Ankara sokaklarında geçmişe bir yolculuk yapıp kadınların ev yaşamı ve mahalle kültüründen kareler yansıtan “Evin Hatırı” sergisi İsmet İnönü Parkı’nda açıldı. Sergiyi hazırlayan Prof. Dr. Funda Şenol Cantek “eve itibarını iade etmek” istediklerini vurgularken “Evin hatırını sorduk. Bir meslek kategorisi bile sayılmayıp ev kadınlığı denilip küçümsenen emeğin görünür olmasını istedik. Sergi bu arzunun ürünü” dedi.
“Evin Hatırı” sergisi Çankaya Belediyesi’nin ‘25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ kapsamındaki etkinlikleri arasında yer alıyor. Serginin uzun süre açık kalması planlanıyor. Koray Özalp’in Ankara arşivinden yararlanılarak hazırlanan sergide “dünya evi”nden “kadınlar matinası”na, “bohça”dan bohçacılara, “evlatlık”lardan “sabun köpüğü güzellik”lere kadın ve ev hikâyeleri aktarılırken; sucular, yoğurtçular, bileyciler, ayakkabı tamircileri, gündelikçi terzilerin sokaklarda dolaştığı günlere de bir yolculuk yapılıyor.
Funda Şenol Cantek, sergiyle ilgili sorularımızı yanıtladı.
“Evin Hatırı”nı sormak fikri nasıl başladı, gelişti?
Kamusal-özel alan ayrımı, mekan çalıştığım için beni hep meşgul etmiştir. Belki de bu ayrıma kafayı taktığım için mekan çalışıyorumdur. Kadınların özel alana, eve ve aile merkezli yaşama itilmeleri, erkeklerin ise kamusal alana tahakküm kurmaları, ataerkinin, cinsiyet ayrımcılığının temelinde yatan unsurlardan biri. Evi değersizleştirmek, hayatın akışının, siyasetin, kültürün, ekonominin vb. dışında tutmak ve ev eksenli yaşayan kadınların harcadıkları karşılıksız ama olağanüstü emeği görmezden gelmek anlamına da geliyor. Hayatın sürmesi, neslin devamı, hane halkının kamusal alana hazırlanması, duygusal ihtiyaçlar… Bunların hepsi evdeki emekle olan şeyler. Bu sebeple bir meslek kategorisi bile sayılmayıp ev kadınlığı denilip küçümsenen emeğin görünür olmasını istedim. Sergi bu arzunun ürünü. Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele gününe, yani 25 Kasım’a denk getirdik açılışını. Çünkü karşılıksız bakım emeği ve duygusal emek de bir şiddet biçimi. Ekonomik şiddet. Ayrıca ev eksenli yaşamaya zorlanan kadınlar da şiddete uğruyorlar.
Sergide “evin halleri”ne bir yolculuğa çıkılıyor. Fotoğraflar aracılığıyla bir dönemin gündelik yaşamıyla ilgili sosyolojik değerlendirmeler yapıyorsunuz. Başkentin tarihine de kadınlar üzerinden, kadınlar aracılığıyla bakıyorsunuz. Gözlemlerinizi nasıl özetlersiniz?
Eve itibarını iade ederken karşıma geçmişten bugüne mahalle kültürünü, komşuluğu, ekonomiyi, gündelik hayatı oluşturan unsurlar çıktı. Meselâ bugün çoğunluğun hatırlamadığı zanaatler, meslek türleri, mal ve hizmetler. Bunun yanında AVM’ler yokken nerelerden alışveriş eder, nerelerde sosyalleştirdik sorusunun izini sürdüm ki ben o günleri yaşadım. Geçmişte sosyal hayat, alışveriş olanakları, komşuluk, mahalle türü örgütlenmeler toplumsal yapıyı belirleyen unsurlardı. Olumlu ve olumsuz yanlarıyla. Çünkü biliyorsunuz mahalle kültürü baskıcı da bir kültürdür.
Ama AVM çöplüğüne dönen ülkemizde tüketimin, emek sömürüsünün, çevreye duyarsızlığın da had safhaya çıktığını eklemeliyim. Biraz da küçük güzeldir, az çoktur demek istedim.
Bunun yanında, Ankara’nın artık var olmayan mekânlarını, meselâ Sümerbank’ı, Atatürk Orman Çiftliği’ni, şehrin göz alıcı derelerini, bağlarını, eski mahallelerini de anmış oldum.
Sergi ne kadar açık kalacak? Bir yayına dönüşme olasılığı var mı?
Serginin aylarca açık kalmasına karar verildi. Yağmura, kara dayanıklı bir malzemeden hazırlandığı için görseller, dayanabildiği kadar kalsın dedik. Söz konusu kadınlar olunca, epey dayanacaklarını düşünüyorum. Şimdilik sadece 8 Mart’ta kapalı bir mekânda sergileriz diye düşündük. Yayın düşünmedik.
Sergide yer verilen metinlerden seçtiklerimiz:
Dünya evi: Eskiler evliliğe “dünya evine girmek” derlerdi. Dünya evi bu alemdeki zorunlu mekanı sayılırdı kadınların. Bu eve giremeyenler eksikli görülürdü, öyle hissettirilirdi. Evlerin sorumluluğu, “işsiz” kategorisinde sayılan “ev kadınları”ndaydı. Eşini, onun ailesini ve çocuklarını rahat ettirmek, çalışan ve okuyan hanehalkını “dışarıdaki” hayata hazırlamakla mükelleftiler. Genç Cumhuriyet Ankarası’nda nikahlar önceleri Halkevi binasında sonraları ise Gençlik Parkı’ndaki nikahsalonunda kıyılırdı. Dönemin gözde otomobili Murat 124 süslenir, “hayatının en mutlu gününü” yaşadığı iddia edilen çift dünya evine adım atardı.
Dünya evinin sahibesi: Çalışmadığı varsayılan bir kadının ev işleri ve çocuk bakımı için harcadığı kalorinin büroda çalışan bir kadına eş, fabrikada ve ağır işlerde çalışan kadınlara ise çok yakın olduğu hesaplanmış eski dergilerden birinde. Düşünsenize, bahsedilen işlerde çalışan kadınların neredeyse tamamı, eve gelip, çalışmadığı varsayılan kadının gün içinde yaptığı işleri mesai dışı saatlere sığdırmaya çalışıyorlar. Her durumda kadınların harcadıkları bedensel ve duygusal emek çok ağır. Dünya evinin küçümsenen ve parasal karşılığı, emeklilik hakkı da olmayan işlerinin dünyanın dönmesini sağladığını unutmayalım!
Bohça (Pandora’nın Kutusu): Çeyiz bir genç kızın iffetinden sonra en değerli sermayesi sayılır bizim kültürümüzde. Çeyizin içeriği değiştiyse de iffetinki değişmedi maalesef. Artık özellikle büyük şehirlerde neredeyse hiç rastlanılmayan bohçacı kadınlar, ekonomik durumlarına göre genç kızların çeyiz bohçaları ya da sandıklarını dolduracak parçaları satarlardı kapı kapı dolaşıp. El işi konusunda becerisi olmayan veya yapmaya vakit bulamayan kadınlar, bohçacının mini sergisi etrafında kümelenerek gündelik rutinlerinin dışına çıkar, göz kamaştıran işlemeler, rengarenk kumaşlar arasında kaybolurlardı. Bohçalardan çıkarılan ışıltılı kumaşlar, çarşaflar ve örtülerden başlayarak iç çamaşırları, pijamalara kadar çeşitlenirdi. Fakat bohçacıların tek işlevi bu değildi. Semtten semte kapı kapı dolaşarak çöpçatanlık yapar, bazen aşıklar arasında mektup, bazen de evden eve dedikodu taşırlardı. Mahallenin bilgi ağının örümceği bu görmüş geçirmiş ağzı laf yapan kadınlardı. Sonradan mahalle kuaförleri bu enformasyon ağına eklendiler.
El kızları/evlatlıklar: Varsıl ailelerin çocuklarına halayıklar, evlatlıklar veya “besleme” diye seslenilen kız çocuklar, genç kızlar bakarlardı. Çoğu boğaz tokluğuna çalışmak için kalabalık ailelerinden koparılarak yahut onlar tarafından belli bir para karşılığında kapılandırılarak getirilmişlerdi. İyi beslenmiş, özen gösterilmiş çocukların yanında kavruk, iğreti dururlardı. Bir kısmı evin işlerini görürken kötü muamele de görürdü. Bazıları Habeş’ti. Siyah tenleriyle o ailenin bireyi olmadıkları hemen anlaşılırdı. Köle ticaretinin serbest ve yaygın olduğu imparatorluk döneminin izini taşırlardı. Bazen evin çocuklarıyla birlikte okula gönderilir, bazen de okutulmaz, evlenen küçükhanım veya küçükbeyle birlikte başka evlerin işlerini görmeye, çocuklarına bakmaya gönderilirlerdi. Kimisi de az bir çeyizle çırak çıkarılarak evlendirilirlerdi.
Kadınlar matinesi: Kadınların efkar dağıttıkları, hayran oldukları yıldızları görüp dinledikleri felekten çalınmış bir gündü kadınlar matinesi. Gazinoların gündüz de iş yapabilmeleri ve şarkıcıların, dansözlerin, orkestra elemanlarının ekstradan para kazanmaları için düşünülmüş olsa da, ucuz yollu bir eğlenceydi. Ucuzdu çünkü yiyecekler evde hazırlanıp götürülür, içecekler (en çok semaverde çay) gazinoda ısmarlanırdı. Kuru köfteler, dolmalar, börekler eşliğinde en popüler solistler, assolistler dinlenir, uykusu gelen, sıkılan çocuklar masalarda, birleştirilen sandalyelerde uyutulurdu.
Oynak türkülere masaların üstüne veya sahneye fırlayarak eşlik edilirdi. Program sırasında çiçek uzatılan, mendil atılan, yiyecek ikram edilen şarkıcılardan program bitince imza almak için kulis kapısına sıralanılırdı. Esenpark, Köşk, Gençlik Parkı, Gar gazinoları belli bir yaş üstü olanların hâlâ hatırındadır. Çoğu ailenin albümünde gazino fotoğrafçısı tarafından çekilmiş siyah-beyaz bir matine fotoğrafı olsa gerek.
#25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü#Çankaya Belediyesi#Evin Hatırı#Prof. Dr. Funda Şenol Cantek