BEKSAV Sinema Kolektifi’nin Onur Ayı etkinlikleri kapsamında 7 Haziran’da yapmak istediği ‘Pride’ filmi gösterimi Kadıköy Kaymakamlığı tarafından yasaklandı; engellemelere rağmen filmi izlemeye çalışanlar gözaltına alındı. Filmin senaristi Stephen Beresford’la olay hakkındaki düşüncelerini öğrenmek için iletişime geçtim. Herhangi bir bilgisi yoktu ama öğrenmek istiyordu ve büyük bir ilgiyle görüşmeyi kabul etti. Zoom üzerinden bir araya geldiğim Beresford, 1980’li yıllarda Birleşik Krallık’ta madenciler ve eşcinsellerin dayanışmasını anlatan filmin gözaltılara neden olmasının ona korkunç hissettirdiğini söyledi. Aynı zamanda Türkiye’deki LGBTİ+’ların mücadelesine ve cesaretine hayranlık duyduğunu…
İşte Stephen Beresford ile görüşmemizin tamamı:
İstanbul’da, ‘Pride’ filmi gösteriminin yasaklandığını ve izlemek isteyenlerin gözaltına alındığını öğrendiğinizde ne hissettiniz?
Pekâlâ, öncesinde olanlar hakkında biraz daha bilgi edinmek isterim çünkü bu konuda pek bir şey bilmiyorum. Sadece mesajını okudum. Bana neler olduğunu anlat.
Şuradan başlayayım: Türkiye’de son seçimlerle yeniden yönetime gelen iktidar, seçim propagandası boyunca LGBTİ+’ları hedef aldı. ‘Sapkın’ olarak nitelendirdi. Şu anda da LGBTİ+ etkinlikleri engelleniyor. Onur Yürüyüşü ya da derneklerin kahvaltı, piknik gibi organizasyonları… Bir süre önce de ‘Pride’ filmiyle ilgili bunlar yaşandı…
Her şeyden önce, cesaretlerinden dolayı onlara büyük bir hayranlık duyuyorum. Engellemelere rağmen yine de filmi izliyorlar! Bence bu çok cesurca.
Dünyanın geri kalanında; özellikle Avrupa’da, Amerika’da ve Avustralya’da sahip olduğumuz özgürlüğü kanıksamış durumdayız. Böyle bir hikâye duyduğumda hem rahatsız oluyorum hem de o insanların cesaretine inanılmaz bir hayranlık duyuyorum. Bence bu olağanüstü. Aynı zamanda, yazdığınız bir şeyin, özellikle de aslında çok masum olan bir şeyin, birilerinin gözaltına alınmasına neden olduğunu düşünmek korkunç bir duygu.
Biliyorsun, 1980’lerde İngiltere, Avrupa’da, özellikle gey erkekler için ilerici mevzuatın olduğu ülkeydi ve bizde de ‘Clause 28’ adlı bir yasa çıkarıldı. Bu yasayla eşcinselliğin teşvik edilmesi yasaklandı. Ama hiçbir zaman tutuklama olmadı. Bir ayrım yapmak önemli çünkü tanrıya şükür, bu yasalar dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi asla şiddet yoluyla uygulanmadı. Ama öyle görünüyor ki, Türkiye’de durum böyle…
O yasanın 80’lerde var olduğunu biliyoruz ve o zaman olanların Türkiye’de şu an yaşananlarla benzerliğini görmek benim için ilginç. Ama insanlar bunu reddediyor. Cesurlar ve ayağa kalkıp “Bununla korkutulmayı reddediyorum” diyorlar, “Geri adım atmayı reddediyorum.” İngiltere’de her halükârda hükümet rıza ile yönetir. İnsanlar bir yasanın artık kendilerine uygun olmadığını anlarsa, yasa bozulur. Umarım gey ve lezbiyenlerin hakları konusunda Türkiye’de de bu olur. Bence tırmanmanız gereken çok ama çok daha dik bir yokuş var. Sorun da bu.
O zamanlar İngiltere’de yaşam LGBTİ+’lar için sıkıntı olsa da, filmi izlerken düşünmeden edemedim, yine de 2023 Türkiye’sinden farklıymış. Çünkü insanlar LGBTİ+’ları kabul etmeye daha açıkmış. Bunu fark ettiğimde canım bayağı sıkıldı.
Elbette. Rasyonel ve laik bir tavır sergileyen bir ülkede yaşadığım için çok şanslıyım. Evet, bu büyük bir fark yaratıyor. Söylediğim, dinin kötü olduğunu düşündüğüm anlamına gelmesin. Asla öyle bir şey demiyorum. Ama çoğu zaman dinin sadece engellemek isteyenler tarafından kullanılan bir bahane olduğunu düşünüyorum.
Eşcinsel karşıtı yasaların baskıcı olduğu ülkeler beni çok şaşırtıyor, Türkiye de bunlardan biri. Erdoğan’ın sapık olduklarını söylemesi gibi, bu insanlarda bir sorun olduğuna dair hâlâ bir inanç var. Böylece, bir bakıma, aynı cinse ilgi duymanın karşı cinse ilgi duymak kadar doğal olduğunun kabul edildiği ülkelerin bir adım gerisinde kalınıyor. Bence varmak istediğin yere giden ilk adım bu. Kendini veya toplumu insanların algılarından uzaklaştırmak; bir kaza veya hata olduğun, yaptığın işte yanlış bir şey olduğu fikrinden uzaklaştırmak ve onlara her cinsel yönelim kadar normal olduğunu hissettirmek…
‘‘Pride’ gösterime girebildiğinde birlikte izleyelim’
Bu arada, gözaltı haberlerinin ardından Türkiye’de birçok kişi, yasağın karşısında durmak amacıyla Twitter’da, #Prideizliyoruz hashtag’iyle filmi izlerken fotoğraflarını paylaştı…
Yine söylüyorum, çok cesurca. Filmin böyle bir önemi olduğunu düşünmek çok ama çok iç açıcı. İzlenmesine ve izleme cesaretine sahip olunmasına çok sevindim. Kalbim onlarla birlikte. Birçok insanın bunu yapmasına sevindim. Bir şeyi baskı altına alırlarsa ondan kurtulacaklarını, onu yeraltına süreceklerini düşünmeleri veya yasakların o şeyi insanlar için çok daha çekici hale getireceğini düşünmemeleri genellikle rejimlerin bir hatası. Olay, insanların filmi fark etmesini sağladı. Umarım Türkiye’de ‘Pride’ın açıktan gösterime girebileceği bir gün gelir ve bu olduğunda, gelip filmi sizlerle izlemeyi çok isterim.
Peki filmi yazarken başka bir ülkede böyle bir etkisi olabileceğini düşündünüz mü?
Diğer ülkelerde nasıl algılanacağını hep merak etmiştim ve diğer ülkelerin nasıl tepki verdiğini görmek her zaman ilginç. Bu film, çoğu insanın gelip benimle konuştuğu veya hakkında konuşmak istediği bir şey oldu. Pek çok insanın filmi izlerken, aileleriyle izlerken ya da filmin onlar için neden önemli olduğuyla ilgili hikâyesi var. Bunu her zaman dokunaklı buluyorum. Ama yazarken bunu düşünmedim. 80’lerde ve öncesinde yaşanan mücadelelerin, bugün eşit haklar için mücadele eden ülkelerde böyle bir yankı uyandıracağı o zamanlar aklıma gelmemişti. Ama şimdi düşününce, buna memnunum. Bunlar filmle gerçekten gurur duymamı sağlıyor. ‘Pride’ yazdığım ilk filmimdi. Oldukça gençtim. Nasıl film yazılacağını gerçekten bilmiyordum. Hâlâ bir bakıma yaşıyor olması müthiş. Bu harika bir his.
‘Zulmün olmadığı ülkede ayağa kalkmak cesaret gerektirmiyor’
Türkiye’de hükümetin, Türkiye Anayasa’sında LGBTİ+ karşıtı değişiklik yapmak istediğini ve öneride eşcinselliğin ‘sapkın akım’ olarak nitelendirildiğini biliyor muydunuz?
Evet, bunu biliyordum. Gerçekten çok üzücü. Tüm dünyanın bildiği gibi, Türkiye çok farklı bir yerdi. Bu yüzden, işlerin nasıl değişebileceğine dair tüyler ürpertici bir hatırlatma bu. Bu beni çok üzüyor, çünkü benim için Türkiye her zaman kültürlerin bir araya geldiği, çok şahane bir yeri temsil ediyordu. Avrupa, Asya ve Ortadoğu’nun bir nevi dönüm noktasında duruyor.
Eşcinseller şeytanlaştırılması ve tekmelemesi kolay bir grup ve bu yüzden kimse bedel ödemek zorunda değil. Bence birçok insan eşcinselleri, ne kadar güçlü olduklarını göstermenin bir yolu olarak kullanıyor. Bu azınlığa zulmederseniz kimsenin umurunda olmaz. Ama bence bu ülkelerin hükümetlerinin unuttuğu şey, ‘Pride’ın hikâyesinde de olduğu gibi, her yerde geyler, lezbiyenler, biseksüeller ve translar var. Bu insanların hepsinin genellikle heteroseksüel ebeveynleri, kardeşleri, arkadaşları, meslektaşları var. Baktığınız zaman, onları savunan birçok insanın olduğunu keşfediyorsunuz. Umarım Türkiye’de de böyle olur. Umarım heteroseksüel insanlar, haklarını kaybedecekmiş gibi görünen kuir insanlar için savaşırlar. Çünkü, gördüğünüz her eşcinselin, onunla birlikte olan bir akrabası ya da bir arkadaşı var. Bence Margaret Thatcher hükümetinin İngiltere’de keşfettiği şey buydu. Dik bakışlardan kurtulmak sandığınız kadar kolay değil. Umarım Türkiye’de böyle bir şey olur.
Londra’da, New York’ta, Sidney’de ve Avrupa’nın her yerinde Pride kutlamaları kurumsal şirketlerle dolu. Panolar, sponsorluklar, posterler ve bayraklar… Gökkuşağı bayrağı olmadan bir fincan kahve almak imkânsız. Ama o şirketlere şunu söylüyorum, bu harika ama size ihtiyacımız olan yer Türkiye. Size ihtiyacımız olan yer, bu insanların gerçekten risk altında olduğu ülkeler. LGBTİ+’lara yönelik zulmün olmadığı bir ülkede LGBTİ+’lar için ayağa kalkmak cesaret gerektirmiyor. Eğer cesaret örneği görmek istiyorlarsa, bunu ‘Pride’ izleyen ve tweet atan insanlarda bulabilirler. Onur Ayı’nı reklam amaçlı kullanan tüm şirketlerin ihtiyaç duyulduğu yerler Türkiye gibi yerler. Umarım bir adım atarlar.
‘Önyargı, yakınlıktan sağ çıkamaz’
Filmde LGBTİ+’ların diğer toplumsal sorunlara duyarlılık gösterdiğini; karakterlerin güçlü aktivistler olarak tasvir edildiklerini görüyoruz. Sizce bu tür aktivist karakterlerin ve genel olarak LGBTİ+ hakları ve toplumsal eşitlik gibi konuları ele alan filmlerin toplumu dönüştürme potansiyeli açısından etkisi nedir?
Bence ‘Pride’ın mesajı, olanların gerçek bir hikâyeye dayanması. Bu yüzden filmde olanların gerçekten önemli olduğunu düşünüyorum. Harika bir söz var. Ben bulmadım, birisi bir incelemede yazmıştı: “Önyargı, yakınlıktan sağ çıkamaz.” Mesele şu ki, iki kişi karşı karşıya gelince, konuşmaya başlayınca, önyargı hafiflemeye başlar. Yani, LGBTİ+ olan birini tanıdığınızda, onlarla vakit geçirdiğinizde önyargı ortadan kalkar.
Gün geçtikçe küçük kabilelerimize sürüldüğümüz bir çağda yaşıyoruz. Bu durum, diğerleri için olduğu kadar LGBTİ+’lar için de geçerli. Küçük gruplara geri dönüyoruz, oysa bence yapabileceğimiz en iyi şey karışmamız. Karışmak uzlaşmak demek, üzerinde çalışmak demek. ‘Pride’ın verdiği mesaj da bu. Bir fark yaratmak için bağlantı kurmalısınız. ‘Pride’ın hikâyesi madenci grevini destekleyen bir grup gey ve lezbiyen aktivist hakkında. Grev başarısız olur, madenciler kaybeder. Ama kazandıkları şey, aralarındaki ilişkinin yarattığı bu yeni dünya anlayışı. En önemli şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Konfor alanından çıkmak ve diğer insanlarla tanışmak. Çünkü alternatif yok, bundan daha iyisi yok.
Söylediğiniz gibi filmde LGBTİ+’lar işçilerle birlikte mücadele ediyor. Gerçekte de her iki topluluk dünyanın her yerinde hakları için mücadele ediyorlar. Sizce işçilerin ve LGBTİ+’ların birlikteliği nasıl bir mesaj veriyor?
“Bir araya gelmeliyiz.” Bulunduğumuz alanı diğer insanlarla paylaşmak zorundayız, bunu yapmanın bir yolunu bulmalıyız. Bunu gerçekleştirmenin yolu kendini göstermektir, o insanların nasıl olduğu hakkında fikir sahibi olmak değil, sadece kendini göstermek. Mesaj aslında bu. Filmin asla, özellikle politik bir mesajı olmasını istemedim. Nihayetinde benim için film, yoldaş olabileceğini asla hayal bile edemeyeceğimiz bir grup insanla ilgiliydi. Bir nevi engelleri yıkmak, bunu başarmak. Her zaman bunun mümkün olabileceğine dair bir umudum var. Şu anda Türkiye gibi bir ülkede zor ama bu daha önce oldu, umarım yine olur.
Film, 1984 yılı İngiltere’sinde, madencilerin LGBTİ+ aktivistlerine karşı önyargılarının zamanla değiştiğini gösteriyor. Sizce LGBTİ+’lar için şartların hâlâ zor olduğu ülkelerde benzer bir toplumsal değişimin yaşanması için gerekli olan nedir?
Bu iyi bir soru ve keşke cevabını bilseydim. Filmde anlatılan grubun fark yaratmasının nedeni, yardıma gelmeleriydi. Kendi gündemlerini ön plana çıkarmadılar. Yardım etmek için buradayız dediler. Filmdeki “Lezbiyenler ve Geyler Madencileri Destekliyor” adlı grup nedeniyle Birleşik Krallık’ta genç aktivistlerden oluşan başka bir grup daha kuruldu: “Lezbiyenler ve Geyler Göçmenleri Destekliyor.” Mültecileri desteklemek için çalışıyorlar. Bunun insanların kalplerini ve zihinlerini değiştirmenin çok etkili bir yolu olduğunu düşünüyorum. Çünkü kendilerinin de onlar gibi insanlar olduklarını ve yardım etmek için orada olduklarını gösterdiler. Cevabı bilmiyorum ama bunda cevaba dair bir ipucu olabileceğine inanıyorum.
‘Kuirler iş gücünü çekse ülke durma noktasına gelir’
Sizce LGBTİ+’lar için sıkıntılı ülkelerde toplumsal kabulün oluşması adına kültür üreticileri hangi adımları atmalı?
Türkiye’de yaratıcı endüstrilerde yer alan her kuir 48 saatliğine iş gücünü çekse Bayan Erdoğan saçını bile yaptıramaz. Ülke durma noktasına gelir. Bu yüzden medya, eğlence ve sanatla uğraşan bu kadar insanın gücünün asla hafife alınamayacağını düşünüyorum. Türkiye’de birçoğunun sesini çıkardığını biliyorum ve bu harika. Yapabilecekleri tek şey bu, ama gerçekten önemli. Kim olduğun konusunda açık olmanın oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. İnsanlar eşcinselleri bir şekilde öteki olarak düşünüyorlar. Ama televizyonda haberleri sunan ya da beğendikleri dizideki oyuncuların gey olduklarını öğrendiklerinde bu bir şeyleri değiştirir. Her zaman bu böyledir.
Aslında ilginç bir durum var. Sanat dünyasındaki kimi LGBTİ+’lar ülke yönetimleri tarafından kabul görebiliyor, örneğin toplantılara davet edilebiliyorlar. Ancak toplumun genelinden söz edildiğinde tavır değişiyor.
Çünkü hükümete karşı söylemleri yok, değil mi? Muhtemelen hükümet karşıtı olmadıkları için…
Eşcinsellik 1965 yılında Birleşik Krallık’ta suç olmaktan çıkarıldı. Bundan çok önce radyoda, televizyonda, açık olmasalar bile, belli bir şekilde eşcinsel olduklarını duymak mümkündü, eşcinsel şakaları yapılırdı ve insanlar bunun komik olduğunu düşünürdü. İnsanların olduğu yerde bu bilişsel uyumsuzluğun olması alışılmadık bir durum değil elbette. Bence vatandaşlarının herhangi bir kesiminden korkan bir toplum, kendisiyle barışık olmayan bir toplumdur. İnsanların bunu yapmasının her zaman bir nedeni var ve bunu kendilerini rahat hissetmedikleri için yapıyorlar. Ülke kendi içinde rahat değil.
Netflix gibi mecralar, LGBTİ+’ları görünür kıldıkları için övgü alıyor ya da eleştiriliyorlar. Sizce bu yeni dijital dünyanın ve üretilen filmlerin, dizilerin LGBTİ+ haklarına etkisi nasıl?
Başka ülkelerden film izlemek daha kolaylaşıyor. Sadece bir tık ile. Sanatı yasaklamak isteyenler içinse her geçen gün daha da zorlaşıyor. Kuzey Kore’de değilseniz, hükümet olarak insanların izlemek istediklerini engellemek çok zor.
Bu arada, LGBT tabiriyle ilgili bir sorunum var. Nedenini söyleyeyim, çünkü bence bunu lastik damga gibi kullanıyoruz. Gerçekten L, B veya T’yi kastetmiyoruz; genellikle G’den bahsediyoruz. Konu hep gey erkekler. Örneğin, Londra’da harika bir tiyatro var ve kendilerini Londra’nın bir numaralı LGBT tiyatrosu olarak adlandırıyorlar, ancak aslında sahneledikleri oyunlar genellikle beyaz gey erkekler hakkında. Lezbiyen, gey, biseksüel, transgender terimlerini kullanıyorlar ama aslında bu toplulukların hiçbiriyle gerçekten ilişki kurmuyorlar. Bu yüzden beni bu ifadeyle ilgili endişelendiren şey, çok iyi niyetli olmasına ve dayanışma yaratması gerekmesine rağmen, insanları daha görünmez kılıyor.
Birleşik Krallık gibi ülkelerde, kuir sanatın biraz daha çeşitli hale geldiğini görmek isterim. Düşünce çeşitliliğini kastediyorum. Âşık olmak ya da cinsel yönelimi açıklamakla ilgili pek çok şey yapıldı. İlginç olabilecek başka türden sesler görmek isterim.
Bana sorduğun şeye gelince, bence etkisi çok büyük. Bence insanların bağlantı kurmasına ve yalnız olmadıklarını biraz daha anlamalarına yardımcı oluyor, özellikle de bunun çok çok daha zor olduğu ülkelerde.
‘Devrim kendi çocuklarını yer, buna dikkat edilmeli’
Türkiye’deki durumdan bahsettim. Sizce dünyada durum nasıl? LGBTİ+’lar geçmişe göre daha mı özgür, yoksa başka ülkelerde de özgürlükleri kaybetme tehdidi var mı?
Birleşik Krallık’ta özgürlüğü kaybetme tehlikesi olduğunu düşünmüyorum. Harika bir söz var. Sanırım Fransız Devrimi’nde ortaya çıktı. “Devrim kendi çocuklarını yer.” Bence buna dikkat edilmeli. Batı Avrupa’da, Amerika’da veya Avustralya’da olduğumuzdan çok daha zor zamanlar geçiren diğer ülkelerdeki kuir meslektaşlarımıza, kardeşlerimize çok daha fazla odaklanıldığını görmek istiyorum. Onur’u bir ölüm kalım meselesi olarak gören insanlar var ve bence bu gerçekten önemli. Birleşik Krallık’ta hakların tersine döneceğini düşünmüyorum ama Türkiye’de ortaya çıkan duruma benzer durumlara dünya çapında çok daha fazla odaklanıldığını görmek istiyorum.
Son olarak Türkiyeli LGBTİ+’lara ne söylemek istersiniz?
Yalnız değilsiniz. Neler olduğunu görüyoruz ve umarım dünyanın geri kalanının dikkatini olan bitene çekebiliriz. Cesaretinize büyük bir hayranlık duyuyorum. Onur Yürüyüşlerinden, tazyikli su ve hatta gözyaşartıcı gazın olduğu şok edici görüntüler hatırlıyorum. Ülkedeki insanlar çok izole hissedebilir. Sadece şunu söylemek istiyorum, dünya bunu görüyor ve umarım elimizden geldiğince yaşananlara bir ışık tutabiliriz.
#BEKSAV#Film yasağı#LGBTİ+#LGBTİ+ hakları#Pride#Stephen Beresford