2013 yılında, Lazcayı ve Laz kültürünü yaşatmak amacıyla kurulan Laz Enstitüsü Başkanı İsmail Avcı Bucaklişi’yle enstitünün çalışmalarını, Lazca başta olmak üzere Türkiye’de tehlike altında olan dillerin sorunlarını, anadillerinin korunması ve yaşatılmasında devlete ve aydınlara düşen görevleri konuştuk:
Anadilinin kültürle olan ilişkisi hakkında neler söylersiniz? Sizce Türkiye’de anadili kavramına nasıl bakılıyor?
Anadilini kültürün ifade biçimi ve aynı zamanda kimliğin en temel unsuru olarak düşünüyorum. Kültür dediğimiz, insanın yarattığı, ortaya koyduğu yaşam biçimlerinin tamamını kapsıyor. Dolayısıyla biz bütün bunları dille ifade ediyoruz. Deyimler, atasözleri, masallar, şiirler, şarkı sözleri bütün bunlar dille oluşturulan unsurlar ve kültürün de önemli birer parçası. Dil aynı zamanda kimliği oluşturan temel öğelerden bir tanesi. Bu bağlamda dil her şeydir diyebiliriz.
Türkiye’de anadillere bakışın bence iki farklı boyutu var. Birincisi politik bir açıdan bakıldığı zaman, siyasi mücadele yürütebilen ya da yürüten bir kesimin konuştuğu dil, anadili statüsünde ve çok değerli, diğerlerine göre daha önde, ötede olabiliyor. Ama bir diğer bakış açısı ki, ben buradan bakıyorum, bir dil, bir anadili politik olarak bir savunucusu olmasa bile, herhangi bir dil kadar önemlidir. Ülkede konuşulan bir x dilini düşünelim. Bu dilin İngilizceden, Türkçeden veya başka bir dilden, herhangi bir hiyerarşide bir alt noktada yer aldığı söylenemez. Bence bütün diller eşittir. Bütün anadillerinin var olmaya, kendini yaşatmaya ve ifade etmeye, herhangi bir dil kadar değer görmeye hakkı vardır.
Türkiye’de ne yazık ki politik olarak kendini ifade edemediği için pek çok kesim tarafından ciddiye alınmayan, haber konusu bile yapılmayan çok sayıda dil yaşıyor. Yeni bir dünya şekillendirme iddiası taşıyanların bile –geçmişte ve kısmen bugün– anadillerini ve bu dilleri konuşan halkları, toplulukları hiç kâle almadığı, görmezden geldiği, varlığından bile haberdar olmadığı bir durum söz konusu.
Türkiye’de konuşulan anadilleri, özellikle 2000’ler sonrası çalışmaların yoğunlaşmasıyla daha bilinir, görünür ve bahsedilir olmaya başladı. Ama biraz daha ötesine geçmek gerekiyor.
‘Diller gençlere aktarılamıyor’
Lazca Türkiye’deki anadillerinden biri, ancak tehlike altındaki diller arasında gösteriliyor. Bu tehlikenin boyutu nedir? Tehlike altında olmasının nedenleri nelerdir?
Türkiye’de Türkçe ve Kürtçe dışındaki dillerin –ki Zazaca da buna dâhildir– tamamı ciddi olarak tehlike altında. Ciddi olarak tehlike altında olmak demek, genç kuşaklara anadillerinin aktarılmaması, çocukların anadillerini bilmemesi, konuşmaması anlamına geliyor.
Bir dilin tehlike altında olduğunu söylerken şunlardan bahsederiz: Bu dilde yaygın bir yazma kültürü var mı? Bu dilin gazetesi, dergisi çıkıyor ve bunlar satılıp okunuyor mu? Bu dilde televizyon, radyo ya da başka türlü yayın yapılıyor mu? Eğitim yapılıyor mu? Bu dil kamu kurum ve kuruluşlarında temsil ediliyor mu? Bütün bunlar bir kriter ama Türkçe dışındaki hiçbir dil için bu kriterler sağlanmıyor zaten. Geriye “Bu diller genç kuşaklara aktarılıyor mu?” sorusu kalıyor.
Türkiye’de Kürtçe dâhil hiçbir dil genç kuşaklara aktarılamıyor yeterince. Kürtçenin durumu popülasyondan dolayı biraz daha farklı olabilir tabii, ben diğerlerini daha iyi biliyorum. Çerkesce, Zazaca, Lazca, Hemşince, Pomakça, Süryanice, hepsinin farklı farklı sorunları var ve bunların hiçbirisi genç kuşaklara aktarılmıyor. Günlük yaşamda yaptığımız çalışmalarda bunu net olarak görebiliyoruz. Bu yüzden de hepsi ciddi düzeyde yok olma tehlikesi altında.
50 yaş üstü insanların aramızdan ayrılmasıyla bu dilleri konuşan insanların sayısı ciddi olarak azalacak. Parmakla sayılır hâle gelecek. Bunu görebilmek için bir 30 yıla ihtiyacımız var. Baktığınız zaman Lazca, Hemşince, Romeika, Zazaca, Süryanice, Pomakça, Çerkesce, Abazca, Gürcüce milyonlarca insanın anadili. Böyle devam ederse bu dillerin 30 yıl sonraki durumu; tükenme aşaması.
‘Dili öğretme olanakları ortadan kalkıyor’
Mesela bugün aile büyükleri gündelik hayatta kendi aralarında ve gençlerle Lazca konuşuyor mu?
Lazca tıpkı İngilizce gibi, Türkçe gibi bir dil. Bu diller nasıl aktarılıyorsa Lazcanın da o şekilde aktarılması lazım. Örneğin İngilizceyi insanlar ne için öğreniyor? İngilizce bir iş ve gelecek vaadinde bulunuyor. İngilizce öğrenirseniz daha iyi eğitim alırsınız, daha iyi iş bulursunuz, daha iyi para kazanırsınız ve dolayısıyla bu sizin yaşam standardınızı yükseltir. Peki Lazca öğrendiğinizde ne olur? Bu saydıklarımın hiçbirisi olmaz. Bu yüzden de aileler çocuklarına anadillerini aktarmada çekinceli davranıyor ya da çoğunlukla aktarmıyorlar. Sebebi bu dillerin kültürel sermayeleri olsa da yeterli sosyal sermayelerinin olmaması.
Dünyada 7 bin dil konuşulduğu söyleniyor –saymadım elbette– ve en az 3 bin 500’ü, belki 4 bini “Ne işe yarayacak?” sorusuna cevap verilemediği için çocuklara aktarılmıyor ve yok oluş sürecine giriyor. Niye? Çünkü maddi anlamda bir karşılıkları yok. Öncelik elbette resmi dilde, hatta mümkünse dünya dili olan İngilizcede.
Bu durumun diğer bir yönü de, anadillerini çocuklara öğretebilme olanakları ortadan kalkmaya başladı. Geçmişte sosyal iletişim araçları çok kısıtlıydı. Çocuk ister istemez aile ortamında, mahallede, sokakta bu dile maruz kalabiliyordu. Ama bugün bir araya geldikleri zaman çocuklar cep telefonlarına bakıyor, akşam eve gidildiği zaman millet Netflix ya da başka bir şey izliyor. Konuşulacak ortam da kalmadı.
Bu dillerin çoğunluğu, hatta tamamına yakını köylerde konuşulan dillerdi ama artık köyler, köy olmaktan çıktı. Benim çocukluğumda 30 hanenin var olduğu köyde şimdi kışın 2-3 hane dolu, onlar da yaşlılardan oluşuyor. Ortada çocuk da yok zaten. Dilin aktarılabileceği bir alan kalmadı. Bir tek sosyal medya bu işlevi görebilir.
Dili konuşan insanların, anadili savunucularının çocukların ilgisini çekebilecek içerik üretebilmeleri gerekiyor. Ama böyle bir içerik üretimi söz konusu değil. Çünkü bu hem alan bilgisi hem de maddi güç istiyor. Ne yazık ki, bu ikisi de yok. Sosyal medyada ya da televizyonda çocuklar anadilleriyla ilgili ne izleyebilir ki? Hiçbir şey.
Kitaplar da bu işi görmüyor. Kitap okumak çok değerli, anlamlıdır ama bu biraz entelektüel bir çabadır. Ortalama bir insan kitap okumaz, ya dinler ya da izler. Hangisi kolaysa onu seçer. Dile ilgi uyandıracak izlenecek bir şey de yok ortada, dil nasıl aktarılacak? Aktarılamıyor.
Okul kısmen bu işi görebilir, onda da Türkiye’yi düşünelim: Çocuklara lise sona kadar İngilizce dersi veriliyor ama çoğunluğun öğrenemediğini biliyoruz. İki saat seçmeli dersle Lazcayı nasıl öğreteceksiniz? Kaldı ki Lazca öğretebilecek donanıma sahip öğretmen, ders araç gereçlerinin oluşturulması, bunun desteklenmesi de başka bir süreç. Bütün bunlar olmayınca işte geldiğimiz nokta burası: Dünyadaki dillerin binlercesi, Türkiye’deki dillerinse tamamı tehlike altında.
Anladığım kadarıyla dili sahiplenmemizde maddi menfaatlerimiz öne çıkıyor, manevi yön eksik kalıyor.
Öncelikle dil bir iletişim aracıdır. İhtiyaç duyuyoruz ve dili iletişim için kullanıyoruz. İşin manevi yönünü dert ettiği için bir dili konuşan insana nadir rastlarsınız. Siz de bilirsiniz, pek çok eğitimli insan Türkçe konuşurken bile Avrupa dillerinden kelimeleri araya serpiştirir ki sözleri kıymet görsün. Kendi sosyal statüsü üstte görünsün. İşin moral yönü önemli olsa da çoğu zaman yeterli olamıyor.
Kazım Koyuncu etkisi
Toplum Laz kültürü ve Lazca hakkında ne kadar bilgili?
Belki kategorilere ayırmak lazım. Bazı insanlar bilmiyor Laz kimdir, nedir diye. Tüm Karadeniz’in Laz olduğunu düşünenler var. Çoğunlukla üniversite okumuş, mürekkep yalamış, biraz basını takip eden ya da Lazlarla bir şekilde iletişimi olmuş insanlar bu konuda daha bilgili.
Türkiye’de 1990 sonrası, özellikle Laz müziği alanında ortaya konan eserlerin Laz kültürünün tanınmasına ciddi bir katkısı olduğunu düşünüyorum. Kazım Koyuncu Lazca şarkılarla Türkiye’ye kendisini kabul ettirmiş, sevdirebilmiş bir ikon. Popüler ve çok sevilen bir figür, bir idol. Laz çocukları için de Türkiye’de Laz olmayanların birçoğu için de bu böyle. Kazım Koyuncu hangi siyasi görüşte olursa olsun toplumun tüm kesimlerinde kabul görmüştür. Son derece ilginç, bence incelenmesi, üzerine doktora yapılması gereken bir örnek. Kazım Koyuncu’nun varlığı, şarkıları, Lazcanın ve Lazların bilinirliğini büyük oranda artıran bir etkiye sahip ama bakarsanız; Kazım bir şans aslında. Normalde böyle bir şeyin olması pek olası değil.
Öte yandan çok uzun süredir Laz dili, kültürü, kimliği üzerine yapılan çalışmalar var. Bütün bunların hepsi sayesinde bilinirlik arttı.
Kimlik olarak da “Lazlık” pek çok Karadenizlinin kabul ettiği bir şeydir; bağımsız olarak kendisini Laz olarak tanıtıyor insanlar. Bütün bunlar bilinirliği bir miktar daha artırıyor şüphesiz. Belli bir sempati de yaratıyor aslında. Türkiye’de Lazların Osmanlı’dan bu yana sahip olduğu bir Laz imajı var. Bu kimi zaman fıkra kimi zaman şarkı kimi zaman da espridir. Kurtuluş Savaşı’nda Laz kayıkçıların silah taşıması gibi daha tarihsel örnekler üzerinden bir sempati olduğunu düşünüyorum. Bu da bir taraftan Laz kimliğini besleyen, popülerleştiren, diğer taraftan içini boşaltan bir şey olsa da ben bir avantaj sağladığı fikrindeyim.
2013 yılında Lazcanın, diğer dillerle birlikte, okullarda seçmeli olarak okutulabileceği karara bağlanmıştı. Bu karar uygulanıyor mu? Bugün okullarda seçmeli Lazca dersi var mı?
Evet, bu karar bugün uygulanıyor. Okullarda seçmeli Lazca dersleri de var, devam ediyor.
2018-2019’da sınıf açılmadı, o yıllar haricinde sınıflar açıldı. Şu anda üç sınıf var diye biliyorum. Bu da büyük oranda Laz Enstitüsü’nün gayreti, çabası, kampanyaları üzerinden yürüyor. Biz dursak dersler açılmayacak noktasındayız. O yüzden Laz Enstitüsü, Milli Eğitim Bakanlığı’yla ‘Lazca Eğitici Eğitimleri’ de yapıyor. Öğretmen ihtiyacını karşılamak için MEB’le protokol imzaladık. Bu da okullarda ders uygulamasını besleyen bir süreç.
‘Lazca için büyük adımlar’
Lazca Eğitici Eğitimlerine ilgi nasıldı? Lazca eğitimi alan kişiler nerelerde ders verebiliyor? Bununla bağlantılı olarak, gençlerin Lazca öğrenmeye ilgisi var mı?
Bu eğitimler ve Lazca üzerine yaptığımız diğer çalışmalar çok fazla ilgi görüyor. MEB’in bu konuda bir desteği oldu. Bu çok önemli bizim için. Çünkü insanlar “Devlet kendi öğretmenine Lazca kurs açtığına göre Lazca değerli bir şeydir” gözüyle bakıyor.
MEB’le imzaladığımız protokol sonrası duyurular yapıldı, binin üzerinden öğretmen başvurdu. Resmi ve gayri resmi ortamlarda eğitim verebilecek öğretmenlerin yetişmesi için çaba harcıyoruz. Lazca bilen, Lazca öğretmek isteyen insanlara Lazcanın nasıl öğretildiğini anlatıyoruz, bu alanda formasyon kazandırmaya çalışıyoruz. Eğitimler sırasında dilin yaşamasının önemini anlatıyoruz, okullarda sınıf açmanın öneminden de bahsediyoruz.
Bu insanlar daha çok Doğu Karadeniz’deki okullarda çalışıp sınıf açabilme şansına sahip oluyor. Bir kısmı sınıf açıyor, eğitim veriyor, yaptıkça daha hevesleniyor, devam ediyor.
Ayrıca Laz Enstitüsü olarak online Lazca eğitimler veriyoruz. Geçen sene 350 başvuru olmuştu; Amerika’dan, Almanya’dan, İngiltere’den, her yerden insanın ilgisini çektiğini gördük. Yine geçen sene 9-10 tane sınıfımız vardı, bu yıl altı sınıf açtık. Şu anda yeniden başlasak kesinlikle on sınıfı doldurabiliriz.
“Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım” diyor ya Neil Armstrong, bunlar da Lazca için büyük adımlar. Şöyle düşünebilirsiniz: Bir zamanlar Lazca konuştuğu için çocukların dayak yediği okullarda bugün Lazca dersi verilmesi hatırı sayılır bir şey, bir değişimin göstergesi.
Siz Lazca öğretmenisiniz. Sizin deneyimleriniz, gözlemleriniz nedir?
Ben aslında elektronik bilgisayar öğretmeniyim. Ama üniversite birinci sınıftan itibaren Lazca üzerine çalışmaya başladım. Lazca sözlüğü, Lazca gramer kitabı ve daha sonra Lazca ders kitapları hazırladım.
Ders kitaplarını hazırlayan kişi olarak aktif öğretme süreçlerinin içinde olmak kitaplardan edinemeyeceğiniz deneyim ve birikim sağlıyor. Özellikle Boğaziçi Üniversitesi’nde okuttuğum Lazca dersler hem ciddi bir deneyim sağladı hem de iyi bir altyapı oluşturdu. Lazcanın nasıl öğretilebileceği bilgisini de bu deneyimlerden edindik.
Önceleri çok heyecanlıydı. Ne, nasıl anlatılacak, nereden başlanılacak, içeriği neler oluşturacak? Tüm bu bilgilerden yoksun, tamamen bilinmez bir noktada başladım bu işe. Anlattıkça eksikleri, fazlalıkları görüyorsunuz. 1998’den beri birçok yerde parça parça Lazca anlattım ama 2011’den beri daha profesyonel, akademik düzeyde anlatıyorum. Lazcayı yetişkinlere, öğretmenlere anlattım, üniversitelerde öğrencilere anlattım. Bazen öğrencilerin, bazen öğretmenlerin gece 1’de, 2’de arayıp “Hocam ben bunu anlamadım, bir daha anlatır mısınız?” diye sorularla geldiği oluyor. Kısaca keyifli bir süreç.
Enstitü, biri size ait olmak üzere Lazca üzerine 11 tane akademik çalışma olduğunu listelemiş. Laz kültürü ve Lazca ile ilgili akademik çalışmaların 2000’li yıllarda başladığını görüyoruz. Sizce Lazca üzerine yapılan akademik çalışmalar neden bu kadar az?
Türkiye’de 2000 senesine kadar Lazca üzerine akademik bir çalışma yapılmadı diye biliyorum. Sebebi malum, cevabı da oldukça kısa; Lazca üzerine yapılan akademik çalışmalar 2000’lere kadar yoktu çünkü yasaktı. Bu tarihten sonra özellikle yüksek lisans düzeyinde epeyce tez hazırlandığını biliyorum.
‘Lazca alanında aktif çalışan tek sivil toplum kuruluşuyuz’
Laz Enstitüsü 2013 yılında kuruldu. Lazcayı ve Laz kültürünü korumak ve geliştirmek üzere nasıl çalışmalar yaptınız? Enstitünün çalışmalarının, Lazcanın görünürlüğüne nasıl bir etkisi oldu?
Az önce de bahsettiğim gibi, enstitü kurulduktan sonra MEB’le protokol yaptık. Önce müfredatı, sonrasında Lazca ders kitaplarını hazırladık. Avrupa Birliği projeleri yaptık. Bu projeler daha çok eğitim üzerineydi, anadili temelli eğitimler yapıldı. Eğitim içerikleri üretildi. Lazcanın mevcut ve güncel durumuyla ilgili anket çalışması ve saha araştırması yaptık. “Türkiye’de Lazcanın Mevcut Durumu-2018” başlığıyla raporlaştırıp Türkçe ve İngilizce olarak yayımladık.
Bütün dünyada özellikle dilbilim alanında çalışan akademisyenlerle iletişim kurmaya çalıştık. Yaklaşık 400 akademisyene mail attık, bunlardan 50-60 tanesi geri döndü ve bizimle iletişim kurdu. Bu ilişkilerden yola çıkıp, özellikle dünyada tehlike altındaki dillerin durumu hakkında seminerler düzenledik.
Avrupa Birliği mali desteği ile Laz-Çerkes Sivil Toplum Ağı Projesi kapsamında Bilgi Üniversitesi’yle işbirliği hâlinde, Boğaziçi Üniversitesi’nden hocalarımızın desteğiyle ‘Uluslararası Kafkas Dilleri Konferansı’nı gerçekleştirdik. Yine ‘Uluslararası Tehlike Altındaki Diller Sempozyumu’nu gerçekleştirdik. Dünyanın farkı yerlerinden akademisyenler katıldı bu etkinliklere.
Tehlike altındaki diller için dijital aktivizm eğitimleri düzenledik. Oldukça ilgi gören eğitimler oldu bunlar.
Lazca öğretimde eğitim içeriklerinin üretilmesi, sesli sözlük hazırlanması, Lazca öğrenme sisteminin oluşturulması, diğer tehlike altındaki dil gruplarıyla bir araya gelme, eğitici eğitimleri, sosyal medya kullanımı, uluslararası akademik çevrelerle iletişim kurma gibi konularda çalışmalar yürütüyoruz.
Laz Enstitüsü olmasaydı bu alanda çok şey eksik kalırdı. Bugün bu alanda aktif çalışan ve yoğun üretimler yapan tek sivil toplum kuruluşuyuz diyebilirim.
UNESCO tarafından Türkiye’de tehlike altında olduğu tespit edilen dillerin masallarını bir araya getiren Tehlike Altındaki Diller Masal Festivali de düzenlediniz. Dünyada bir ilk olan festivalden nasıl sonuçlar aldınız?
Türkiye’deki tehlike altındaki dillerin en önemli sorunu ve ihtiyacı kendilerini ifade edebilecekleri bir zeminin olmaması. Bu festival, öncelikle anadilleri için bir ifade zemini oldu, ikincisi tüm bu dillerin bir arada olması noktasında çok değerli bir çalışma oldu. Dillerimizi modern hayata, şehre uydurmak zorundayız. Bizimkisi buna bir başlangıç örneği teşkil etmiştir. Çok iyi eleştiriler aldık, herkes memnun ayrıldı etkinlikten. Mart 2023’te festivalin ikincisini yapacağız.
‘Dil ve kültürlere bölücü unsur olarak bakılmamalı’
Lazca gibi tehlike altında olan dillerin korunup yaşatılması için devlet nasıl bir kültür politikası geliştirmeli ve uygulamalı? Nasıl bir kapsamı olmalı? Siz neler talep ediyorsunuz?
Devletin desteklemediği, toplumun desteklemediği herhangi bir şeyin başarılı olma şansı yoktur. Lazcanın yaşatılma gayretini sadece Lazların desteklemesi yetmez, bütün Lazlar desteklese de yetmez. Sanatçıların, aydınların, entelektüellerin, sıradan insanların da bunu desteklemesi gerekiyor. Bu destek gerçekleşirse, böyle bir ortam yaratılabilirse bahsettiğimiz kültürlerin hepsi yaşayabilir. Çünkü bu dillerin, kültürlerin içinde bu toplumu ilgilendiren ve bu toplumun alabileceği çok fazla şey var.
Dillerin, kültürlerin yaşatılması için bütçede kaynak ayrılması gerekiyor. Kültürel ve dilsel faaliyetler Kültür Bakanlığı eliyle desteklenmeli, Türkçe olmadığı için halen kayıt altına alınmamış kültürel öğeler kayıt altına alınmalı. Öte yandan, yaşayan diller ve lehçeler dersleri daha çok desteklenirse ve içeriği zenginleştirilirse anadillerimizin yaşamasına anlamlı bir destek olacaktır.
Kültür Bakanlığı aslında kültürel unsurları bir şekilde destekliyor ama Laz demeden, Çerkes demeden yapıyor bunu. Yeni Zelanda’nın kadın başbakanı kendi çocuğuna oranın yerel dilinde, Maorice isim verdi. Böyle olunca herkesin bakışı değişiyor. Dillere, kültürlere birer bölücü unsur olarak bakılmasından vazgeçilmesi gerekiyor.
Lazca bu toprakların dili, Laz kültürü de bu toprakların kültürüdür. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan her dil, her kültür bu topraklara aittir ve bu topraklarla beraber var olmaya devam edecektir. Bunlar birer bölücülük unsuru değil, bunlar Türkiye’nin değeri ve zenginliğidir. Dünyanın zenginliğidir. Türkiye kadar kültürel zenginliğe sahip olan başka bir ülke yok. Buradaki kültürler yerleşiktir, kadimdir. Bütün bunların bir kültür ve insan hakkı olarak görülmesi gerekiyor.
Devletin yanı sıra aydınlar dilleri ve kültürleri korumak için neler yapabilir? Onlara nasıl görevler düşüyor?
Size Kazım Koyuncu ile ilgili bir anımı anlatayım, sorunuza cevap olur.
Hülya Avşar, televizyon programına Kazım’ı çıkartıyor. Muhabbet ediyorlar, Kazım orada kendini tanıtırken Laz olduğunu da söylüyor. Sıra şarkı söylemeye geliyor ve üç tane şarkı söylüyor Kazım. Bunlardan ikisini Lazca seslendiriyor. Program bitince Kazım’ı aradım, tebrik ettim, “Neden Lazca söyledin Kazım?” diye sordum. Yani eline fırsat geçmiş, programa çıkmış, insanlara Türkçe seslenebilirdi. “Eğer Lazca söylemeseydim Lazcanın varlığı bilinmeyecekti, bir tek benim varlığım bilinecekti. Ben Lazcanın duyulmasını da istedim” dedi.
Ufak bir pozitif tutum değişimin başlangıcı olabilir. Bunu hepimiz denemeliyiz.
#Anadili#İsmail Avcı Bucaklişi#Kazım Koyuncu#Laz dili#Laz Enstitüsü#Laz kültürü#Laz-Çerkes Sivil Toplum Ağı Projesi#Lazca#tehlike altındaki diller#Tehlike Altındaki Diller Masal Festivali
Yazıcı baştan sona kadar dikkatlice okudum. Kendisinden çok şey öğrendiğim İsmail hocanın söylediklerini iyi anlamak gerek. Bu yorucu bir süreç. Üstelik başarıya ulaşma olasılığı çok zayıf görünüyor. Hocanın da söylediği gibi devletin desteği şart. Başka Kazım Koyuncu da yok. Umarım çalışmalar meyve verir. Biz Lazların İsmail hoca gibi çalışkan ve üretken öğretmenimiz var. Darısı diğer dillerin başına. Unutulmamalı ki! Ya birlikte kurtuluruz, ya da birlikte yok oluruz.