Osman Kavala, 18 Ekim 2017’de gözaltına alındı, 1 Kasım 2017’de tutuklandı. 5.5 yıldır, 2015 gündür özgürlüğünden mahrum. Kaç suçlamayla yargılandı, kaç kez beraat etti? Darbeye teşebbüs ve casusluk iddialarıyla yıllarca hapsedildikten sonra, Gezi Davası’nda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
Kültür alanındaki çabaları, örneğin kurucularından olduğu Anadolu Kültür’ün faaliyetleri, iddianamelerde suç unsuru olarak gösterildi. Oysa bu çabalar, hukuksuzluğun delili olabilirdi.
Osman Kavala, avukatları aracılığıyla sorularımızı yanıtladı.
Sizi kültür alanına desteklerinizle tanıdık. Türkiye’de kültürel alanı desteklemek sizin için neden önemliydi?
Kültürel alandaki etkinlikleri desteklemek her zaman faydalı. Ancak biz demokrasi kültürüyle yakın ilişkisi olan kültürel çoğulculuk anlayışının ifade bulduğu faaliyetlere odaklanmaya gayret ettik. Karşıtlıkları tetiklemeyen, merak uyandırıcı niteliklerinden dolayı sanat ortamlarının farklı görüşten insanlar arasında diyaloğa, önemli meselelerle ilgili daha derinlemesine düşünce süreçlerine katkı sağladığına inanıyorum. Bunun da önyargıların yaygın olduğu ülkemiz için önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu alandaki çalışmalarınızın iddianamelerde suç unsuru, delili gibi gösterilmesini nasıl karşıladınız? Nasıl yorumluyorsunuz?
Bunlar gerçekten çok üzücü. Casusluk suçlamasının yer aldığı ikinci iddianamede kültürel faaliyetler yürütüyor görünümü altında ülkemizin önemli sosyal kültürel bilgilerini edinip dış güçlere aktardığım, aynı zamanda kültürel azınlıkları devlete karşı kışkırttığım iddia edilmiş. Son savcılık mütalaasında da dış güçlerin hâkimiyetine ortam sağlamak için milli ve yerel değerleri yozlaştırıcı bir kültürel faaliyetin parçası olduğum yazılı. Evrensel kültür değerlerine ve azınlıkların kültürel haklarına karşı saldırgan bir ideolojik bakışı yansıtan bu iddiaların, olmayan deliller yerine kullanılması yargıdaki vahim durumu, yargının siyasetten nasıl etkilendiğini gösteriyor. Kendi yaşamım boyunca, 12 Eylül dönemi dahil, böyle iddianamelerin hazırlandığı ve bunlar temel alınarak insanların özgürlüklerinden mahrum bırakıldığı başka bir zaman kesiti hatırlamıyorum.
‘Savcı beni dahi sorgulamadı’
“Henri Barkey ile 18 Temmuz’da Karaköy Lokantası’nda karşılaştığımda, ben kültürel miras konusunda çalışan yabancı konuklarla birlikteydim” diyorsunuz. Darbe girişimi günü de UNESCO’nun Kültürel Miras Komitesi’nin toplantısındaydınız. Sizce bu bilgiler neden görmezden gelindi?
Darbe gününde ve öncesinde UNESCO’nun bu toplantısındaydım. Türkiye’nin Ani’nin Kültürel Miras Listesi’ne dahil edilmesi önerisine destek olacak çalışmalarla meşguldüm. Bu toplantıda bulunan bazı yetkililerle konuşmuş olsalardı, davranışımın darbe hazırlığı içinde olan ya da darbenin olmasını bekleyen bir kişi izlenimi yaratmadığını öğrenebilirlerdi. Ancak bırakınız bu toplantıya katılan kişileri, savcı beni dahi sorgulamadı. Zira iddianamede kullanılan senaryonun gerçeklerle bağlantılı olması, somut olgulara dayandırılması gibi bir gereksinim söz konusu değildi.
Kültürel üretim yoluyla ülkenin iyiye doğru değişmesine çabalamak bu topraklarda hep cezalandırılmış. Sizin uzun hapisliğinizin de bu gelenekle bir ilgisi olabilir mi?
Eleştirel bakışı güçlendiren bir demokrasi kültürüne katkıda bulunan kültürel faaliyetler otoriter anlayışı savunanlarca tehdit olarak görülüyor. Abdülhamit döneminde sultana suikastı teşvik ediyor gerekçesiyle “Hamlet” oyunu yasaklanmış. Bu anlayış tabiri caizse pusuda bekliyor, hukuk kurallarından uzaklaşıldığı, Olağanüstü Hal ikliminin yaşandığı dönemlerde boy gösteriyor.
Tutukluluğunuzun ilk gününden beri sanatçılar sizi hiç yalnız bırakmadı. Ama kültür kuruluşları için aynı söz söylenemez. Sizce suskunluklarının nedeni nedir?
Sanırım iktidara muhalif olarak görünmek, böyle damgalanmaktan, bunun sonucu kısıtlamalarla karşılaşmaktan çekiniyorlar. Malum, büyük kültür kuruluşlarının, devlet kurumlarıyla da işbirlikleri oluyor.
‘Düşman güçleri değil, ihmal ve sorumsuzluk…’
99 depreminden sonra sivil toplum çalışmalarına, kültürel alana yönelmişsiniz. 6 Şubat depremlerini duyduğunuzda, büyük yıkımı gördüğünüzde neler hissettiniz?
Biz savaş felaketini yaşamamış nesilleriz. Ancak bu deprem korkunç bir savaş manzarası gibiydi, buna uzaktan da olsa şahit olmak benim için ağır bir deneyim oldu. Yıkıma yol açanın düşman güçleri değil, ihmal ve sorumsuzluk olması.
Anadolu Kültür’le birlikte, başta Diyarbakır ve Hatay, Antakya olmak üzere, kentlerde kültürel mirasın, çok kültürlülüğün, kent belleğinin korunması için çalışmalar yürüttünüz. Bugün yıkıma uğrayan kentlerle ilgili, bu bağlamda, kaygı duyuyor musunuz? Dışarıda olsaydınız neler yapmak isterdiniz?
Deprem sonrasında elbette asıl olarak insanların hayatlarını kolaylaştıracak faaliyetlere odaklanıyorsunuz. Anadolu Kültür’de arkadaşlarım çocuklar ve gençlere yönelik destek projeleri yürütüyorlar. Ancak, tabii diğer taraftan yıkıma uğrayan kültür mirasının kent belleğinin kayda alınması ve kentlerin yeniden inşasında bu kültürel dokunun korunması gerekir. Maalesef Diyarbakır Suriçi’nde yıkılan mahallelerin yeniden inşasında böyle bir kaygı güdülmedi. Bu perspektifin hayata geçirilmesi için devlet kurumları, yerel idareler, kentteki tüm kültür ve inanç gruplarının temsilcileri arasında canlı bir diyaloğun kurulması gerekir. Bunlar tarihi miras açısından dünyanın sayılı şehirlerinden biri olan Antakya için özellikle önemli.
‘Kültür politikaları tüm kesimleri içermeli’
2000. gün mesajınızda 14 Mayıs seçimleri sonrasında ülkede “insan haysiyeti ve insan haklarına saygı gösteren bir anlayışın hâkim hale gelebileceğini ümit ettiğinizi” söylüyorsunuz. Seçimlerin Türkiye’de nasıl bir kültürel değişime aracı olmasını, sonrasında nasıl bir kültürel iklimin oluşmasını, nelerin değişmesini istersiniz?
Gelenekleri devam ettiren ögelerin yanı sıra, kültürün etkileşime, değişime açık olduğunu kabul eden, farklı düşüncelerin hayat bulmasına imkân veren bir kültür ikliminin yaratılmasına özen gösteren bir anlayışın demokrasimize büyük katkısı olacağını düşünüyorum. Kültür politikalarının tüm kesimleri içerici nitelikte olmaları gerekir. Alt gelir gruplarından gençlerin kültürel etkinliklere katılabilmelerini sağlayacak kurumların, mekânların yaratılmasını da önemli buluyorum. Bütün bunlar merkezi devlet, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları arasında işbirlikleriyle gerçekleşebilir.
Çok okuduğunuzu, müzik ve sinemayla bağınızı kuvvetli tutmaya çalıştığınızı biliyoruz. Sanatla, yaratıcı ürünlerle kurulan bağın içeride nasıl bir etkisi, anlamı var?
TRT2 sayesinde dünya sinemasından iyi filmler izleme imkânım oluyor. Ancak daha hayati olan edebiyat türünde kitaplar okumak; özellikle de insanların yaşadıkları ağır deneyimleri anlatanları. Başka insanların hayatlarına girmek, roman karakterleriyle empati kurabilmek kafanızın sürekli kendi meselenizle meşgul olmasını, yaşadığınız sorunlara gereğinden fazla önem vermenizi engelliyor.
Önümüzdeki günlerde Gezi Direnişi’nin yıldönümünü kutlayacağız. Gezi’ye yakışan, onunla birlikte düşünülebilecek, o günleri anarken mırıldanılabilecek eserleri sorsak, aklınıza neler gelir?
Gezi, kentin ortasında ağaçları ve kuşları görebildiğimiz doğa parçasını korumak için bir seferberlik olduğundan ve yürüyüşlerle tezahür ettiği için “Dağ Başını Duman Almış” niye olmasın? Sevginin, kardeşliğin, anlayışın hâkim olacağı yeni bir çağın doğduğunu müjdelemesi bakımından Hair müzikalindeki “Aquarius” parçasının Gezi’nin ruhuna ve Gezi ile yeşeren umutlara denk düştüğünü düşünüyorum. “Let the Sunshine”ın da öyle.
‘Kötülükle aranızdaki fark…’
Son olarak, kişisel bir yorum, kişisel bir merak: Hapiste 2015 gün geride kaldı. Geçen zamanda hem siz hem de eşiniz Ayşe Buğra, maruz kaldığınız her şeye, deyim yerindeyse zarafetle direndiniz. Bu açık kötülüğe karşın sakinliğinizi, zarafetinizi nasıl koruyabiliyorsunuz?
Değerlendirmeniz için teşekkür ederim. Komplo teorilerinin, asılsız suçlamaların çok sık kullanıldığı ve çok seyrek sorgulandığı bir “post-truth” ortamında, kötülük olarak gördüğünüz şeylerle aranızda fark olduğunu belli edecek şekilde davranmanızın önemli olduğuna, bunun, hakikatin anlaşılmasına daha güçlü biçimde katkıda bulunacağına inanıyorum.