Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’ne saldırı
Şevin Coşkun (Muş, HDP) – Değerli milletvekilleri, konuşmamı 23 Aralıktaki Paris katliamına dair yapacağım. İktidar, Kürt sorunundaki çözümsüzlüğünde ısrar etmektedir. Bu kapsamda, Kürt kimliğine, diline, kültürüne, siyasi mücadelesine yönelik saldırılar her geçen gün artmaktadır. Partimize yönelik siyasi soykırım operasyonları devam etmektedir. Yurttaşlar Nevroz’a, 8 Marta, HDP’nin etkinliğine katıldı diye kolluğun pervasız saldırılarına maruz kalmakta, gözaltına alınmakta ve yargılanmaktadır. Partimize gönül verenlere, siyasetçilerimize verilen hapis cezalarıyla başka ülkelerde sürgün hayatı dayatılmaktadır. Birçok arkadaşımız, yoldaşımız, seçilmişlerimiz ailesinden, ülkesinden uzak bir yaşama zorlanmaktadır. Bu zor yaşamın yanında, bir de suikastlarla katledilmektedir. Irak Kürdistan bölgesinin Süleymaniye kentinde Mehmet Zeki Çelebi ve Nagihan Akarsel’in katledilmesinin ardından 23 Aralıkta Fransa’nın başkenti Paris’ten bir katliam haberi geldi. Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’nde Emine Kara, Mir Perver -ve diğer ismiyle Mehmet Şirin Aydın- Abdurrahman Kızıl katledildi, 2’si ağır 7 kişi yaralandı. Elbette bu katliam sıradan, tesadüf değildir. Daha önce Paris’te 9 Ocak 2013’te 3 Kürt kadın siyasetçi Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez’in katledildikleri saldırının bir devamıdır, tetikçileri farklı olsa da emri veren zihniyet aynıdır. 9 Ocak Paris katliamının yıl dönümüne sayılı günler kala bu saldırı gerçekleşti. On yıl önceki Paris katliamı aydınlatılsaydı; tetikçi Ömer Güney’in MİT’le olan ilişkisi, ses kayıtları, katliam öncesi Türkiye’ye geliş gidişleri araştırılsaydı 23 Aralıkta ikinci Paris katliamı yaşanmayacaktı. Evet, bu ülkenin yurttaşları katlediliyor ama iktidardan tek bir ses yok. Aslında iktidarın katledilen 3 yurttaşı hakkındaki sessizliği Kürt düşmanlığının bir göstergesidir çünkü bırakın Fransa devletinden hesap sormayı, taziye ve başsağlığı mesajı adına tek bir söz kurmadı. En yalın hâliyle söylüyoruz: İkinci Paris katliamı da birinci katliamın devamıdır.
Değerli milletvekilleri, 23 Aralıkta Paris’te katledilenlerden birisi de Muş’lu Mir Perver’di. 29 yaşındaki Mir Perver sazıyla, sesiyle sanatını icra ediyordu, evli ve 4 yaşında bir çocuk babasıydı. Muş’ta partimizin 2018’deki çalışmalarında yer alan Mir Perver, Anayasa’da demokratik bir hak olan bir yürüyüşe katıldığı için 2016 yılında tutuklandı, iki yıl cezaevinde kaldı. Örgüt üyesi olmak iddiasıyla Perver hakkında açılan davada verilen yirmi yıllık ceza 2019’da Yargıtay tarafından onandı, ardından Mir Perver yurt dışına gitmek zorunda kaldı. Perver sanatına Paris’te Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’nde devam ediyordu. Ahmet Kaya da yıllar önce bu ülkede “Kürtçe şarkı yapacağım.” dediği için linçe maruz kaldı, sürgüne gitmek zorunda kaldı ve sürgünde hayatını kaybetti. Mir Perver de 23 Aralıkta sevgili Ahmet Kaya’nın adı verilen bu kültür merkezine yapılan saldırıda katledildi. İşte Mir Perver de Kürt olduğu için, HDP’nin demokratik mücadelesine gönül verdiği için “terörle mücadele” adı altında uyduruk dava dosyalarıyla bu şekilde adım adım ölüme sürüklendi. Her seferinde “Keşke ülkemde olsaydım.” diyen Mir Perver’in maalesef, cenazesi Türkiye’ye getiriliyor. Biz de perşembe günü Muş’ta düzenlenecek olan cenaze töreninde olacağız. Bu katliama karşı, herkesi Mir Perver’in mücadelesi için dayanışmaya ve sahiplenmeye çağırıyoruz. Fransa devletine bu katliamı aydınlatması için çağrıda bulunurken katliamın arkasındaki güçler de çok iyi bilsinler ki Sakinelerin, Mir Perverlerin, Kürtlerin özlemleri; özgürlük, eşitlik, barış talepleri için verilen mücadelemiz büyüyerek devam ediyor, büyümeye de devam edecektir.
Arif Nihat Asya anıldı
Erhan Usta (Samsun, İYİ Parti) – Cumhuriyet Dönemi’nin önde gelen edebiyat temsilcilerinden birisi olan ve Bayrak Şairi olarak da anılan merhum Arif Nihat Asya’yı vefatının 48’inci yıl dönümünde saygı ve rahmetle anıyorum.
“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın,
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun,
Yuvasını bozacağım.”
Bu mısraları zannediyorum AK PARTİ’li arkadaşlar hatırlayacaklardır. AK PARTİ bunlardan rahatsız olduğu için ders kitaplarından bu mısraları çıkarmıştı. Biz, İYİ Parti olarak hem millî şairimiz Arif Nihat Asya’ya hem de bu anlamlı şiirin her mısrasına sahip çıkacağımızı buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Erkan Akçay (Manisa, MHP) – (…)Merhum Bayrak Şairimiz Arif Nihat Asya petrol lambasının cılız ışığı altında bayrağımıza sarılarak kalemi eline almış ve şu dizeler mürekkebinden dökülmüştür:
“Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder…
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın; ne çıkar!
Yurda ay yıldızının ışığı yeter.”
Bülent Turan (Çanakkale, AK Parti) – Bugün Bayrak Şairimiz Arif Nihat Asya’nın vefatının 48’inci seneidevriyesi. Edebiyatımıza Bayrak şiirini, Dua şiirini, muazzam şiirleri kazandıran, yüreklere dokunan naat-ı şerifi yazan Arif Nihat Asya’nın millî ve manevi duygularımızı coşturan dizeleri hâlen tüm milletimizin yüreğinde. “İçimizden biri köprü olmaya razı olmazsa kıyamete kadar bu suyun kıyılarını bekleriz.” diyen Bayrak Şairimiz Arif Nihat Asya’yı rahmetle, minnetle, özlemle yâd ediyoruz.
Çocuk istismarı ve İstanbul Sözleşmesi
Metin Nurullah Sazak (Eskişehir, MHP) Değerli milletvekilleri, son günlerde gündeme gelen, şüyuu vukuundan beter menfur olay kamu vicdanını derinden yaralamıştır. Türkiye Cumhuriyeti, devlet geleneği ve ortak hafızasıyla kökleri mazide olan atidir ve bugün, bu necip milletin Türkiye Büyük Millet Meclisinde, kabileden dönme uydu devletler gibi “çocuk istismarı” başlığı altında hâlen bu konuları konuşup düzenlemelerin eksikliğinden bahsediyor olmamız, çok büyük eksik, geçmişimize yapılan haksızlıktır. Köküne yabancı, modernizm kisvesinde, sosyal hezeyanlarla yeniden keşiflerin pazarı olan, toplum mühendisliğiyle yönlendirilen, kurdurulmuş devletlere yakışır gündemler bizi yolumuzdan alıkoymakta, esası unutturarak muasır medeniyet olarak ilerlemenin önüne geçmektedir. (…)
Yetişmekte olan nesil için potansiyel en büyük tehlikelerden biri olan filtresiz sosyal medya ve dijitalleşen dünyaya karşı da ciddi çalışmalar yapılmalıdır. Bu bağlamda hem fiziksel hem ruhsal hem de toplumsal gerçeklerin sınırları millî ve kültürel değerlere uygun olarak net çizilmelidir. Her türlü bireyin kolayca erişebilir içerik ürettiği, kültürlerin dijital potalarda eritilerek yine tekdüze değersizleştirilmiş değerlerle oluşturulan tek tip insan modeli, çocuklarımızın ve gençlerimizin ruhlarına yapılan en büyük istismardır. Bu oyun, bizim binlerce yıldır oluşturduğumuz aile, çevre ve değerler kavramlarını yıkma yolunda atılan ilk düğümdür. “Özgür ve özgür seçimler” olarak dünyaya son elli yıldır sanki öncesinde yokmuş da yeni keşfedilmiş gibi, Batı tarafından özellikle dikte edilen yeni kavramlar çok tehlikelidir. Felsefenin en derin tartışmalarından biri de özgürce yaptığımızı sandığımız seçimleri “Neye göre yaparsınız?” sorusudur. İnsan seçimlerinde gerçekten özgür müdür? Hür seçimlerde bizi yönlendiren fikir nasıl oluşmuştur? Hâlâ cevabı uzun tartışma konusu olan bu sorularda kesin olan gerçek, doğduğumuz an itibarıyla içinde bulunduğumuz toplumdaki her gerçeklik bilinç ve/veya bilinçaltı düzeyinde size ve seçimlerinize yansımaktadır.
Aileyi kadın-erkek, toplumu özgür ama bireysel bireyler grubuna indirgeyerek kültürel ve ahlaki kuralları dogma olarak gösterip “subliminal” mesajlarla yönlendirilen bir nesil yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Ne çocuk gelin ne de cinsel kimlik çağrısı yapan çocuk formları özgürlük adı altında kabul edilmemelidir. Dijitalleşme ve modernleşme adı altında duygusal boşlukta olan yeni neslimiz şimdiye kadar hiç olmadığı kadar istismara açıktır. Bu öyle kötücül bir istisnadır ki belli kurumların birbiriyle olan çatışmalarının toplumda infial yaratıp oluşturulmaya çalışılan itibar suikastlarıyla çocukların en dokunulmaz alanları üzerinden oynanacak hâle gelmiştir.
Jale Nur Süllü (Eskişehir, CHP) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; son yıllarda, istismar sonucu genç yaşta yaşama veda eden öyle çok çocuk ismi duyar olduk ki her biri yüreğimizi dağladı. Peki, ya isimleri sadece baş harfleriyle kayıtlarda ve medyada yer alan, adlarını bilemediklerimiz… Hepsinin ortak özellikleri, ölmeden mezara girip yaşamları boyunca bu travmayla baş etmeye çalışmaları ve 18 yaş altında olmaları.
Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1’inci maddesi uyarınca 18 yaşına kadar her insan çocuk sayılmaktadır. İç hukukumuzda da Türk Ceza Kanunu ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu gereği 18 yaşını doldurmamış kişi, çocuktur. 1989 yılında kabul edilen çocukların yaşama hakkı, eksiksiz biçimde gelişme hakkı, zararlı etkilerden, istismar ve sömürüden korunma hakkı, aile, kültür ve sosyal yaşama eksiksiz katılma hakkını tanımlayan çocuk haklarına dair sözleşme, 4 Mayıs 1995 tarihinde yürürlüğe girerek iç hukukumuz açısından da bağlayıcı olmuştur.
Peki, bu sözleşmenin gereğini yerine getirebiliyor muyuz? İnanın, buna evet diyebilmeyi çok isterdim ama ne yazık ki hayır. Tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve iç hukuk gereği sevgi gösterip koruyup kollamakla kalmayıp haklarına saygı göstermemiz gereken çocukları aile içinde, sokaklarda, iş yerlerinde istismardan koruyabiliyor muyuz? İnanın, evet demeyi yine çok isterdim ama ülkemiz gerçekleri ne yazık ki bu yönde değil.
Çocuk yoksulluğu, eğitim hakkı ihlal edilen çocuklar, onda 8’i kayıtsız, 2 milyonu bulan, elverişsiz koşullarda çalışan çocuk işçiler, iş cinayetlerinde yitirdiğimiz çocuklar o kadar çok ki. Bakın, özellikle mevsimlik işçilerin çocuklarının eğitimde, güvenlikte, barınmada yaşadıkları hak ihlalleriyle, son on yılda yüzde 100 artışla başlama yaşı 12’ye düşen madde bağımlılığıyla ve suça karışma oranlarıyla çocukların o kadar çok hakkı ihlal ediliyor ki. Güç ilişkisi sonucu yetişkinlerin çocuklara uyguladığı fiziki, ekonomik, psikolojik istismar geniş bir alanı kapsasa da en görünen ve ağır olanı cinsel istismardır. Türkiye’de son on beş yılda çocuğa yönelik cinsel istismar vakalarının yaklaşık yüzde 400 oranında artması ve bu konuda dünya 3’üncüsü olması son derece düşündürücüdür.
2010 yılında onayladığımız Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması adıyla Lanzarote Sözleşmesi’nin gereklerini ne yazık ki yerine getiremiyoruz. Birleşmiş Milletler raporlarında erken yaşta evliliklerde Türkiye 202 ülke arasında 87’nci sırada, Avrupa’da ise 1’inci sırada yer almaktadır. TÜİK istatistiklerinde, 2020 yılında 16-17 yaş kız çocuklarının yüzde 88’i kendilerinden 4 ila 33 yaş büyük erkeklerle evlendirilmekte olup resmî olmayan çocuk evlilikleri dikkate alındığında bu sayıların çok daha ürkütücü olduğu anlaşılmaktadır. Hukuken çocuk yaşta, erken ve zorla evlilikler Türkiye’nin taraf olduğu CEDAW Sözleşmesi’ne de aykırıdır. Çocuk yaşta evlilikler… Hani, şu, bir gece ansızın tek bir erkeğin kararıyla kaldırdığını söylediği, Meclisçe 6251 sayıyla onaylanan, hâlâ yetkide ve usulde paralellik gereği Meclisçe feshedilmesi gerekmesine karşın Danıştayın da hukuksuzca yürürlükten kaldırıldığını onayladığı İstanbul Sözleşmesi sadece kadınları değil aslında çocukları da korumaktaydı. İstanbul Sözleşmesi’nin 36/2’nci maddesi gereği evlilik rızayla olmalı, “Rıza, mevcut koşulları değerlendirilen kişinin özgür, serbest iradesinin bir sonucu olarak gönüllü, isteğe bağlı olarak verilmelidir ve bu rıza tam olmalıdır.” diyordu. Dolayısıyla, İstanbul Sözleşmesi’ni bir gecede ansızın kaldırmakla çocuklar da korumasız hâle getirildi.
#Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi#Ak Parti#Arif Nihat Asya#CHP#HDP#İstanbul Sözleşmesi#İYİ Parti#MHP#Paris saldırısı