İklim krizi teorik bir tartışmanın konusu olmayı çoktan aştı, etkilerini her gün daha yakıcı hissettiğimiz somut bir tehdide dönüştü. Eserleri ve söylemleriyle bu tehdide dikkat çeken sanatçıların sayısı artarken, kültürel alan uzun zamandır sorunların dile getirilmesine sahne oluyor. Aynı zamanda, doğaya zarar veren şirketlerin sanat kuruluşlarıyla bağı ifşa ediliyor ya da yeşil festivallerin, yeşil kültür mekânlarının yaratılmasına uğraşılıyor.
Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Koray Doğan Urbarlı’yla görüştük ve hem Yeşiller Partisi’ni, ilkelerini, hem de yeşil kültür politikalarının neleri kapsadığını sorduk.
Yeşiller Partisi’nin resmen kurulması için İçişleri Bakanlığı’na 21 Eylül 2020’de başvuru yaptınız ama ardından birçok zorlukla karşılaştınız. Bu zorluklar neden kaynaklandı? Aşılabildi mi? Eğer başvurunuzun ertesi partiniz kurulabilseydi önümüzdeki seçimlere katılabilecek miydiniz?
Bu zorlukların neden kaynaklandığını bilmiyoruz. Davalarımızın sürdüğü mahkemelerdeki hâkimler de bilmiyor. Gazeteciler de bilmiyor. Kamuoyu da bilmiyor. Biz de soruyoruz, hâkimler de soruyor, gazeteciler de soruyor, kamuoyu da soruyor ama konunun muhatabı İçişleri Bakanlığı’ndan bir yanıt gelmiyor. Esas nedeni söyleyemedikleri gibi bahaneleri de sürekli değişiyor ve bizi bir kere daha ülkemizin geleceğinden kaygı duyacak pozisyona itiyorlar. Ya da bir başka şekilde ifade edersem kaygılarımıza bir sebep daha ekliyorlar. Yaptıklarının hukuksuz ve en önce Anayasa’ya aykırı olduğunu bildikleri için de ifadelerini sürekli değiştiriyorlar. “Belgeleri inceliyoruz” bahanesi yerini “Bize hiç belge gelmedi!” bahanesine bıraktı. Bunu söyledikleri an belgelerimizle kapıya gittik ama sonuç değişmedi. Devlet şu anda Yeşiller Partisi’nin kurulmasından rahatsız. Günün birinde bu rahatsızlığın, bu çekingenliğin sebebini ortaya koyacaklar illa ki. Fakat şu anda bilmiyoruz.
Sorunuzun ikinci kısmına gelirsem, Türkiye’de bir siyasi partinin kendi başına bir seçime katılabilmesi için 81 ilin yarısında ve o 41 ilin de üçte bir ilçesinde, il ve ilçe binası olması gerekiyor. Bu insan kaynağı açısından çok büyük bir sorun değil. Fakat ekonomik anlamda büyük bir engel. Bu sebeple üyelerinin katkıları dışında bir ekonomik kaynağı olmayan Yeşiller Partisi için bu engelin kolay aşılacağını söylemek doğru olmaz.
Fakat, Türkiye’de seçime ittifaklar ile katılmak da mümkün. Yeşiller Partisi’nin logosu ile değil; ama üyelerimizin ittifaklar içindeki adaylıklarıyla seçime katılmamız mümkün. Bunun için partimizin kurulmuş olması da gerekmiyor. Sonuçta biz varız ve siyaset yapıyoruz.
Türkiye’de daha önce de yeşil partiler kuruldu. Yeşiller Partisi’nin sizce Türkiye’de nasıl bir karşılığı var? Partinizin, diğer yeşil partilerden nasıl bir farkı var?
Türkiye’de kurulan ilk Yeşiller Partisi 1988 yılında kuruldu. Öncesiyle düşündüğümüzde neredeyse 40 yıllık bir hareketten bahsediyoruz. Fakat hiçbir zaman tam olarak kendi koşullarıyla ayakta kalamamış, konjonktürel olarak gerilemeler yaşamış bir hareket Yeşil Hareket. Sürekli bir arayış var. Kurulmuş, kapatılmış. Kurulmuş, başka bir partiyle birleşmek için kendisini kapatmış. Orada yaşanan sorunlar sebebiyle tekrar bağımsız olmuş. Tekrar kurulmuş. Bunu da neredeyse her seferinde yeni kuşaklarla yapmış. Burada bir arayış olduğunu görüyoruz. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Her zaman sözü bir şekilde dinlenmiş ama Türkiye’nin diğer problemleri içerisinde de kısık kalmış bir parti, Yeşiller Partisi. Şimdi herkes kuraklık konuşuyor. İklim Krizi denmeden artık ekonomi de konuşulamıyor, günlük yaşam da… Yeşiller olarak bu sorunlar bizim yıllardır ifade ettiğimiz konulardı. Müsilaj oldu hatırlarsınız. Unuttuk aslında. Fakat Marmara’nın ölmemesi için yıllardır mücadele edenler bizim arkadaşlarımızdı.
3. Yeşiller Partisi’nin ne gibi bir farkı var? Sanırım en büyük farkımız artık zamanımız geldi. Eskiden “gelecekten problemleri ifade eden moral bozuculardık”. Şimdiyse gelecek geldi ve problemler düşündüğümüzden de ağır şekilde karşımızda.
Gezi Direnişi’nde belirginleştiği üzre, çevre ve kent hakkı savunusu, toplumsal muhalefetin önemli ayaklarından biri. Karadeniz’de Hes direnişlerinden Kazdağları savunmasına, meralardan koyların korunmasına birçok direnişe şahit oluyoruz. Türkiye’de eylemlilik baskı altındayken, toplumsal muhalefette bu gündemin öne çıkmasını nasıl yorumluyorsunuz? Partiniz bu direnişlerle bağ kuruyor mu?
Öncelikle yaptığınız tespitin doğru olduğunu ifade etmek isterim. Türkiye’de Yeşil Hareket’in ilk büyük eylemlerine baktığımızda da bunları görürüz. Nedir bunlar? Ankara’da Güvenpark’ın altına otopark yapılmasına karşı eylemler, Caretta Carettaların yaşam alanlarının yok olmasına karşı eylemler ve termik santral karşıtı eylemler. Türkiye’de hep böyle bir damar vardı ama Gezi nasıl ki dokunduğu her konunun daha kalın harflerle yazılmasına fayda sağladıysa özellikle kent konusunu gündemimize oturttu.
Milan Kundera’nın çok tekrar edilen bir sözü vardır: “İktidar sizi nerenizden yaralıyorsa orası kimliğiniz olur.” Toplumsal muhalefetin bu saydığınız noktaları benimseyerek oradan yükselmesinin de sebebi bu aslında. HES direnişleri köyün içinden geçen dere için yapıldı. Kazdağları bırakın Türkiye’yi dünya için önemli bir yer ama öncelikle orada yaşayanlar karşı çıktılar madene. Meralar, koylar, kentlerdeki parklar… Hepsi artık yaşamımızın hedef alındığı saldırılara karşı verilen mücadelelerdi. İktidar yaşamı hedef aldı; insanlar yaşamlarını korumak için ayağa kalktılar.
Partimiz gücümüzün yettiği oranda, kimi yerde en önde, kimi yerde daha arkada ve öğrenmeye çalışarak, bu hareketlerle bağ kuruyor. Tarihsel olarak zaten bağlarımızın olduğu hareketler bunlar.
‘Sorunları birbirinden ayırarak çözemeyiz’
Yeşiller Partisi’nin, iklim kriziyle mücadeleyle birlikte, politik çerçevesini ve kapsamını nasıl çiziyorsunuz?
Sorunların birbirinden ayrılarak çözülebileceğini düşünmüyoruz. İklim krizini çözdüğümüz ama ekonomik adaletsizliğin olabildiğince devam ettiği bir ülke, bir dünya olamaz. Kentsel hakların tüm canlılar gözeterek çözülemediği bir sonu da “mutlu son” olarak görmeyiz. Bugün birçok sorun çok kapsamlı şekilde iç içe geçmiş durumda. Bir taraftan barınma sorunu var; bir taraftan da her tarafın beton içinde kalması ve nefes alamaz kentler yaratmamız sorunu var. Dağa taşa ev yapmışız, şehirde yeşil alan bırakmamışız ama barınma sorunu azalacağına artmış. Daha kötü şehirlerde, daha kötü koşullarda, daha pahalı yaşamak… Karşı karşıya kaldığımız dahiyane çözüm bu! Yeşiller Partisi olarak tüm bu sorunların aynı anda çözülmesi gerektiğini ve bunun kesin bir şart olduğunu biliyoruz. Bir taraftan da daha az enerjiye ihtiyaç duyan, suyunun kıymetini bilen binalar yapmalıyız. Çünkü tüm konutları bedava da yapsak suyu akmayan bir evin hiçbir kıymeti olamaz.
İşin çok kolay olmadığını biliyoruz fakat çözümsüz değil. Dünyada örnekleri var. Bizim de kapsamlı çözüm önerilerimiz var. Çözümsüzlüğün ne olduğunu görmek için ise İstanbul’da biraz dolaşmak yeterli.
Yeşil İlkeleriniz arasında ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’, ‘yerel ve doğrudan demokrasi’, ‘adil paylaşım’, ‘özgür yaşam’ ve ‘çoğulculuk’ da var. Aynı zamanda, partinizin kuruluş aşamasında ‘kadın – erkek eşitliğini’ gözettiniz. Engelli ve LGBTİ+ kotası uyguladınız.
Yeşil Hareket, çevreciliğin farklı bir ifadesi değil. Zaten sadece çevreyi, sadece ekolojiyi önemseyen bir siyasi parti de olamaz. Düşünün yüzde 80 oy almışsınız. Tek başına iktidara gelmişsiniz ve sadece Çevre Bakanlığı’na talip oluyorsunuz.
Yeşil Hareket’in sadece bir ayağıdır çevre ve ekoloji. Toplumsal cinsiyet eşitliği bu ayaklardan bir tanesidir. Şiddet karşıtlığı bir diğeridir. Yerel ve doğduran demokrasi bir başkasıdır. Bizim fikirlerimizi etrafında topladığımız 10 ilkemiz var. Bu bazı yeşil partilerde dörttür. Kimisinde daha fazladır. Fakat hepsi tüm yaşamı kapsamak üzerine geliştirilmiştir. Bu ilkeler Yeşil Hareket’i oluşturuyor. Adil paylaşım bizim hayal ettiğimiz dünyada var. Bu açından biz sadece çevreci değiliz. Hayatı açıklama çalışan bir ideolojiye mensubuz.
Biz LGBTİ+ kotası uygularsak iklim krizine daha doğru bir çözüm buluruz diye düşünmüyoruz. Eşitliğin olmadığı bir yerde iklim krizine çözüm bulmanın bir anlamı olmayacağını ve bizi tekrar krizlere sürükleyeceğini düşünüyoruz.
‘Kültür alanında işe, dinleyerek başlarız’
Bu kapsam içinde kültür politikaları nerede duruyor? Yeşiller Partisi’nin kültür politikası var mı? Yeşil kültür politikaları neleri kapsar?
İşte ilkeler burada da devreye giriyor. Belli ilkeleri önceden önünüze koyarsanız bu her türlü soruna yaklaşımınızda fayda sağlar. Yeşiller olarak kültür ve sanat politikamız var. Doğrudan programdan aktarmak iyi olacaktır: “Sanat doğası gereği özgürdür. Muhafazakârlaşmanın ve milliyetçi resmi ideolojinin baskısı altındaki sanatçılar rahat bırakılmalı, özgür bir sanat ortamı için maddi imkânlar da dahil olmak üzere her türlü destek verilmelidir.” Bu elbette çok basit, çok geliştirmeye açık bir giriş olarak görülebilir. Buna katılırım. Katıldığım anda da ilkelerimize dönelim derim. Bizimle olan kültür ve sanat insanlarıyla politikamızı geliştirir, bunu diğer önceliklerimizle harmanlarız. Şimdiye kadar hep böyle yaptık ve yeşil kültür politikalarına ulaştık.
Bizimle olan kültür sanat insanları demişken, İlkay Akkaya, ‘Almanya iltisaklı bir partisinin korucusu olduğu’ gerekçesiyle Bursa Nilüfer Ülkü Ocakları tarafından hedef gösterildi, konseri iptal edildi. “İlkay Akkaya’nın yanındayız. Sanatla bu karanlığı güneşe çevireceğiz” dediniz. Nedir bu konunun özü? Sanatçıların Yeşiller Partisi’ne desteği nasıl?
Açıklamamızda görmüşsünüzdür İlkay Akkaya 2008 yılında kurulan Yeşiller Partisi’nin kurucularındandır. Zaten şikâyet mektubu denen “şeyde” de bu vurgu var. Akkaya’nın Yeşiller ile ilişkisi yasaklama sebeplerinden biri olarak gösteriliyor. Akıl alır bir durum değil. Mektup tamamen deli saçması, alınan karar da buna çanak tutuyor. İktidarın ve onun bürokratik uzantılarının sanata ve sanatçılara karşı bir hıncı olduğu ortada. Bu sadece muhalif diye bilinen sanatçılara yönelik de değil. Aleyna Tilki’nin konserinin iptal edildiği bir süreçten geçiyoruz. Ya da son dönemde popüler kültür alanında faaliyet gösteren, daha birkaç yıl önce hükümetin yanında olarak görülen ama şimdilerde sadece birkaç açıklaması yüzünden sıfırlanmaya çalışılan sanatçılar görüyoruz. Gülşen, Şahan Gökbakar gibi. Hükümet diğer konularda başarısız oldukça sanata ve sanatçıya saldırmayı seçti. Çekirdek seçmenini böyle koruyacağını düşünüyor. İnsanları mutlu eden, güzel olan ya da en azından güzel olma iddiasında olan her şeye düşmanlık yapıyorlar.
Sanatçılar da bu ortamdan etkileniyorlar tabii ki. Doğrudan destek olanlar var. Bizimle olduğunu söyleyen ama isminin açıklanmasını istemeyen de var. Anlayışla karşılıyorum onları da. Kimseyi insani duygularından ötürü suçlayamayız.
Yeşiller Partisi yönetiminde, kültür alanında işe nereden başlarsınız?
Öncelikle dinleyerek başlarız. Hazır yanıtlarla iktidara gelme iddiasının bizi getirdiği yer ortada. Bizim hazır yanıtlarımız değil; doğru yanıtları bulacağına inancımızın tam olduğu yöntemlerimiz, araçlarımız var. Kültür alanına yıllarını vermiş, sorunları doğrudan yaşamış, her soruna kafasında çözümler getirmiş çok değerli insanlar var. Öncelikle onları dinleyerek ve kendi dünyayı görüşümüzle (ideoloji) birleştirerek başlarız. Sonrası zaten gelecektir. Ben ya da herhangi bir Yeşiller Partisi yöneticisi ne kadar “mükemmel” insanlar olabilirler ki; bir sorunu o sorunu yaşayandan daha iyi bilebilelim? Fakat sorunların nasıl çözüleceğini iyi biliyoruz.
‘Yeşil badanacılara karşı duruyoruz’
Kültür alanı iklim savunmasıyla uzun zamandır iç içe. Örneğin, fosil enerjiye yatırım yapan sermayedarların kültür alanından çekilmesi, enerji şirketlerinin kültür kuruluşlarına sponsor olmaması ya da aralarındaki anlaşmaların ifşa edilmesi son yılların önemli gündemlerinden biri. Sizin bu konudaki görüşleriniz nedir?
Kültür faaliyetleri her zaman, insanlık tarihi boyunca, çok ama çok güçlüydüler ve çok büyük öneme sahip oldular. İnsanlara mutluluk veren, farklı duygular yaşatan ve sonuç olarak onları değiştiren bir yapının yanı başında olmanın değerini şirketler, yöneticiler, krallar, devletler de hemen anladılar elbette. Kültür tarihi biraz da bunun tarihi. Siz bu büyülü işin yanında olduğunuzda tüm günahlarınızdan da kurtuluyorsunuz. Bir firmanız bir ormanı talan ediyor; bir firmanız bir tarihsel yapıyı sular altında bırakan baraja kredi veriyor; bir firmanız ile fosil yakıtlara dayalı sistemin ayakta kalması için canla başla mücadele ediyorsunuz ama sonra gelip çok prestijli bir festivale sponsor oluyorsunuz ve kimse sizi talanla, tarihi yok etmekle ya da iklim kriziyle hatırlamıyor. Buna dur demek çok önemli. Biz de bu sanatın gücünü kullanan yeşil badanacılara karşı duruyoruz.
Yeşiller Partisi iktidarında, bu yönde yaptırımlar ya da adımlar görür müyüz?
Yeşiller Partisi’nin iktidar olduğu bir toplumsal ve siyasal yapıda bu gibi yeşil badanacılık girişimlerine kimsenin tenezzül edebileceğini sanmıyorum. İktidar dediğinizde 16-17 milyon kişinin sizin için oy kullanması anlamına gelir bu. Toplumsal baskı bu “sahtekârlığı” kendisi halledecektir.
‘Van Gogh’un Ayçiçekleri’ne ve gerçek ayçiçeklerine bir şey olmasın’
Kültürel mekânların iklim eylemlerine sahne olduğunu görüyoruz. Yıllardır devam ediyor ancak son dönemde ünlü tablolara yönelik eylemler dikkat çekti. Müzelerin iklim eylemlerine sahne olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? “Hayat mı daha önemli, sanat mı?” sorusu sizce iyi bir formül mü?
Kesinlikle iyi bir formül değil. Hayatın olmadığı bir ortamda bir resme sanat nosyonunu yükleyecek kimse de olmayacağı için bu formül iyi bir formül değil. Neden müzeler var? Çünkü sanat paylaşılmak isteniyor. Biz de sanat eserlerini görmek istiyoruz. Paylaşacak kimse kalmadığında, biz ortada olmadığımızda ortada tartışılacak bir konu da kalmıyor.
Burada konuşmamız gereken bana kalırsa şu: İklim aktivistleri yıllardır eylemler yaparlar ve merkez medya, iklim krizini yaratanlarla sahiplik ilişkisindedir çoğu zaman, bu eylemleri görmezden gelir. Şimdi bir anda bu eylemleri küçük düşürmek için bir fırsat yakaladılar kendilerine göre. Eylemciler de biliyor o eserlere bir zarar gelmediğini; haberleri yapanlar da biliyor. Fakat bir vandalizm havası estirilmeye çalışıldı. Eserlere zarar gelse bu vandalizmdir. Bunu tartışmam. Fakat her gün dünyada birçok tür ortadan kalkarken, canlıların nesli tükenirken medyanın bu hedef gösterici hassasiyeti neredeydi? Elbette Vincent van Gogh’un Ayçiçekleri’ne bir şey olmasın. İnsanlığın ortak değeridir ama gerçek ayçiçeklerine de bir şey olmasın.
#Kültür politikaları#Yeşil kültür politikaları#Yeşiller Partisi