Cumhuriyet’in anlamı ve müzik ile ilişkisi
Cumhuriyet’imizin 100. Yılını kutladığımız 2023 de ülkemizin gündemini işgal eden deprem, seçim, ekonomi ve politik konular sebebiyle yeteri derecede bu yılın anlamını yaşayamadığımız açıktır. 100 yıl sonra dünyanın çalkantılı süreçlerden geçtiği bir dönemde yine Cumhuriyet’in anlamı üzerinde durmak çok önemlidir. Halkın yönetimi anlamına gelen Cumhuriyet, kuruluşundan itibaren halkın iradesini, devlet yönetimine katmaya ve çağdaşlaşma sürecine evrilmeye yöneltmiştir. Ülkemizin bağımsızlığı ve egemenliği için atılmış önemli adım olan Cumhuriyet, ülkemizin aynı zamanda siyasi, sosyal ve iktisadi anlamda da gelişmesini sağlamak adına reformların hayata geçmesi anlamında büyük bir fırsat yaratmıştır. Tüm alanlarda yapılan reformlar haricinde kültür ve sanat alanında da reformlar yapılması devlet yönetimi açısından öncelikle ele alınmıştır.
Gençlerimiz ve umutsuzluk
Cumhuriyet’in kuruluşunun 100. Yılında ise ülkemiz hızla bir bilinmezin içerisine doğru sürükleniyor.
Bu bilinmezliğin en önemli sebebi ise kimliksizlik…
Kimliğin en önemli göstergesi ise kültür ve biz kültürel anlamda kimliksiz bir toplum olma yolunda ilerliyoruz.
Halbuki kültür eğitimi ve insanın kendini tanıması, geçmişten geleceğe bir köprü kurabilmesi, daha önceki kazanımların elde tutularak üzerine daha güzel bir gelecek inşa edilmesiyle meydana gelebilecek. Unutmayalım ki, tarih kimliklerini, değerlerini ve kültürlerini kaybetmiş toplumların çöküşleriyle doludur.
Gençlikten öğrenecek çok şeyimiz var. Gençler niçin umutsuz? Gençler niçin çaresiz? Gençler neden ülkeyi terk etmek istiyor? Onları dinlemek, öğrenmek, anlamak ve empati kurmak zorundayız.
Ülkemizin kültür sorunlarını nasıl çözebiliriz?
Kültür ve kimlik
Bana göre bizim ülkemizin ve toplumumuzun ister siyasal, ister ekonomik refaha çıkış yolu, kültürden geçer. Kültür olmazsa hiçbir şey başarılamaz. Kültür bir ülkenin kimliğidir. Bir insan nasıl kimliği sayesinde ayakta kalarak o kimlik çerçevesinde kendine yeni çıkış yolları ararsa, toplum da bunun geniş bir yansımasını oluşturur.
‘Önce ekonomi’ sonra kültür – sanat diyenler çıkabilir. Bu benim düşünceme göre yanlıştır.
Kültürel bakış açısı ve felsefe olmadan hangi ekonomik modeli uygularsanız uygulayın başarılı olmanın imkânı yoktur. Maneviyat daima maddiyattan önce gelmeli, toplumun ruh yapısı iyileştirilerek kimlik bunalımından çıkması sağlanmalı ve daha sonra farklı konularda yapılacak toplumsal iyileştirmelerin önü açılmalıdır.
Kültür sadece toplumu birleştiren milliyet, din, dil, gelenek, tarih, sanat, dünya görüşü, yaşayış alışkanlıklarının bir bütünü değil ama tarihsel sorumluluk taşıyan toprakların üzerinde birikmiş mirasın da sahiplenilmesi demektir. Bizim ülkemiz bu anlamda zengindir ve iki dünya üzerinde kurulmuştur. Eski dünya kültürü, Mezopotamya topraklarında doğmuş ve dünyanın en eski uygarlıklarını oluşturmuştur. Bunun yanında batı uygarlığı da kendi doğuş felsefesini Anadolu uygarlıkları üzerine kurarak yeni dünya kültürünü oluşturmuştur. Bu iki kültürün de doğum yeri Anadolu’dur.
Bu nedenle toprağı sahiplenmek demek, yukarıda anlatılan kültür tanımından bir öteye gidip, bu uygarlıkların mirasını da sahiplenmek demektir.
Bu kimliğe sahip çıkmak demek, dünyada üretilmiş tüm değerlerin özüne de sahip çıkmak ve Anadolu felsefesinin en iyi şekilde tüm insanlığa aktarılarak bir ışık gibi evreni aydınlatmasına da olanak tanımaktır.
Konumuz ile ilgili olarak uygulanmasını önerdiğim ve 9 maddede toparladığım fikirler bütünü şu şekilde sıralanmaktadır.
- Çocuk eğitimi
- Gençlerin sosyal hayatlarının yönlendirilmesi
- Yurt çapında sanat ve kültür algısı
- Resmi Eğitim kurumlarının durumu ve çözümler
- Yaygın eğitim çalışmaları ve kültürel bakış açısı
- Kültür ve sanatta kurumlaşmalar nasıl olmalıdır?
- Yerel yönetimler ve kültür-sanat politikaları
- Devlet kurumları ve kültür sanat politikaları
- Kurumlaşmalar için yeni teşkilat sistemi, misyon ve vizyon ne olmalıdır?
Çocuk eğitimi
Toplumumuzun en önemli konusu çocuk eğitimidir. Çocuk eğitimi aile içinde başlamalıdır. Önce anne ve babanın sağlıklı olarak eğitilmesi ve çocuklarına karşı nasıl davranmaları gerektiği, pedagojik bir anlayışla insanlara anlatılmalıdır. Bu devletin vazifesidir.
Bebeklikten çocukluğa doğru evrilirken algısı zenginleşen insan, aile içerisinde ilk eğitimi alır. Çocuk ailede gördüklerini taklit etmek yoluyla öğrenir. Sağlıklı davranışlar içerisinde bulunan anne-baba doğal olarak sağlıklı bireyler yetiştirir. Çocuk büyürken, anne başta olmak üzere aile bireylerine ihtiyacı vardır. Ekonomik koşullar yüzünden anne ve baba çalışmak zorunda kaldıklarında, çocuklarını kreşe yahut benzer tarzda imkanlara sahip mekanlara verdikleri takdirde, bunun takipçisi olmak durumundadırlar. Devlet bu durumda anne ve babanın sağlıklı çocuk yetiştirebilmesi için gereken altyapıyı sağlayarak onları sosyal devlet anlayışına uygun olarak yönlendirebilmelidir.
İlköğretim hali hazırda genellikle ezber eğitime dayanmaktadır. Çocuklarımız bu global -para seven sistemin kurbanı olarak özel okullara yönlendirilmektedirler. Bu tip okullara on yıllar içerisinde rant sağlamak adına, devlet okullarındaki eğitim sistemi çökertilmiş ve kalite anlayışı ortadan kaldırılmıştır. Eğitimde fırsat eşitliği adı altında veya ‘isteyen istediği okulda özgür şekilde okusun’ mantığıyla çocuklar bir sermaye olarak görülmüş ve sistem sayesinde anne ve babaların en kıymetlisi olan çocuk duygusu sömürülerek ‘paralı eğitimin’ daha iyi olduğu algısı oluşturulmuştur. Bu sisteme giren çocuklar toplumun diğer katmanlarına yabancı cam bir fanus içerisinde büyütülerek farklı sistem ve kanallar ile özel okullara devam ederek mezun edilir ve sistemin iş dünyası içerisine entegre edilirler.
Sonuç olarak; yaratıcılıktan uzak, sadece test ve dar odaklı sistem dahilinde yetişen dar görüşlü insanlar yetiştirmeye dayalı bu eğitim sisteminin bir an önce terk edilip, bağımsız, akıl ve sezgi ile mantık yürütmesini bilen, içinde yaşanılan toplumun tüm değerlerini hazmetmiş, toplum ve dünya değerlerine yabancı olmayan, çok kültürlü, geniş görüşlü, yaratıcı, proje içerisinde yaparak öğrenme yöntemiyle kendini ifade edebilen çocuklar yetiştirmemiz gerekmektedir. Bu ancak kültürel bakış açısıyla olur. Kültürel bakış açısıyla yaratmayı ve yapabilmeyi öğrenen çocuklar, ilkokulda zorla öğrenmeye çalıştıkları yapay bilgiler yerine, yerel, sosyal ve toplumsal bakış açısıyla uygulanan projelerde rol alarak kendi kişiliklerini geliştirmeyi öğrenmelidirler.
Yaparak öğrenen çocuklar, neyi nasıl yaparlarsa yapsınlar, yeterli veya yetersiz olduklarına bakılmaksızın bir proje içerisinde kendilerini ifade etmeyi becerebilirlerse o zaman bu çocuklar başarı yolunda en büyük adımı atmış olurlar. Zira kültürel yaklaşımda en önemli olan bir çocuğun kendini ifade edebilmesidir.
Gençlerin sosyal hayatlarının iyileştirilmesi
Gençlik bir kıvılcımdır. Yanmaya hazır bir kıvılcımdır.
Okul çağında gençlerin beyinlerini gereksiz ezber eğitim sistemleri ile meşgul etmek, onları yaratı sürecinden uzaklaştırmak anlamına gelir. Eğitim, eğitim sonrası iş bulma ve hayata atılma stresine sokulan gençlik, belli bir çarkın içine sokularak öğütülmektedir. Yani sermaye sisteminin işler çarkının içine sokularak öğütülen gençliğin yapıcı ve yaratıcı enerjisinden faydalanmayı bilmiyoruz.
Halbuki benim gençlikten anladığım şey, kıvılcımı ateşleyerek kendine ait hür fikri, hür düşünceyi ve hür kararları hayata geçirebilmesidir. Bunu yaparken elbette farklı kuşaklarla yaşamasını öğrenecek, onlarla birlikte bu enerjiyi doğru olarak yönlendirebilecektir.
Bugün basın ve yayın organlarından pompalanan her türlü bilginin geniş çoğunluğu popüler kültür dahi diyemeyeceğim günlük zevksizliklerin bir özetidir. Bu benim için beyaz zehir ile aynı özellikleri taşır. Sermaye veya düşünce gruplarının pençesine düşen gençliğin bu duruma gelmesinin en büyük sebebi ailenin umursamazlığı veya çocukluk döneminde oluşturamadıkları altyapıdır. Bu altyapının oluşamamasının sebebi tamamen aileye de bağlanamaz zira toplum düzeni için yasa koyucunun yeterli düzen ve güveni sağlayamaması da toplumu farklı alternatiflere doğru itmektedir.
Kültür, sanat, spor, bilim, sosyal, fen, hukuk, siyaset, ticaret gibi alanlarda branşlaşma, mesleki anlamda yetersizdir. Bugünkü üniversite mezunlarının seviyesi 50 yıl önceki lise mezunları seviyesinden bilgi ve görgü olarak daha geridedir. Eğitimi paralı veya parasız diye ayırıp, gençleri parasal imkanlarına göre daha çocuklukta ayırmak ve onların hayatlarını bu sisteme göre çizmek doğru bir yol değildir.
İşte bu durumda gençlerin sosyal hayatlarını iyileştirmek ancak kültür ve eğitim stratejisi olan yönetimlerin bilgi, tecrübe ve uygulamaları ile sürdürülebilir. Benim kabaca çözümlerim, var olan eğitim sisteminin kökten değiştirilmesi, var olan yüksek öğretim sisteminin terkedilerek mesleki eğitimin yüzdesinin arttırılması ve genel insan eğitiminin düşünsel ve lider yetiştirici özelliklerin ışığında üretimlerle birlikte yeniden şekillendirilmesidir. Yaşam şartlarının gençler lehinde iyileştirilmesinden başka fikir ve vicdan olarak gençlerin yaşamlarında özgür olarak şekillenmesi ve yasa koyucunun, toplumun, bu gençlerin kıvılcım özelliklerini enerjiye çevirerek genel fayda lehine çevirmeyi başarabilmesi önem kazanmaktadır.
Yurt çapında sanat ve kültür algısı
Ülkemizde sanat ve kültür algısının geneline baktığımız zaman itibar sıralamasının sonlarında olan bir olguyla karşılaşırız. Kültürel algının sadece çok az bir kesim tarafından ciddiyetle üzerinde durulması aslında ülkenin aydınlarının ne kadar az olduğunu göstermektedir. Bizdeki aydın sıfatı genellikle siyasi etiketler üzerinden tanımlıdır. Yelpazenin neresinde olduğunun çok önemi yoktur bu sıfata sahip olabilmek için, zira yelpazenin herhangi bir tarafından meseleye bakması dahi ona ‘etiket aydını’ sıfatının verilmesi için yeterlidir. Halbuki ‘aydın’ demek adından da anlaşılacağı gibi ‘ışığı görmüş’ ‘gördüğü ışığı yansıtabilen’ ‘yansıttığı ışığın önünde ufuklara yol açabilen’ ‘ufukları aydınlattığı gibi aynı zamanda gelecek nesillerin içini ısıtan’ yani ‘ışıtan ve ısıtan’ kişi demektir. Ancak ‘aydın’ sıfatına sahip kişi meseleyi belirli etiketler çerçevesinde görmeyen ama meselenin içini, dışını, her tarafını net görebilen, meseleye farklı noktalardan bakabilen ve teşhis edip çözümler bulabilen ve de bunları uygulamak için sistematik bir yol çizebilen insandır. Benim için artık 21. Yüzyılda bu sıfatın tarifi aynı zamanda çizdiği yolu yürüyerek kitleleri de belli bir etik çerçevesinde yönlendirebilmeyle eş anlamlıdır.
Kültür ve sanat algısı dediğimiz zaman toplumu yönlendiren aydınların algıları bizim kültürde genellikle ‘sofra muhabbeti’ etrafında şekillenmiştir. ‘Halka rağmen’ veya ‘sadece halk için’ görüşleri ile beslenen taraflar arasında gidip gelen algılar sonucu ülkenin aydınları aslında meselenin derdini hisseden ama hayatlarında hiç uygulamadıkları ‘biçim ve form kaygısını’ hayata geçiremeyen insanlardan oluşur. Biçim ve form kavramı ise bizim toplumumuzda hiçbir zaman bir kaygı haline gelmemiştir.
Ne yapacağız? Çözüm var mı? Elbette var. Kültür ve sanat alanında-aslında her alanda- liyakatin esas alınması benim en basit çözümümdür. Bu liyakatın hangi ölçütleri alması gerektiği ise sadece ülkemiz için değil ama dünyanın herhangi bir ülkesine gitseniz dahi aynıdır ve değişmez. Sanatçı, özgün sanat dilini belli ve estetik ve -benim için- etik değerler çerçevesinde biçim ve form gözeterek (bazı sanatçılar biçim ve form kavramına karşı çıkabilirler ama bu benim sübjektif görüşümdür) ortaya koyarak, düşünsel bir ürün çıkarır. Bu ürünün düşünsel olması da -benim için- önemlidir. Her sanatçı veya yorumcu az çok buna benzer veya farklı yorumlar getirebilir. Ama farklı yorumlar arasında birleşilebilen asgari müşterek-özgünlük ve fikir-olması lazım gelir. Bu fikrin de değeri kadar değerini anlayacak taraftarı olması lazım gelir ki; bu karşılıklı bir estetik ifade gerektirir. Dinleyiciye ifade etmek ve dinleyicinin-seyircinin- sanatçının ifadesini algılaması, belli bir biçim ve form çerçevesinde meydana gelir.
Resmi eğitim kurumlarının durumu ve çözümler
Resmi eğitim kurumları olarak adlandırdığım kurumlara genel açıdan baktığımızda ilköğretim, ortaöğretim ve yüksek öğretim olarak şekillendirmekteyiz. Bunun yanı sıra bazı resmi statüdeki ana okulları veya mesleki okullar da bu kategoriye girmektedirler. Ancak benim özellikle altını çizmek istediğim konu, güzel sanatlar ve dar alanda müzik eğitimi veren kurumlardır.
Müzik ve sanat estetiğinin, bebeklik döneminde aile içerisinde başladığını önceki satırlarımda bahsetmiştim. Bu eğitimin mümkün olduğu kadar küçük yaşta başlaması bir insanın yaratıcılığını geliştirdiği gibi onu toplum içerisinde kendini daha rahat ifade ettirebilen bir yapıya getirir. İlk öğretimde müzik derslerinin eksikliği birkaç yıldır ilgili taraflar tarafından yazıldı ve dile getirildi. Ancak bu konuda tatminkâr bir iyileştirme sağlanamadığı açıktır. Müzik dersleri genelde -dershane sistemine yarış atı gibi öğrenci yetiştiren kurumların- fen ve matematik ödevlerinin yapıldığı saatlere denk gelir. Ne de olsa müzik önemli değildir, seçmelidir veya diğer seçmeli alanlarda serbestçe işlenen, ‘stres atılan’ bir saattir.
Güzel sanatlar liseleri 30 küsur yıl önce açılmış olmasına rağmen belirli bir amaca hizmet etmiş ancak lise ile yüksek öğrenim arasındaki geçiş kolaylığını sağlayamamıştır. Bu liselerde -birkaç tane önemli lise haricinde -genel eğitim seviyesi oldukça düşük, öğretmen yetersizliğinden dolayı istenen seviyenin tutturulamadığı açıktır.
Konservatuarlar, güzel sanatlar fakülteleri müzik bölümleri ve eğitim fakülteleri müzik bölümleri üçgeninde şekillenen yüksek müzik öğrenimi ise tam bir karmaşa halindedir. Konservatuar sistemi dünyanın en eski sistemlerinden birisidir ve genelinde usta -çırak sistemini öngörür. Ancak 1982 YÖK reformundan sonra konservatuarların yüksek öğrenime bağlanması bu yapıda oldukça büyük sıkıntılar meydana getirmiş ve ister istemez konservatuarın geleneksel yapılanması yerine YÖK sisteminin sorunlu yapılanması birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Konservatuar sistemi bir usta-çırak sistemi olması lazım gelirken, üniversite yapılanması içerisinde uyumsuzluklar baş göstermiş, var olan sıkıntıları gidermek için de Amerikan üniversite modellemesi taklit edilerek müzikte yüksek öğrenim bu model üzerine kurgulanmıştır. Halbuki bu yapılanma zaten ABD de başarısız bir yapılanmadır. ABD 20. Yüzyılda öğrencilerini daha iyi müzik öğrensin diye Avrupa’ya yollarken ve kendi kurguladıkları sistemleri iyileştirme yoluna giderken, biz sıkıntılarla dolu bir sistemi örnek alarak önümüze taş koymuşuz.
YÖK nezdinde müzik alanında yapılanma, 3 dala ayrılmalıdır.
- Müzik Sanatı
- Müzik Bilimi
- Müzik İşletme ve Teknolojisi
Müzik sanatı alanında Konservatuar (ses, çalgı, dans) eğitimi küçük yaştan itibaren yarı zamanlı ve mesleki eğitim olarak tesis edilmeli, lisans alanında yeni yapılanma önerisi ortaya konmalıdır.
Müzik bilimi ise Müzikoloji, Müzik öğretmenliği, Müzik Teorisi, Müzik Tarihi vs gibi uzmanlık alanlarında yapılanmalıdır.
Müzik İşletme ve Teknolojisi ise ses kayıt teknolojisi, çalgı yapım teknolojisi, müzik kurum işletmeciliği vs konular üzerinde lisans vermelidir.
Yaygın eğitim çalışmaları
Sanat alanında yaygın eğitim çalışmaları denince, özel kurslar başta olmak üzere, açık ilköğretim okulları ve liseler gibi benzeri eğitim kurumları akla gelmektedir. Müzik alanına indirgeme yaptığımız zaman, günümüzde bir hayli popüler olan özel müzik kursları, müzik dernekleri ve özel ve sivil teşebbüsün aracılığı ile uygulanan STK içinde yapılan yaygın müzik çalışmaları önem kazanmaktadır.
Yerel yönetimlerin açtığı yaygın kurslar farklı alanlardaki insanları kültürel anlamda birlikte tutmak içindir. Yerel yönetimlerin bu alanda çok büyük etkileri vardır. Özellikle Türkiye’de benim başlattığım yerel yönetimler müzik akademileri modeli oldukça ilgi görmüş, farklı yerel yönetimler tarafından kurumlaşarak faaliyete geçmişlerdir.
Kültür ve sanatta kurumlaşmalar nasıl olmalıdır?
Kültür ve sanatta kurumlaşmalar her ülkenin kendi dinamiklerine göre değerlendirilmektedir. Her ülkenin kendi özelliklerine ve kültürel yapılanmasına göre kurumlaşan bu yapılar zaman içerisinde gelişerek veya değişerek günün gerektirdiği koşulları kendi yapılarına adapte edebilirler. Demokrasi kültürünün geliştiği ülkelerde bu gibi yapılanmalar oluşturulan komisyonların birbirine uyumlu çalışması şeklinde rahatlıkla ilerleyebilir. Bizim ülkemizde de demokrasi anlayışının neredeyse 150 yıldır oluşmasına rağmen bu gibi kurumlaşmalar nedense demokratik yöntemlerle değil ama iradenin kararıyla gerçekleşir. Kuruluş dönemleri haricinde kültür ve sanat kurumlarının çağın gerektirdiği usullere göre evrilmesi dünyadaki ölçekleri ayarında gerçekleştiği takdirde zamanın aşımına karşı direnebilir.
Ben kültürel kurumları üç çeşit olarak ayırıyorum.
- Resmi kültür kurumları
- Özel kültür kurumları
- Katılımcı kültür kurumları
Resmi kurumlar devlet katında bakanlık tarafından temsil edilerek kurulan hiyerarşik yapı dahilinde çalışmalarını sürdürürler. Ülkemizde bu alanda genel müdürlükler vasıtasıyla yürütülen kurumların büyük sorunları vardır. Bu sorunların pek çoğu mali yetersizliklerden kaynaklanmaktadır. Zira herhangi bir sistemdeki yapı taşlarının yerine nasıl oturacağı kanunlar nezdinde hükme bağlanmıştır ama bunun işletilmesi için en başta mali kaynakların temin edilmesi gerekmektedir. Mali kaynakların yetersiz oluşu sonucu yerine getirilemeyen hizmetler ve bu hizmetleri yerine getirecek olan elemanların temini kararnamelerle kısa vadelerle çözülebilir olmasına rağmen, uzun soluklu düşünerek kurumların kendini idame ettirecek şekilde yeniden yapılanması zaruridir. Bu yapılanma esasında kurumların her on yılda bir dünyadaki gelişmelere bakarak son gelişmeleri kendilerine adapte etmeleri ve bu anlamda teknik açıdan teşkilat yapısının da geliştirilmesi gerekmektedir. Ülkemizdeki kültürel kurumlar genellikle kurulma aşamasında var olan kanunların zaman içerisinde tahrifatı ile işlemez hale gelebilmektedir. Bazen de bu kanunların bulunduğu devirlerin şartları ile günümüz şartları arasındaki uçurumlar nedeniyle işlemeyen yapı sebebiyle büyük zorluklar oluşmaktadır.
Kurumların teşkilat yapısında dünyaya ayak uydurulması gereken yapıların oluşması gerekmektedir. Artık dünyada kurumların yöneticiliğini yapacak olan kişiler tek başına karar almak yerine mevcut olan birimlerin ortak aklıyla karar almakta ve irade olarak temsil edilmektedirler. Kurumu işletme açısından yönetecek kişi ile kurumu sanatsal olarak yönetecek kişi, lojistik olarak yönetecek kişi ile özellikle son 20 yılın kaçınılmaz şartı olan halka ilişkiler açısından yönetecek kişilerin ortak akılla verdikleri kararlar kurumları yönetirler. Bu manada sorumluluk tek kişinin üzerine yıkılmadan bilimsel ve demokratik bir anlayışla kurumların işlerliği sağlanır. Ayrıca kurumların otoriteye olan güvenlerinin yerine getirilmesi için yöneticilerin muhakkak yazılı usullere göre seçilmesi-atanması gerçekleştirilmelidir. Yöneticilerin siyasi veya sempatik yakınlıkla atanması yerine işini hakikaten liyakat ile yapıp yapamayacağı değerlendirildikten sonra atanması gerekir. Bu atamaları veya seçmeleri tavsiye edecek veya karar verecek üst kurulların oluşması ve bu üst kurulların komisyon şeklinde karar vermesi çok daha sağlıklı sonuçlar doğurur.
Özel teşebbüs nezdinde oluşturulan kurumlar bugün dünya ile daha iyi yarışabilmek için dünyanın son gelişmelerini takip ederek sanata destek konusunda olumlu çalışmalar yapmaktadırlar. Yurdumuzda son 30 yılda kurulan orkestralar, korolar, festivaller ve benzeri kurumlar aslında özel teşebbüsün gelecekte devlet tarafından daha fazla desteklenip kültürel hizmetleri ortak icra etme konusunda işbirliklerine yol açabilecek ortamları hazırlamaları açısından umut vericidir.
STK nezdine kurulan dernek veya vakıflar ise yine aynı amaca yönelik çalışmalar ile benim gözümde daha fazla değer taşımaktadırlar. Zira bu kurumlar tamamen gönüllü bazda kurularak bir avuç sanat sevgisi olan kişinin çok çalışmasıyla oluşturulan hizmetlerden oluşmaktadır. Bu gönüllü kuruluşların devlet tarafından daha fazla desteklenmesi için kültürel fonların kurulması gerekmektedir. Devletin sinema ve tiyatro teşebbüslerine verdikleri fon gibi müzik ve diğer sektöre de bu tip fonların yaratılması mümkündür.
Özetle söylemek gerekirse, hangi teşkilat sistemi olursa olsun sonuç liyakat esaslarına göre yönetici atamaktan geçer. Liyakat sahibi yöneticiler kanunları uygulayarak kurumların gereklerini yerine getirirler, uygulanamayacak veya eskimiş sistem hatalarını tamir edebilirler, idareleri altındaki görevlileri eşit ve usulüne uygun bir şekilde hizmet vermeye sevk edebilirler.
Yerel yönetimler ve kültür-sanat politikaları
Yerellik, yerel topluluklara ait işlerin yine kendi birimleri tarafından yapılmasını öngören bir sistemdir. Merkezi yönetim biçiminin dışında ama yine merkezi yönetimden destek alınarak, küçük toplulukların kendi işlerini kendilerinin halletmeleri açısından düşünülmüş bir sistem olup, Avrupa Birliği ilkesinin temellerinden bir tanesidir. Yerel yönetimlerde kamu hizmetlerinin yürütülmesine halkın katılması, yerel yönetimlerin demokratik ilkeler açısından ne derece önemli olduğunun göstergesidir.
Yerellikte öncelik halkın istekleri olarak topluma yansır. Bu durumda halkın ihtiyaçlarını yine halkın kendisi belirlemektedir. Yerel örgütlenmenin en işlevsel birimi olan belediyeler halkın bu ihtiyaçlarını karşılama yönünde oldukça faal yetkilerle donatılmışlardır.
Ancak tarihsel süreçte yerelleşme ve yerellik politikaları arasında gidip gelen anlayışlar sonucu bu tip kültürel hizmetlerin devamlılık arz etmesi maalesef mümkün olmadı. Zira yerelleşme politikasının unsuru olarak devlet, kültür ve sanat hizmetlerinde kendi yaşadığı kimlik bunalımını alt düzeylere de hissettirince yerel belediyeler ister istemez bundan etkilenerek sürekli politikalar ve hizmetler üretemediler. Zira kültür ve sanat devletin hiçbir zaman öncelik sırasının başlarında gelmedi. Bunun yanı sıra yerellik ilkesini uygulayan bazı belediyeler ise toplumun isteklerini göz ardı etmeyerek onun arzu ettiği şekilde bazı uygulamalar gerçekleştirme yolunda önemli adımlar atmışlardır. Bu adımlar halkın yerel kültür değerlerini korumak adına oluşturulan yerel festivaller, yerel aktiviteler ve bunları içinde barındıran bazı unsurlardır.
Ülkemizde özellikle kültürel tanıtım kaygısını güden yerel yönetimler kültür ve sanatın önemini anlayarak halkın geniş katılımını sağlayabilecek veya farklı toplum katmanlarının farklılıklarını gözeterek onları da mutlu edecek kültürel faaliyetler planlamaktadırlar. Burada, belediyelerdeki bütçeler aynı zamanda halkın vergilerinden de alınan bütçelerdir. Dolayısıyla halkın ve temsilcilerinin bu kültürel paydan daha fazla pay alabilmesi için halk katmanlarının kültürel anlamda kendilerini ifade edecek faaliyetleri belediyelerden talep etmesi ve bunun için katılımcı projeler hazırlaması gerekmektedir. Yani halk katmanlarının katılım isteği, belediye meclislerinde seçilmiş olan meclis üyelerinin bu istekleri genele iletmeleri sonucu kültürel alanda uyanış daha fazla gündeme gelerek, halkın katılımı ile kültürel faaliyetler daha anlamlı olarak sunulabilecektir.
Belediyelerde bulunan kültür müdürlükleri organizatörlerden gelen ısmarlama paketleri satın alma yoluna gitmemelidir. Bu kurumlar yerel kültürel unsurların ön plana çıkmasını sağlamalı, onları önce ulusal sonra uluslararası platformlarda destekledikleri ölçüde başarı kazanmalarını sağlamalıdırlar. Bu anlamda 2012 yılından itibaren modellerini oluşturduğum Müzik Akademileri modeli, bazı yerel yönetimler tarafından uygulanmış ve bu suretle yerel yeteneklerin ön plana çıkması sağlanmış, bu anlamda aile ve halk desteği alan belediyeler kültür ve sanat faaliyetlerini artık kendi ilçelerinden üretmeye başlamışlar ve bu üretimlerini daha geniş katmanlara yaymayı başarabilmişlerdir.
Devlet kurumları ve kültür sanat politikaları
Devletin tanımı tarih boyunca birçok düşünür tarafından dile getirilmiştir. Mutlak eşitlik, refah ve erdem sahibi insanların oluşturduğu ideal devletten yola çıkın da, adalet ve hukuk anlayışının ön planda olduğu devlet anlayışı, özgürlükçü, rasyonel devlet gibi, düşünürlerin ortaya koymuş oldukları fikirlerin zaman içerisinde gelişerek, insanların da bu kazanımlardan gelişmeler sağlayarak oluşturdukları yönetim biçimlerinden en gelişmişi kuşkusuz, katılımcı demokratik cumhuriyettir. Katılımcı demokratik cumhuriyette birey sahip olduğu düşünceyi kendi kültürel kimliği içerisinde ifade ederken aynı fikri savunan kitlelerle birlikte bir bütünlük oluşturur. Bu kitlelerin birbirleriyle uyum içerisinde ve birbirlerinin özgürlüklerine saygı duyarak geliştirdikleri sınırlarında ifade ettikleri fikirleri özgürce açıklayabilmek durumunda olmaları gerekir. Fikirler hür olmalıdır ama hürriyetin sınırı da başkalarının hürriyetini engellemeyecek biçimde çizilmelidir. Aksi takdirde toplum katmanları birbirleri ile yaşayamaz hale gelirler.
Kültürün bir hür ifade ve kimlik olduğu tezinden yola çıkarak devletin sahip olduğu toplum katmanlarının oluşturmuş oldukları kültürel ve sanatsal fikirleri yaşatması ve saygı duyması gerekir. Bu karşılıklı saygı ve sevginin farklı kesimlerin birbirleri hakkındaki olumlu ve yapıcı düşünceleri besleyici nitelikte olmaları önemlidir, zira kültürel birliktelik zenginlik getirir.
Anadolu coğrafyası bana göre dünyanın en zengin coğrafyalarından birini oluşturur, belki de en zenginini… İşte bu zenginlik, bu topraklara binlerce yıl öncesinden gelmiş olan kültürel kalıtımlar sayesinde günümüz insanına ulaşır. Devletin bu kültür birikimine sahip çıkması demek katılımcı demokratik cumhuriyetin temellerine sahip çıkması demektir. Bu ülkenin kurucusu ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür’ derken kültür ve sanata olan özel ilgisi nin yanında aynı zamanda, yukarıda anlattığım gerçekçi sebepler yüzünden bu tezi ortaya koymuştur. Çünkü kültür toplumun genel kimliğinin bir ifadesidir. O halde devlet ise bu kültürel kimliğe ve kültürel kimliği oluşturan mozayiğe sahip çıkarak insanların kendilerini ifade etmelerine yardım etmeli ve kültür sanat politikasını da bu teze göre oluşturmalıdır.
Devletin sahip olduğu kurumların niçin var olduğunu sorgulaması ve bu kurumları misyon ve vizyonuna uygun olarak işletmesi gerekmektedir. Bunun yanında ülkemizde sayıları hızla artan genç ve hepsi de bir önceki jenerasyona göre daha donanımlı yeni düşünceye sahip olan sanatçılarımızın kadrosuzluk sorunları ile ilgili çözümler geçici kanun maddeleri veya geçici görevlendirmelerle değil ama özel sanat kurumlarına destek ile çözülmelidir. STK lar nezdinde kurulması gereken özel sanat kurumları dünya örneklerinde olduğu gibi ‘demokratik katılımcı cumhuriyet’ felsefesine göre halkın vergilerinde pay almalıdır.
Devlet sanat kurumları ise kendi yapılanmalarında iç özerkliğe sahip olmalıdırlar. Devlet ile olan bağları hukuki, teknik ve lojistik olarak kanun veya anlaşmalarla sabit olan bu kurumların fikirsel iç işleyişleri belli kanunlarla düzenlenmeli ve aynı zamanda devlete olan bağlılıklarından dolayı devlete hesap verebilir olmalıdırlar. Gerek devlette, gerek özerk kurumlarda, gerekse özel kurumlarda işleyiş, gerçekçi bakış açısı ve liyakat yöntemi ile saptanmalıdır. Demokratik katılımcı cumhuriyet felsefesi her alanda hayata geçtiği takdirde ‘ideal’ bir bütünlük içerisinde işletilerek kültür ve sanat politikaları ile ilgili sorunlar tarafların katılımıyla ortaya konmalıdır. Günümüzde hemen hemen her kurumda bu sistem işletilmeden tek taraflı alınan kararlar nedeniyle, toplum katmanları arasında güvensizlik ve uçurumlar oluşmaya başlanmıştır. Bunun giderilmesi ise hemen her kurumda ‘demokratik katılımcı cumhuriyet’ felsefesinin hayata geçirilmesi ile olur.
Kurumlar için yeni teşkilat sistemi
Ülkemizde müzik meseleleri geniş bir perspektif ile ele alınmamaktadır. Devlet ve sanat kurumları/ sanat sorunları arasında iletişim eksikliği mevcuttur ve bu eksikliğin en büyük nedeni sistem sorunudur. Devletin en üst kurumu olan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olan sanat kurumlarının temsil edildiği birimler kendi yönetimleri altında mevcut olan sanat kurumlarından sorumludurlar. Ancak bunun dışında kalan özel ve STK ların oluşturduğu sanat kurumlarının temsil edildiği bir mecra yoktur. Devlet sanat kurumlarının da genel anlamda mali ve teknik işleyişleri, devletin mevcut kanunları çerçevesinde ele alınmakta olup bu sistemlerin eskimiş olduğu ve günün ihtiyaçlarına cevap veremedikleri kesindir. Bu ihtiyaçlar nelerdir? Benim veya farklı sanatçıların bu ihtiyaçları kendilerine göre yorumlayarak farklı cevaplar vereceği muhakkaktır ancak geniş çerçevede ele alınması gereken sorunların temsil edilmesi gereken yerler demokratik katılımcı cumhuriyet esaslarına göre ‘Ulusal Müzik Konseyi’ olmalıdır.
Kurulması gereken ‘Ulusal Müzik Konseyi’ ülkemizde müzik ile ilgili tüm meslek kurumlarının bir üst çatısı olmalıdır. Yapısı itibarı ile demokratik bir anlayışla kurgulanacak olan bu sisteme göre halihazırda var olan devlet kurumları, özel kurumlar ve STK’lar da bu konseyin içerisinde yer almalıdır. Bu konsey içerisinde barındırdığı meslek birliklerini veya farklı müzik kurumlarını, vakıfları vs temsilcileri vasıtası ile bir araya toplamalıdır.
Bunun altında toplanan kurumlar ise her biri özerk niteliğe sahip olarak kendi mesleki prensipleri çerçevesinde koymuş oldukları standartları işletmelidirler. Bu standartlar mesleki anlamda kurumların ulaşması gereken tepe noktalar veya kendi vizyonlarına göre geliştirmiş oldukları değerler olmalıdır. Ülkemizde kümelenen müzik ile ilgili kurumlar şu başlıklar altında kümelenebilir.
- İcra kurumları (Dans toplulukları, korolar, çalgı toplulukları, orkestralar, geleneksel topluluklar, halk kültürü toplulukları vs)
- Bilim kurumları (Eğitim kurumları, müzeler, dernekler vs)
- Teknik, lojistik, tanıtım vs hizmeti sunan kurumlar (Sahne hizmetleri, müzik yapımcıları, müzisyen meslek birlikleri, menejerlik kurumları vs)
İcra kurumları, ister devlet ister özel kurumlar olsun muhakkak kanuni olarak tescil edilmiş olmalıdır. Uluslararası standartları tutturabilmek açısından tescil edilmesi, bu tescilin Ulusal Müzik Konseyi standartları tarafından kabul edilmiş olması şarttır. Bu suretle özel kurumlar ve STK lar kanuni haklara sahip olarak sendikalar ile temsil edilebilirler. Bilim kurumları ise müzik bilimini amaç edinmiş kurumlardır. Ülkemizde sayıları pek az olmakla beraber, STK’lar, müzik dernekleri ve bunun gibi kurumlar çeşitlerine göre sınıflandırılarak konsey içinde yerini alabilir. Teknik, lojistik, tanıtım gibi hizmetler sunan, ses kayıt sektörü, sahne üstü hizmet sektörü, sahne arkası hizmet sektörü ve menejerlik kurumları gibi kurumlar da kendi sınıflarına göre konseyde temsil edilmelidir. Dijital ve telif haklarını takip eden meslek birlikleri de bu sisteme dahil olmalıdır.
Geçmişte TÜSAK adı verilen ve genel anlamda sanatçıların görüşü alınmadan oluşturulan bazı yapılanmalar yerine Ulusal Müzik Konseyi’nin bir sivil toplum örgütü olarak meydana getirilmesi ve çok geniş bir kesimi kapsaması daha yerinde olacaktır. Demokratik katılımcı cumhuriyet felsefesine göre şekillenecek olan Ulusal Müzik Konseyi’nde seçilmişlerin oluşturacağı standartlar çerçevesinde her kurumun temsil hakkı olmalı ve bu haklar devletin adalet mekanizmaları çerçevesinde korunmalıdır.
Önermiş olduğum bu yapılanma sistemi mantık çerçevesinde ele alındığı zaman kurumların ve kurumlara üye olan bireylerin yasal haklarını da korumakla yükümlüdür. Devletten de destek alması muhtemel bu kurumun devletin sanat politikalarını da daha geniş çerçevede oluşturması mümkündür.
Konsey dahilindeki kurumlar ise kendi iç yapılanmalarında meslek birlikleri şeklinde yapılanacakları gibi, kurumsal bazda da birbirleriyle alışverişte bulunarak daha güncel ve işleyen sistemler oluşturabilirler. Devlet kurumları ve özel kurumlar birbirleriyle daha sıkı iş birliği içerisinde olarak birbirleriyle anlaşmalar yaparak sistemi daha iyi işletme yoluna gidebilirler. Konsey dahilindeki kurumlar, standartlarını daha net bir şekilde tespit ederek birbirlerine karşı dayanışma içinde olacaklar ve böylelikle mesleki anlamda düzenli, standartları yüksek bir kalite elde edilmesinin yolu açılacaktır.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken oldukça geniş değindiğim ama yine de genel bir özet olan bu çalışmamın orijinal versiyonunu 2022 yılında sosyal medya mecralarından 12 günlük bir yazı dizisi halinde yayınladım. Bugün sizlere sunmuş olduğum sunum ise bu 12 uzun yazıdan alıntılar şeklinde oluşturularak günümüzün ihtiyacına göre eklemelerle değiştirildi. Dileğim odur ki; ikinci yüzyılımızda cumhuriyetimiz kültür temelli bir kimlik perspektifine oturtularak medeniyet yolunda yürümeye devam etsin.
Metnin başlığı Kültür Meclisi tarafından oluşturulmuştur.