmesi gerekiyor. İnterdisipliler birçok alan var, yeni medya hayatımızda. Turne desteği, rezidans desteği gibi desteklerin yanında, pandemi döneminde eksikliğini hissettiğimiz, dijital destekler gerekli. Dolayısıyla bu çağı yakalayan desteklerin de mutlaka düşünülmesi ve bu anlamda destek mekanizmalarının oluşturulması gerekiyor.
Şu konuda bir senaryo gönderirsem zaten desteklenmez, düşüncesi de var.
Yakın dönemde Özcan Alper’in filminde gördük, yaşadık. Burada şeffaflaşma derken, aslında içeriğin ne olduğuna değil, üretimin, yetkinliğin ne olduğuna bakmak önemli diye düşünüyorum. Çünkü eğer siz içeriğe çok fazla karışmaya başlarsanız, devlet olarak kendi sanatınızı yapar ya da yaptırır pozisyona düşüyorsunuz. Devletin buradaki pozisyonunun sadece ve sadece destek mekanizmalarını sağlayan, teşvik eden bir pozisyona çekilmesi gerekiyor. Eğer siz çok fazla içeriye girip müdahale etmeye başlarsınız, bizim de söylediğimiz üzere, nefes alma, rahatlatma vadini yerine getirmediğinizi gösterir. Dolayısıyla aslında parti programımızda da çok net yazılıyor. Devlet sanat yapmaz, içeriğe de çok fazla karışmaz. Eğer içerikte çok sıkıntılı bir şey varsa hukuk sistemimiz var, herkes için doğru işlediği zaman hukukun bir karşılığı var. Burada oturup ön eleme yapmak ya da buna göre kriterler yaratmak ya da buna göre dağıtımda bulunmak doğru olmaz diye düşünüyorum.
‘Bu bir sansür yasasıdır’
Parti programınızda “Basın özgürlüğünün önündeki bütün engelleri kaldıracağımızı taahhüt ediyoruz” deniliyor. Dezenformasyonla mücadele amacıyla, Basın Kanunu’nda yapılan değişikliği nasıl yorumluyorsunuz?
Bu bir sansür yasasıdır. İktidar dayanamadığı ya da artık cevap veremediği sorunları, her alanda yaptığı gibi, festival yasaklarında da bunu görüyoruz, olabildiğince bastırarak, yok sayarak ve resmen sopa sallayarak engellemeye çalışıyor. Bu bir sansür yasasıdır, bu konu gerçekten tartışma götürmez. Ama ben inanıyorum ki, çok yakın zamanda, ilk seçimde Türkiye daha rahat nefes alacak. Böyle dezenformasyonla mücadele gibi süslü ifadelerle sansür yaratan ortamlardan çok yakın zamanda kurtulacağımızı düşünüyorum. Basın ve sanatsal ifade özgürlüğü bir toplum için olmazsa olmaz; nefes aldığı, bilgiye erişebildiği alanlar. Aslına bakarsanız oluşacak olan, muhalif seslerin kasılmasına yönelik bir çalışma. Biz bunu muhalefet partisi olarak da görüyoruz. Deva Partisi olarak hangi basın kurumlarında yer alabildiğimiz ortada. Aslında bu yasadan önce de durum pratikte çok farklı değildi, sadece yazılı bir biçime dönüştü.
Kültürde Kadın Eylem Planı hazırladınız. Kültür Bakanlığı’nca cinsiyet eşitliği konusunda neler yapılabilir?
Kadın meselesiyle ilgili, özellikle dezavantajlı gruplarla ilgili ayrı ayrı destek programları olmasını desteklemiyorum. Kişisel olarak desteklemiyorum. Çünkü siz aslında bir alana pozitif ayrımcılık yapmaya çalışırken, onu diğer alanlardan koparmış oluyorsunuz. Bizim eylem planımızda ‘engelsiz sanat’ diye bir şey var. Aslında ben bunu bir hareket, zihniyet olarak tanımlıyorum. Pozitif ayrımcılık yaparak, ama farklı mekanizmalarla değil, var olan mekanizmalar içerisinde pozitif ayrımcılık uygulayarak ön plana çıkarmayı daha uygun buluyorum.
Kültürde Kadın Eylem Planı için biz alandan birçok kadın profesyonelle altı ayrı Zoom üzerinden toplantı gerçekleştirdik. Altı ayrı tartışma odası üzerinden çıkardık ve oldukça önemli bir eylem planı oldu. Kadınların son zamanlarda yaşadığı sıkıntılar, kadın cinayetleri, buralarda kültür sanatın sağaltıcı ne gibi fonksiyonları olabilir, bununla ilgili nasıl bir eylem planı ya da eylem maddeleri ortaya çıkarılabilir, bunları tartıştık. Bunun ötesinde, özellikle kadın sanatçılarımızın birbirleriyle ağ oluşturabilmeleri, birbirleriyle iletişim içerisinde olup beraber hareket edebilecekleri mekanizmalar nasıl oluşturulabilir, bununla ilgili önemli tespitlerde bulunduk. Tabii zanaat, tarım, sanat üçgeninde kadınlar için nasıl bir iş imkânı oluşturabiliriz, bununla ilgili çalışmalar da yaptık.
Kültürel Demokrasi başlığı altında, engelli vatandaşlarımızla ilgili düzenlemeleri de çok önemsiyoruz. Dezavantajlı gruplara kültür sanatı nasıl daha erişilebilir kılarız? Sadece erişilebilir kılmak da yetmiyor. Biz engelliler sanata nasıl ulaşır üzerinden tartışma yaptığımızda, rampalardan, oturma düzeninden söz ediyoruz. Halbuki Türkiye’de 5 milyon fiziksel engelli vatandaşımız var, biz bunlardan nasıl sanatçı çıkarırız? Erişim alanında eksiklikler var, bunlar mutlaka giderilmeli; ama sadece erişmek değil, bu vatandaşlarımızın kendilerini sanatsal anlamda ifade edebileceği teşviklerin de mutlaka olması gerekiyor. O yüzden Engelsiz Sanat Hareketi’ni eylem planımıza aldık.
‘Bakanlığın bütçesi artırılacak’
Ekonomiyle ilgili vaatleriniz var. Bakanlığın bütçesinde ne kadarlık bir artış planlıyorsunuz?
Yüzde şu kadar olacak diye net bir ifade kullanmadık ama kesin istişareye vardık ki, bütün bakanlıklara uygulanan genel artış ne ise, bunun üzerine en az yüzde 5 artışa mutlaka gidilecek. Yani diğer bakanlıkların üzerinden bir bütçeleme yapılacak. Çünkü ekonomik anlamda çok büyük sıkıntıların yaşandığı bir dönemdeyiz, sadece Türkiye’de değil dünyada da böyle. Ama özellikle Türkiye’de bu maskelenmeye çalışılıyor, diğer alanlardaki gelişmelerdeki gibi. Gerçekten ekonomik anlamda, hiç bilime uymayan, “Şemsiye sebep, yağmur sonuçtur” gibi tezlerle ekonomi yönetiminin içindeyiz. Daha üzücü olan, durumun ne olduğunu net olarak göremiyoruz. Bizim partimizin içerisinde, gerçekten ekonomik anlamda geçmişi çok kuvvetli, genel başkanımız dahil olmak üzere, yetkin arkadaşlarımız var. Kendi hesaplamalarımızla ulaşmaya çalışıyoruz, arka kapıdan satışı yapılan dövizler ne kadardır diye ama şu an elimizde net bir şey yok. Dolayısıyla tam olarak durumu görmeden net bir rakam veremedik. Biz tutamayacağım sözü vermediğimiz için, biraz daha netleştikten sonra konuşmak mümkün olacak.
Toplantıda Ali Babacan, “Hiçbir etkinlik dili nedeniyle engellenmeyecek. Açık konuşayım, Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Arapça şarkıları birlikte söyleyeceğiz” dedi. Eylem planınızda da tehlike altındaki dillerin korunmasından söz ediliyor. Deva Partisi için çokkültürlülük ne ifade ediyor?
Çokkültürlülük bizim için Türkiye’nin kendisini ifade eder. Anadolu çokkültürlü, bunu yadsımanın gereği yok. Benim adım Helûn, Kürtçede kuş yuvası demek. Karadeniz’e bakıyorsunuz türküsü, konuşması, kültürü Lazca. Zazaca tehlike altındaki dillerden biri. Tehlike altında 18 dil var, bakınca hiç ismini bile duymadığımızı, kamuoyunda konuşmadığımızı fark ettim. Buralarda ciddi anlamda koruyucu tedbirlerin alınması gerekiyor. Başlarken de söylemiştim, tanımlayan değil, tanıyan bir bakış açısı gerekiyor. Kültürü bir bina gibi düşünebiliriz. Üst üste gelişen, birbiriyle etkileşen bir kavram kültür. Dolayısıyla biz kültür yapımızı doğru bir şekilde ortaya koymak istiyorsak, bunun her yapısını, her elemanını düşünmek zorundayız. Her Anadolu dilinin yaşatılması, kültürel ve sanatsal üretim yapılması ve gelecek nesillere aktarılması için mutlaka uygun koşulların yaratılması gerekiyor. Genel başkanımızın güzel bir ifadesi vardı, nesiller arası adaletten bahsetmişti. Kültürü bundan sonraki nesillere aktarmak, nesiller arası adalet açısından da çok önemli. Bundan sonraki nesiller de geçmişteki kendi kültürel değerlerine ulaşabilme hakkına sahip olmalılar.
‘Kültür merkezlerini özel kuruluşlar yönetmeli’
Basın toplantısında erkana yansıyan videoda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılmasıyla ilgili sözlerine yer vermiştiniz. Kültür işletmeciliği geçmişiniz var. Bakanlığa bağlı kültür merkezleri nasıl yönetilmeli?
Atatürk Kültür Merkezi, zamanında, bence de haklı tartışmalara neden oldu. Biliyorsunuz hükümet her şeyi bir inşaat mantığına dayamayı çok seviyor, inşaat sektörü çok sevilen bir sektör. Dolayısıyla sanırım bazı alanların kazanç sağlaması için yıkılıp yeniden yapılması gerekiyordu. Dediğiniz gibi ben bir kültür yöneticisiyim, ama Türkiye’de bu merkezlerin yönetimlerinin özel kuruluşlar tarafından yapılmasının uygun olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de bunu teşvik eden 5220 Sayılı Kanun var. Ama bu yeterli değil. Kültür tesisinde, hele ki herkesin şu anda şikayetçi olduğu elektrik gibi operasyonel giderlere baktığınız zaman, burada kaliteli kültür sanat faaliyetlerini çıkarabilmek ekstra güç ve çaba gerektiriyor. Burada devletin yönetici fonksiyondan çekilmesi, kolaylaştırıcı bir fonksiyonun olması gerekiyor.
Bunu sadece merkezi yönetim için düşünmüyorum, yerel yönetimler de böyle olmalı. Belediyelerin kültür merkezlerine bakınca, Türkiye’de nedense büyükse iyidir anlayışımız var. Halbuki optimum yönetim şekli aslında ciddi anlamda hesaplamalara dayalı olmalı. Kaç tane koltuğu olmalı buranın ki, operasyonel giderleri döndürülebilsin, kendi kendini devam ettirebilirsin, sürdürülebilir bir mekân olsun. Bizde genelde bu yapılmıyor. En büyük kültür merkezini yapıyoruz deniyor, ya inşaatında ya da işletmede zorlanıyorlar. Dolayısıyla devletin bu işletmelerin açılmasına destek vermesi ama yönetmemesi gerekiyor.
Kültür bakanı olursanız, halihazırdaki uygulamalardan sürdürmeyi istedikleriniz var mı? Mesela Kültür Yolu Projesi’ni sürdürür müsünüz?
Hayır, Kültür Yolu projesinin sürdürülmesini istemem. Onun dışında, şöyle gözümün önünden geçirdim, devam ettirilmesi gereken bir proje açıkçası görmüyorum.
Kültür ve turizmi ayrı planlarla ele alıyorsunuz. Sizce Kültür ve Turizm bakanlıkları ayrılmalı mı? Siz Kültür Bakanı mı yoksa, Kültür ve Turizm Bakanı mı olmak istersiniz?
Eylem planımızda Harika Çocuklar Yasası’yla ilgili bir vaadimiz var. Daha önce Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ile beraber işlerken, biz üstün yetenekli çocuklarımızı tespit edip yurtdışında eğitim almalarını sağlamışız. Demek ki birlikte çalışma sistemi aslında güzel meyveler çıkarabiliyor. Türkiye’nin kültür turizmi açısından çok büyük bir potansiyeli olduğunu ve bu potansiyelin kullanılamadığı düşünüyorum. Özellikle Türkiye’nin jeopolitik konumuna bakarsanız, medeniyetlerin başlangıç noktasında. Aynı zamanda savaş yaşanmayan, aslında istikrarlı bir ortamın olduğu nadir ülkelerden bir tanesiyiz. Son dönemlerde Göbeklitepe gibi başarılarımız da önümüzdeki potansiyelini bize gösteriyor.
Dolayısıyla ben kültür sanat alanından geliyorum ama kültür turizmi potansiyelini de çok önemsiyorum. 1980’lerde Türkiye’nin bacasız ekonomisi turizmdi. Şimdi artık kültür endüstrisi de eğer doğru bakılırsa bacasız ekonomi gibi kurgulanabilir. Ben kültürü daha iyi özümsemiş ama turizmin de önemini bilen bir Kültür ve Turizm Bakanı olmayı tercih ederim. Tabii içinde alanında uzmanların olduğu bir yapıyla.
‘Neler yapacağımızın yazılı sözünü veriyoruz’
Kültürel mirastan bahsederken Ayasofya Camisi’nin korunmasında söz ediyorsunuz.
Ayasofya’yla ilgili gerçekten çok üzücü görüntülere şahit olduk. Ayasofya sadece bir Anadolu mirası değil, bir dünya mirası, çok önemli bir anıtsal miras. Dolayısıyla hak ettiği şekilde korunması gerekiyor. Koruma fonksiyonunun bir müzecilik anlayışıyla yapılması gerek. Yani giriş çıkışların belli sınırlamalarla yapılması, güvenlik zafiyetinin acilen ortadan kaldırılması gerekiyor. Bu sadece Ayasofya için değil, biz eylem planımıza da bunu koyduk, diğer bütün kültürel varlıklarımız için geçerli çok ciddi önlemler alınması gerekiyor.
İstanbul için ayrı bir eylem planı hazırlıyorsunuz. Neden ayrı bir çalışma yapmak istediniz?
İstanbul çok önemli. Ben Ankara’da kültür işletmeciliği yaparken hep soruyorlardı, İstanbul mu Ankara mı diye. Benim bir tanımlamam var; Ankara mutfaksa İstanbul salondur. Ankara birçok sanatçı yetiştirmiştir, önemli bir merkezdir. Ama nüfus anlamında, kozmopolit yapısı anlamında, Türkiye’nin dünyaya açılan yüzü İstanbul. Türkiye’nin kültür sanat hayatı altı ilde dönüyor ve bunun merkezi noktalarından biri İstanbul. Dolayısıyla bu kent özelinde ayrı bir çalışma yapılması gerektiğine inanıyoruz. İstanbul’a özel bir önem verdiğimizi parti programımızda da görebilirsiniz. Biliyorsunuz 2010 Kültür Başkenti döneminde gerçekten çok güzel çalışmalar yapıldı. Buraya odaklanıldığında ben Türkiye adına çok önemli işlerin çıkacağını düşünüyorum. Tabii açıklık getirilmesi gereken konular var, Haydarpaşa gibi birçok konu var. Çok yakında İstanbul eylem planımızı da açıklayacağız.
Eylem planında kitapta vergi indirimi, Eurovision’a katılım, sanatçılara vize kolaylığı sağlanması, kütüphaneler ve müzelerle ilgili düzenlemeler gibi birçok başka başlık var. 90, 180 ve 360 günlük planlar yapmışsınız. Deva Partisi ya da olası bir koalisyon iktidarında, hepsini gerçekleştirebilmek için merkezi yönetimden tam destek alacağınıza inancınız tam mı?
Deva Partisi adına tam. Çünkü biz bu eylem planlarını bunun için yazıyoruz. Deva Partisi iktidara geldiği zaman eylem planımızda yazar her şeyin olabileceğine sonuna kadar inanıyorum. Çünkü bu bir söz. Biliyorum Türkiye’de siyaset biraz hamaset üzerinden ilerliyor. Ama biz Deva Partisi olarak böyle ayrışıyoruz. Siyaset, bir ülkenin sorunlarına çözüm bulan kurum olmalıdır. Dolayısıyla eylem planları bu anlamda çok önemli. Hiçbir alanı boş bırakmadan, her alanda ilk 360 günde neler yapacağımızın yazılı olarak sözünü veriyoruz. Eylem planları aynı zamanda bizim kontrol listelerimiz. Burada bunu söylemişsiniz ama yapmamışsınız diyebilecek vatandaşlarımızın eline bir liste veriyoruz ve altına da imza atıyoruz. Dolayısıyla Deva Partisi olarak bunların hepsinin gerçekleşeceğinin sözünü verebilirim.
#Atatürk Kültür Merkezi#Ayasofya Camisi#Demokrasi ve Atılım Partisi#Deva Partisi#Kültürel Atılım Eylem Planı