6 Şubat depremlerinin yaraları hâlâ sarılmamışken 20 Şubat’ta bir deprem daha gerçekleşti. 6 Şubat depremlerinde en çok hasar alan illerden Hatay’da yaşanan bu son deprem, kentten tekrar yıkıma neden oldu. Başta Antakya olmak üzere bütün Hatay’ın çehresi değişti.
Deprem bölgelerinde çok sayıda kültür varlığı da zarar gördü. Dinlerin, kültürlerin buluşma noktası olan Hatay ve Antakya’da camiler, kiliseler, sinagoglar yıkıldı. Hatay Arkeoloji Müzesi’nde hasar oluştu. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, kültürel varlıkların hasar tespitini tamamladıklarını açıkladı. Hızla restorasyon çalışmalarına başlayacaklarını söyleyen Ersoy, mart ayını işaret etti.
Ersoy, bir diğer açıklamasında da Hatay ve Antakya için Kültür Yolu rotası planladıklarını söyledi: “Hatay ve Antakya için bir Kültür Yolu rotası oluşturacağız. Rota dâhilindeki bütün tescilli yapıları ayağa kaldıracağız. Yeni bir hikâye yazmamız gerekiyor Antakya ve Hatay’a. Bu hikâyenin kültür, gastronomi ve turizm ağırlıklı bir hikâye olması gerekiyor. Hedefimiz bir yıldan kısa sürede buraları ihya etmek, yeniden ayağa kaldırmak.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Hatay’da yaptığı konuşmada “Hatay’ı, İskenderun’u, Arsuz’u ve bütün harap olmuş yerleri sıfırdan inşa etmek üzere vatandaşlarımızın gönül huzuru içerisinde buraya yerleşmelerini sağlayacağız. Ama asgari bize 1 yıl müsaade” dedi.
Kültür varlıklarının durumuna ilişkin açıklamaları, yapım ve onarımda dikkat edilmesi gereken noktaları, Hatay ve Antakya’nın özgün dokusunun korunabilmesi için atılması gereken adımları ve müzelerin inşasında önemli olan başlıkları Kültür Varlıkları ve Müzeler eski Genel Müdürü, Antakya Kültürel Mirası Koruma Derneği kurucu Başkanı, arkeolog Kenan Yurttagül’e sorduk:
Aradan 17 gün geçti, şoku atlatabildiniz mi?
Şok öyle çok çabuk atlatılmıyor, kalıyor. Uzun da bir travma olarak kalacak ama ben yine de sıyrıldım sayılır. Birçok uğraş var, birçok kişiyle temasım oluyor, “Şöyle yapın, böyle yapın” diye yönlendiriyorum. Antakya Kültürel Mirası Koruma Derneği’nde toplayalım diyorum birtakım çabaları. Bu tür meşguliyetler yüzünden geride kalıyor birtakım huzursuzluklar. İyiyim diyelim, öyle olsun.
Arama kurtarmada ve yardımların ulaştırılmasında büyük bir karmaşa yaşandı, organizasyon eksikliği sıkça dile getirildi. Siz hangi konularda eksik kalındığını gözlemlediniz?
Bir kere herkesin söylediği ve tanık olduğum; Antakya’ya müdahale çok gecikti. 3 gün hatta 4 gün sonra benim bir arkadaşım, Harbiye yolundaki evinde bağıra çağıra bir vinç, bir yardım aradı. Sonunda madenciler bir tünel kazarak evin içine girdiler. Arkadaşımın annesini ve erkek kardeşini birbirlerine sarılmış olarak ölü çıkardılar. Oraya sıkışan diğer erkek kardeş de parçalanmış olarak çıkarıldı. Şimdi bu bir dram değil mi? Gerekli zamanda vinç ya da AFAD gibi yardım kuruluşları gelse, belki de hayatta kalacaklardı. Böyle çok örnek var.
Evet, yardım çok geç geldi. Hâlâ bakın çadır ihtiyacı var. Çünkü insanlar, çadır olmadığı için akşam yatmaya o yarım yamalak evlerine giriyorlar. 20 Şubat’ta ikinci deprem oldu ve yine can kaybı var. Evlerine zorunlu olarak giren insanların hayatları gitti. Antakya’da büyük bir çadır ihtiyacı var ama hâlâ ulaşabilmiş değil. O kadar para toplandı, niye ulaşabilmiş değil, anlamıyorum.
Çok yardım lazım. Sadece yemek değil, yemek bir şekilde halledilir. Şu an en önemlisi barınma sorunu. Düşünün kentin dörtte biri, dörtte ikisi şu an Antakya’da. Elbette gidenler oldu, kaybettiklerimiz oldu ama kalanlar için mutlaka çadır, çadır, çadır.
Bakarsanız çadır da yetmiyor, çünkü çadırı ne kadar kursanız da incecik bir şey, altından, etrafından soğuk geliyordur. Biraz daha hijyenik, biraz daha insanların üşümeyeceği alanlara, konteynerlere ihtiyaç var. İkinci önemli ihtiyaçsa tuvaletler. Hijyen açısından portatif tuvaletlere ihtiyaç var ve bu çok lazım. Bakın elektrik yok. Gerçi güven altına alındı ama hâlâ birtakım sıkıntıların sürdüğünü arkadaşlarımdan öğreniyorum.
Bilim insanları 20 Şubat’taki deprem için de uyarılarda bulunmuştu. Son depremle birlikte, sizin de bahsettiğiniz pek çok konudaki eksikliklerin telafi edilmediğini gördük. Nerede hata yapılıyor?
Hata demeyelim de eksik diyelim. Bir organizasyon eksikliği oldu baştan beri. Söyleniyor, uyarılıyor ama buna rağmen devam ediyor. Bir kere bu eksikliklerin süratle tamamlanması lazım ki şehri onarmak üzere Antakya’ya giden koordineli, düzgün grupların arabada yatmamaları, konteynerde kalabilmeleri, masa başı ya da düzgün bir ortamda çalışabilmelerini sağlanabilsin. Yani arabanın içinde oturup bir proje, bir rapor yazamazsınız. O yüzden bölgeye her gitmek isteyene “Lütfen acele etmeyin” diyorum. Önce kentin biraz onarımı sağlansın.
İhmal demeyelim, siyasetle işim yok benim, uğraşmak da istemiyorum ama bir eksiklik hâlâ var ve onun süratle tamamlanması lazım.
‘Önce planlama yapılması lazım’
Depremlerden en çok etkilenen kent Hatay oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Bir yılda Hatay’ı sıfırdan inşa edeceğiz’ diyor.
Tabii ki cumhurbaşkanımızın kendi görüşüdür. Gitti, gördü.
Bakın 20 Şubat’ta yaşanan deprem herhalde biraz daha farkındalık yaratacaktır diye düşünüyorum. Önce o yıkıntıların –içinde insan olmayan yıkıntıların– kaldırılması, molozların, tarım yapılmayan arazilere konulması, buraların belirlenmesi gerekiyor.
Amik Ovası, Anadolu’nun üç dört verimli toprağından biri. Tarım yapılıyor, üretime ciddi katkısı var. Siz oraya molozları yığarsanız, molozlardan çıkacak demir gibi, asbest gibi birtakım kimyasal yapılar toprağa zarar verecek. Siz toprağı öldürürseniz bir daha üretim bekleyemezsiniz. Bir yağmur esnasında o molozlardan akacak, çıkacak ve dereye karışacak herhangi bir kimyasal sulara zarar verecek. O sular topraklar içindir. Bu topraklar tarım toprakları, oradaki çaydan sulanıyor.
Planlama yapılması lazım. “Molozları kaldıracağız, onları nereye atacağız, onları orada nasıl koruyacağız, ne yapacağız?” diye düşünülmesi, bunların planlanması lazım. Dediğim gibi ‘insansız’ molozların kaldırılması, o alanın temizlenmesi lazım. Ondan sonra da yeni kentin nereye kurulacağına karar verilmesi gerekiyor.
Bakın 20 Şubat’taki depremin ardından yine artçılar bekleniyor. Ola ki mart ayında temel atmaya başladılar. Bilim insanları bu artçılar üç ay, dört ay sürecek diyor. Bir de bu molozları temizleyip aynı alana, üstüne yapmak güvenli mi? Hangi müteahhit isterse yapsın ama bu evlerde kullanılacak malzemelerin sıkı denetlenmesi, mutlaka o zemine uygun malzemelerin kullanılması lazım. Türkiye’de deprem bölgelerinde inşa edilecek yapılarla ilgili birçok rapor var, birçok bilim insanı çalışmış. Mutlaka bu raporlara bakılması, alanında uzman bilim insanlarının görüşlerinin alınması ve binaların öyle yapılması gerekir.
Ama burada da bir koordinasyon eksikliği var. Ben ha bire konuşuyorum, kimi akademisyenlere de şunu söylüyorum: “Lütfen biraz sakin olun, herkesin bilgisi kendisine. Bir arada çalışmaya çaba sarf edin.” Yoksa falan grup gitti, filan grup tespit etti… Bunun sonu yok. Bu bir başıbozukluk yaratır, kaldı ki zaten koordine eksikliği var.
‘Antakya’yı bilmeyenlere Kültür Yolu’
Kültür ve Turizm Bakanı da Hatay ve Antakya için Kültür Yolu rotası oluşturulacağını açıkladı.
Kültür Yolu çok yanlış bir deyim. Antakya’yı bilmeyenler Kültür Yolu kullanabilirler. Muhtemelen Sayın Bakan’ın önüne bir metin, bir proje sunmuşlardır, oradan aldığı bilgileri söylemiştir.
Antakya 2 bin 300 yıl önce kuruldu Seleukoslar tarafından. Dünyada örneği olmayan, kendi ismiyle kurulan ve hayatını sürdüren tek şehir. Antakya, erken dönem Roma’da küçük bir kasaba gibi bir şeydi. Ortada imparatorluk gibi bir şey yoktu. Çünkü Seleukos İmparatorluğu, Hindistan’dan, Pakistan’dan Bergama’ya, yani Ege kıyılarına kadar bütün alanın sahibiydi. Bir kere bunu bir kenara koyalım.
Antakya İpek Yolu, Kral Yolu ve Baharat Yolu üzerindedir, bir kavşak şehirdir. Bu da bir kültür zenginliği getirmiştir. Nasıl bir Kültür Yolu planlıyorlar bilemiyorum, Antakya zaten bir kültür şehri. Kültür Yolu ifadesi yanlıştır. Böyle bir ifade olamaz.
Çok seviyoruz karşılaştırmayı, “Filan şehirde böyle oldu, burada da olsun” gibi. Bir kere her kenti kendi içinde değerlendirmek gerekir. Antakya farklı bir şehir. Oradaki insanların yapısını, insanların konukseverliğini, insanların kültürel zenginliğini hiç gidip gördünüz mü, bilmiyorum. Birçok din, birçok kültür yaşamış orada.
Mesela Abbasiler gelmiş, Antakya’yı almış 7’nci, 8’inci yüzyılda. Hatta Harun Reşid çok beğenmiş Antakya’yı, gitmek istememiş. Yani Bağdat’ı bırakmak istemiş. Sonra zor ikna etmişler, vezirleri ikna etmiş de götürmüşler. Şimdi şunu diyeceğim: Antakya’nın kıymalı, kabaklı bir yemeği vardır, adı şıhıl mahşidir. Abbasiler o yemeği getirip bırakmışlar. Orduyla ve orduyu besleyecek koca bir mutfakla geliyorlar. Bir süre kalıyorlar, işgal ediyorlar ve bu mutfak orduyu besliyor. Giderken de mutfaklarından bazı yemekleri bırakıyorlar. Antakya’nın mutfağının zenginliği buradan geliyor.
Antakya, Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler anlamına gelen Levant’ın kuzey ucudur. Dolayısıyla aşağıdan gelen birtakım yiyecekleri kendi bünyesine almıştır ve sentezlemiştir. Bu bir kültür zenginliğidir, bunu da bir kenara koyalım.
Haçlılar, I. Haçlı Seferi sırasında Antakya’nın kapısına geldikleri zaman sekiz ay içeriye giremediler. Kapıyı içeriden birisinin açmasıyla girebildiler. Niye giremediler? O kadar korunmalı bir şehir ki… Okuduğum bir makaleye göre o dönemde 300 kilise, iki tane katedral olduğu söyleniyor. Tabii camiler de var çünkü orada birçok grup, birçok dinden insan beraber yaşıyor.
Şimdi kültürel anlamda bu kadar zengin bir şehirden bahsediyoruz, siz içinden yol mu geçireceksiniz? Nasıl bir yol yapacaksınız? Hangi yol bu, neyi kastediyorsunuz? Kültür Yolu’nu bir anlatsınlar, biz de bilelim.
‘Eski doku korunmalı, akademisyenlerle çalışılmalı’
Antakya ve Hatay’a “kültür, gastronomi ve turizm ağırlıklı bir hikâye yazacaklarını” da söylüyorlar.
Bu zaten vardı, yeni bir şey değil. Gelen insanlar özel yemekleri yiyorlar, alışveriş yapıyorlar, müze dâhil tarihi yapıları ziyaret ediyorlar. Var olan bir şeyi yeniden ortaya çıkarmanın anlamı yok.
Peki sizce Kültür Yolu rotası oluşturulurken kentin özgün dokusu korunabilir mi?
Asıl mesele bu. Asıl mesele, yeni Antakya’yı nereye ve nasıl yapacakları.
Nehrin dağa yaslanan tarafı tümüyle eski Antakya’dır. İçinde birkaç yeni yapı olsa da burada eski Antakya evleri vardır. Şimdi birçok fotoğraf paylaşılıyor, ben de izliyorum, birçok ev yıkılmış.
Elimizde yüzlerce, binlerce fotoğraf ve hava fotoğrafı var. Birebir aynısını yapmak gerekmiyor ama Antakya’nın içine yapılacak yeni evlerde o doku korunmalı, benzer şekilde yapılmalı. En azından dış cephesini koruyun. İçi için istediğiniz konfor ya da teknolojiyi kullanabilirsiniz ama dış cephenin korunmasının gerektiğini düşünüyorum. Bu da bir akademik çalışmadır.
Daha bu akademik çalışma yapılmadan girelim, orayı kaldıralım, burayı baştan yapalım tavrı çok doğru değil. Bakın yine dönüyor dolaşıyor akademik çalışmaya geliyor. Müteahhit mutlaka yapsın ama yanında mutlaka müteahhidi yönlendirebilecek bir akademisyenin olması lazım. Akademisyen bir proje versin, müteahhit onu uygulasın.
‘Kimsenin Antakya’nın ruhunu yok etme şansı yok’
Yani sizce Antakya’nın eski çehresine kavuşması mümkün olabilir.
Olabilecek, olmak zorunda. Antakya fiziksel olarak yıkıldı, ruhu hâlâ duruyor. Kimsenin Antakya’nın ruhunu yok etme şansı yok. Antakya’nın ruhu yukarıdan aşağıdaki şehre bakıyor ve onu koruyor.
Antakya onarılacak, belki eski günlerine daha iyi dönecek. Kötü bir şey yaşadık ama ben iyi tarafından bakıyorum. Belki daha şık, daha güzel, daha keyifli bir şehir hâline gelecek. Çünkü bugüne kadar ötelenmiş bir şehirden bahsediyoruz. Antakya ötelenmiş bir şehir. Biraz acı da olsa bu deprem belki farkındalık yaratacaktır. Acının içinden geçmek gerekiyor, biz de geçiyoruz zaten. Bu biraz zaman alacak, üç yıl, beş yıl değil, belki on yıl sürecek bir acı. Yaraların sarılması gerçekten zaman alacak.
Antakya’da birçok yakınım, akrabam barınamayacakları için, evleri olmadığı için etraftaki illere göç etti. Onlar şu anda göçebe hayat yaşıyorlar ve hepsi de dönmek üzere bekliyorlar. Hepsi dönecek. Sadece kaç sene sonra olacağını bilemiyorum.
Bu noktada hem devlet, hem hükümet, hem sivil toplum kuruluşlarıyla –olması gereken bu– birlikte bir koordinasyon, bir eşgüdüm sağlanmalı. Bunun siyaseti yok, biz bir acı yaşadık, siyaseti kenara koyup işbirliği yapılmak zorunda. Herkes birbirinin görüşüne saygı göstermeli, daha da önemlisi bilime inanmak gerekiyor. Bilim olmadan siz hiçbir şey yapamazsınız. Bunun içinde jeolog olacak, arkeolog olacak, şehir plancısı, çizimcisi, hepsi olacak. Birçok disiplinin içinde olduğu bir ortak akla ihtiyaç var. Eğer ki bu ortak akıl olmadan Antakya’yı yaparsanız, yine zarar görür.
‘Hatay Mimarlar Odası’nın görüşü alınmalı’
Kültür varlıklarının akıbeti merak konusu. Kültür ve Turizm Bakanı, 20 Şubat depreminden önce zarar gören kültür varlıklarının tamamının hasar tespitinin yapıldığını, mart ayında restorasyon çalışmalarına başlanacağını söyledi. Bu tespitlerin nasıl yapıldığını biliyor musunuz? Bir yanda alanda çalışmalar devam ederken 10 ilde hasar gören tüm kültürel varlıkların tespiti bu kadar kısa sürede tamamlanabilir mi?
Bu sorunun muhatabı ben değilim, bakanlık. Hangi hızda, nasıl yapıldığını ben de merak ediyorum. Bunu nasıl yaptınız diye sormak lazım gerçekten, raporları görmek lazım. Mesela neye göre yaptılar? Neyin hasarını tespit ediyorsun? Eski fotoğraflardan mı baktınız?
Dediğim gibi hep bunların konuşulması lazım. Yani onu yaptık, bunu yaptık, şunu yaptık… Açıklamalar çok inandırıcı gelmiyor bana, kusura bakmasın. Bunu neden söylüyorum? Bakan birtakım toplantılar, birtakım işler yapıyor ama Hatay’da, bütün Hatay’a hâkim Mimarlar Odası var. Bizim derneğimizle de Mimarlar Odası bitişiktir, hemen üst katındayız. Dernek sapasağlam duruyor, yıkılmamış. Daha bugün sordum oda başkanı arkadaşıma. Şimdi siz Antakya özelinde bir şey planlıyorsanız mutlaka Mimarlar Odası başkanının düşüncesini, fikrini, görüşünü almak zorundasınız. Onu almadan Antakya’ya bir çivi çakamazsınız. Bu önemli.
Yapacağız, edeceğiz kelimeleri beni ürkütüyor. Şöyle olmalıydı: “Filan grupla, filan üniversiteyle birlikte çalışıyoruz. Altı ay sonra tekrardan bir araya geleceğiz, oturup tartışacağız.” Bakın bütün söylemlerde “Yapacağız, edeceğiz, başlayacağız, çıkardık hasarları, onu yaptık, bunu yaptık.” E nasıl yaptın, kiminle yaptın, hangi bilgi birikiminle, hangi akademik çevreyle yaptın, kim raporladı, fotoğrafları var mı? Bunları öğrenmek istiyorum ben. Bunun cevabını verecek olan da Kültür Bakanlığı.
‘Artçılar devam ederken restorasyon için aceleniz ne?’
Sizin görebildiğiniz kadarıyla, Hatay’daki yapıların durum nedir? Hasar gören, yıkılan kültür varlıkları için onarım süreci nasıl işlemeli?
Hatay’da Ulu Cami sıfırlandı, aşağı indi, hiçbir şey kalmadı. Belki eski fotoğraflarına bakıp aynı yere ya da başka bir yere yeniden bir cami yaparlar.
Anadolu’nun ilk camisi olan Habib-i Neccar Camisi yıkık vaziyetteydi ama en azından ön cephesi duruyor. Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla kubbesinin yarısı yok. Bu son 20 Şubat depreminden sonra ne durumdadır, inanın bilmiyorum.
Eski Meclis Binası’nın dörtte biri duruyor.
Eski belediye binasıysa sapasağlam, muhtemelen statik sorunu vardır.
Valilik çok güzel bir binaydı, Fransız döneminden kalma ki önemli bir yapıydı, çok estetik ve şıktı. Onun da bu son depremden sonra zarar gördüğüne dair fotoğraflar paylaşmışlar.
Antakya’da henüz iş makineleri girmedi, en azından bu iki yapıya (camilere) girilmedi bildiğim kadarıyla.
Restorasyonla ilgili olarak martta çalışmaların başlanacağından söz etmiştiniz az önce. Bunlar palyatif, geçici çözümler. Biraz etrafı toparlamadan –temizlikten bahsetmiyorum– onu ayağa kaldıralım, bunu yapalım demek doğru değil. Bir bütüncül plan olması lazım. Yani hemen ayağa kalkması, insanların o alanı kullanacağı anlamına gelmiyor. Çünkü herkes barınma sıkıntısı yaşıyor. Oraya gidecek insanların kalacak, barınacak yerleri yok, yiyecek yemekleri yok. Hijyen sorunu var. O yüzden bir cami, havra ya da bir kiliseyi ayağa kaldırmanın hiçbir anlamı yok. Dursun. Nasıl yapılacağı planlansın, bir karar verilsin. Şehir biraz da olsun normal dönünce restorasyon çalışmaları başlar. Siz oraya götürün yirmi tane işçiyi ya da on tane teknik adamı, ne yapacaklar? Sallanıyor Antakya, yani sarsıntı bitmiş değil. E bu durumda aceleniz ne? Biraz bekleyin lütfen, sarsıntılar dursun, şehir bir kendine gelsin.
Kültürel mirasın yaşamasında bellek mekânlarının, simge yapıların tespiti de önemli. Örneğin Hatay’daki Petek Pastanesi gibi hafızalarda yer etmiş, insanları oraya ait hissettiren mekân, dükkân ya da sokakların envanteri var mı? Bakanlık bu gibi yapıların tespitini de yapıyor mu?
Doğru bir soru. Şöyle söyleyeyim; birtakım belgeler var. Bazıları Hatay Bölge Kurulu’nda. Eski Antalya’nın tescilli yapılarının fişlerinin olması lazım, bir kısmı Hatay Arkeoloji Müzesi’nde olmalı.
Bakanlığın bunlarla temasa geçip o belgeleri alması lazım, öyle umuyorum. Kimlerle çalışıyorlar, hangi mimar grubuyla, hangi üniversiteyle o konuda bir fikrim yok. Keşke haberim olsa da arasam, düşüncelerimi paylaşsam.
Yerel sivil toplum kuruluşlarının sürece katılımının sağlanması önemli. Antakya Kültürel Mirası Koruma Derneği’nin ne gibi çalışmaları olacak? Planlarınız var mı?
Var tabii. Ben herkesle konuşuyorum, size anlattıklarımı herkese anlatıyorum.
İTÜ’nün bir programı var, ODTÜ bir hazırlık yapıyor, TÜBİTAK bir program yapıyor. İyi niyetli ama bölük pörçük çalışmalar var. Mutlaka bir koordinasyon sağlanması gerekir. Ben de bunları bir araya getirmeye çalışıyorum kişisel olarak. Dernek olarak da bu mesele üstüne çalışıyoruz.
Bölgeyi bilenlerden birisiyim ben, ne yapılması gerektiğini de biliyorum. Akademisyenler tabii ki teorik olarak biliyor ama teoriyle pratiği birleştirmek lazım. Aynı şeyi sürekli söyleyip duruyorum ama mutlaka eşgüdüm olması lazım.
Bizim dernek ön almadı, ön almak gibi bir çabamız yok. Sadece destek vermek, katkı sunmak, doğru bilgi vermek ve bilgi paylaşmak istiyoruz. Bütün çaba bu.
‘Müzeler için yarışmalar düzenlenmeli’
Birçok tarihi yapı, kültür varlığı yıkılırken müzelerin fazla hasar görmediği açıklandı.
Müzelerle ilgili bir şey demek istemiyorum ama Antakya’daki bütün yapılarda hasar var, öyle diyeyim. Hepsinde hasar var.
Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürü Ayşe Ersoy son depremden önce müzede hasar olduğunu ancak eserlere zarar gelmediğini, eserleri artçılara karşı güvenli bir alanda topladıklarını söyledi. Bildiğiniz kadarıyla eserler müze içinde bir güvenli alanda mı yoksa başka bir yerde mi korunuyor?
Bildiğim kadarıyla müzenin içinde bir alan. Muhtemelen konteynerler yapıldı, eserler, müze içindeki bu alana taşınıyor diye bir bilgiye sahibim.
Başka bir alana taşıma olanakları da teknik olarak vardır ama güvenlik açısından doğru değil.
Son olarak, müzelerin yapımında nelere dikkat edilmeli?
Benim her zaman önerdiğim, bir müze binası için mutlaka ulusal hatta uluslararası bir yarışmanın açılması. Müze binasının yarışmayla saptanması. Her ne kadar tasarım olarak beğenmesem de Troya Müzesi yarışmayla yapıldı mesela. İlktir üstelik. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nde uzun süre çalıştım, yöneticiliğini de yaptım. Bu fikri ilk defa söylememe karşın gerçekleşti ve müze, bir yarışma sonucu yapıldı.
Hatay Arkeoloji Müzesi ise eskiden ufak bir nehrin, bir çayın geçtiği bataklık bir alanın üstüne kazık çakılarak yapılmıştır.
Bir kere müze yerinin statik olarak saptanıp ölçülmesi, ondan sonra üzerine yapılacak müzenin ihtiyaçlarını söylemek, “Böyle bir müze istiyoruz, buna uygun bir mimarı tasarım yapın” demek şart. Falana verelim, filan çizsin gibi bir şey olamaz, bu yarışmayla olmalı.
#20 Şubat depremi#6 Şubat depremleri#Antakya#Antakya Kültürel Mirası Koruma Derneği#deprem#Hatay#Hatay Arkeoloji Müzesi#Kenan Yurttagül#Kültür Yolu
Kenan Yurttagül gayet doğru tespitlerini duru bir söylemle ve şehri yeniden ayağa kaldırmak için, siyasi polemiklere girmeden kurumlar ve bilimler arası eşgüdüm ihtiyacının altını çizmiş. Bence bu mülakat karar vericiler için çok yerinde, zamanlı ve değerli bir ön yol haritası olmuş. Tebrik ediyorum.
Sayın Kenan YURTTAGÜL tüm önemli kilometre taşlarına değinerek güzel Antakya’mızın tekrar ayağa kalkması için gerekli adımlara ilişkin öngörülerini çok net açıklamış. Umarım ki tecrübelerinden istifade edilir…