Adana’da hayat, dışarıdan bakıldığında, normal seyrinde. Caddelerde rutin, gündelik hareket. Sadece araç kiralama şirketlerinde huzursuz bir yoğunluk. Deprem bölgesine ulaşmak isteyenlerin çoğu, uçakla Adana’ya gelip buradan kentlere dağıldığından araç bulmak zor; bazı şirketler de olağanüstü durumdan yararlanmanın peşinde. İnternet üzerinden anlaştığımız firma, türlü bahanelerle ekstra masraf çıkarınca, yaya kalıyoruz. Aynı firmanın, ilaç yardımı için gelmiş uluslararası kuruluşun temsilcilerinden de fazladan ücret istediğine şahit oluyoruz. Can sıkıcı.
O gün hava serin ama güneşli. Soluklanmak için oturduğumuz, parka kurulmuş çay bahçesinin çalışanı imdadımıza koşuyor. Aracılığıyla çok daha ucuza araç buluyoruz. Yola koyulacakken, birkaç şişe suyu kucağımıza bırakıyor: “Bunlar da benden olsun, orada belki bulmak zor olur.”
Yönümüz Hatay. İskenderun’da bir arkadaşımızla buluşacak, oradan Samandağ’a gideceğiz. Dörtyol’dan kente girdiğimizde, başımı sağa sola çevirip depremin izlerini aramaya, yıkılan binaları seçmeye çalışıyorum. Bir turistin arayışını andıran halimden rahatsız oluyorum. Ama o anda anlıyorum, ne kadar yakınlaşırsak yakınlaşalım, bizimki hep dışarıdan bir bakış olacak.
Yıkım değil, ufalanma
İskenderun’da yıkım apaçık gözümüzün önünde. Yol boyu binalar yerle bir. İlerledikçe ayakta kalanların birçoğunun ağır hasarlı olduğunu fark ediyoruz. Çatlamış çok katlı binalar boşaltılmış. İlçenin en büyük çadır kenti, Mustafa Kemal mahallesinde, o yüksek binaların yakınındaki alana kurulmuş*. Çadır kentin karşısında, tek başına görünen, bir büyük çadır dikkatimi çekiyor. İçine sığınmış insanlar Arapça anlaşıyorlar. Buluştuğumuz arkadaşımızdan öğreniyorum, bu çadır mültecilere ayrılmış. Bir çadırdan diğerine gönderilip durduklarını anlatıyor. Depremle bir kez daha yersiz kalmışların yaşamı iki kere zor.
Asıl büyük yıkımla Samandağ’da karşılaşacağız. Yıkım değil bu; binalar kum gibi, un gibi, sokak sokak ufalanmış. Aradan bir ay geçmiş, bazı yollar hâlâ molozlarla kapalı. Çeper semtlerde ve özellikle merkezde hasar büyük. Hayret, bir tek sahil şeridi hasarsız duruyor. Samandağ’ın dalgalı denizinin vurduğu uzun sahil boş.
Samandağ, bomboş. Görünür hareket, çoğu bireysel çabalarla yapılan, enkaz kaldırma çalışmalarında. İş makinelerinin kepçeleri her tarafı toza boğarak inip kalkıyor. Tozun içinde, hasarlı evlere nakliye asansörleri uzanıyor. Kırılmamış ne varsa kurtarılacak, yeni evlere, orası neresiyse, taşınılacak. Nakliye ücreti ateş pahası, 15 – 20 bine varıyor. Evlere girip eşyaları çıkaranlarsa genelde mülteci işçiler. Yollarda hafriyat kamyonları, bir de kalan eşyaların yüklendiği nakliye araçları var.
Değil konuşmak, nefes almak, gözünü açmak güç. Toz, enkazlardan, yollardan havalanıp savruluyor. Molozların döküldüğü alanlarda durum daha kötü. Aklım bir yandan Antakya’da. Samandağ böyleyse Antakya nasıldır? Görmüş bir arkadaşım, aklımda canlandırabilmeme yardımcı olmak için “Mecidiyeköy’den Taksim’e kadar her yerin yıkıldığını düşün” diyor. Beklenen İstanbul depremini anımsatarak.
‘İnsanların halini görüp nasıl gideyim?’
İnsan kalabalığına, Samandağ’ın yukarılarında, Tomruksuyu’ndaki Bedii Sabuncu Anadolu Lisesi’nin bahçesinde kavuşuyoruz. Yardım merkezine dönüştürülmüş okulun bahçesine çadırlar kurulmuş, içeriye ihtiyaç malzemeleri depolanmış, gönüllüler durmaksızın çalışıyor. Kimin neye gereksinimi varsa saptanıp listelere göre dağıtımı yapılıyor. Çadır ihtiyacı sürüyor ve gönüllüler arasında en öfkeli konuşmalar bu ihtiyaçtan söz açılınca oluyor. AFAD’ın gelen yardımlara el koyduğunu anlatıyorlar. Başka kentlerdeki gönüllüler “Tamam çadır gönderelim, ama el koyulmasına engel olabilecek misiniz?” diye soruyormuş. Aktarılana göre yardımlar Samandağ’a, Antakya’ya, Defne’ye ulaşmadan, Hatay’ın başka bir bölgesine gönderiliyor. Bir tür seçim yatırımı.
Metin Bey, evini ailesini bırakıp Edremit’ten gelmiş. Haftalardır bu okulda yardım uğraşında. Öfkeli. “İnsanların halini görüp nasıl gideyim?” diye soruyor. Varilden yapılmış sobanın başında, yardımlarla hayatın dönmeyeceği, insanların yeniden üretime geçmesinin gerekliliği konuşuluyor. Samandağ’da hiç rastlamadım ama Tomruksuyu’nda bazı dükkânlar yeniden açılmış. “İyiye işaret” sayılıyor. İstanbul’da kendi içimizdeki tartışmanın burada da karşılığını görüyoruz: “Tamam, yaralarımızı el birliğiyle saralım, ama devletin de işe zorlanması gerekmez mi? Borçlandırarak ev yapmak iş mi?”
‘Bir yılda enkazı kaldırsınlar yeter’
Recep Bey İstanbul’dan gelmiş ama on yılı Antakya’da geçmiş, Ali Bey buralı. İkisi de müzisyen. Son bir yılda Antakya’daki kültürel hayatın canlılığını anlatıyorlar. Eğlence mekânlarının sayısı neredeyse 200’e varmış. Expo alanıyla ivme büyümüş. Her gün konserler, etkinlikler; yerli ve yabancı turistin ilgisi, kültür turları. O günlere nasıl dönülecek? Kültür Bakanı’nın kulaklarını çınlatıyoruz. Bir yılda ihya olur mu Hatay? “Bir yılda enkazı kaldırsınlar yeter.”
Samandağ’ın iki önemli özelliği var. İlki, Hatay’ın tamamına yayılan çokkültürlü yapı. “Buranın halkı hiçbir baskı görmeden rahat yaşamaya alışmıştır. Gidip başka yerde yaşayamazlar. Kendilerini bulamazlar. Mutlaka geri dönecekler.” İlçenin diğer özelliği, ihracat rakamlarına yansıyan üretim ve özellikle taşımacılık. “Buradaki birçok ailenin bir ayağı Suudi Arabistan’dır” diye anlatıyorlar. “Elbette Samandağ’a destek olacaklar, para aktaracaklar, yeniden kalkınacak.”
Günlerimiz Samandağ ve çevresinde geçiyor; konaklama adresimizse Musadağı köylerinden Vakıflı. Vakıflı, felaketin içinde bir vaha. Ama 20 Şubat depremleriyle yaralanmış bir vaha. Musadağı köylerinin, köylülerinin ve Vakıflı’nın hikâyesi sonraki yazılara.
*Aktarılan izlenimler geçen haftaya ait. Yaklaşık 180 çadırın olduğu, çeşitli kuruluşların dayanışma çadırlarının bulunduğu Mustafa Kemal mahallesindeki çadır kente dün AFAD müdahalesi yaşandı. Birçok çadır AFAD ve idari amirler eliyle kaldırıldı. İskenderun bugünlerde kuvvetli yağışla da mücadele ediyor.