Viyolonsel sanatçısı Umut Sağlam, 2009’da Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Tufan Tahir Tolga’yla başladığı viyolonsel eğitimini 2014-16 yılları arasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda Dilbağ Tokay’la sürdürdü. 2016’da Berlin Barenboim-Said Akademi’ye burslu kabul edildi. 2020’de Prof. Frans Helmerson’un sınıfından mezun oldu. Şef Daniel Barenboim’in daveti üzerine 2018’den bu yana Doğu-Batı Divan Orkestrası’yla turnelere katılan sanatçı, 2021 yılından beri Hochschule für Musik Hanns Eisler Berlin’de Prof. Claudio Bohórquez’le yüksek lisans çalışmalarına devam ediyor.
Barenboim’in yanı sıra Sir Andras Schiff, Steven Isserlis, Gary Hoffman, Daniel Müller-Schott, Peter Bruns gibi müzisyen ve eğitmenlerle birlikte çalıştı ve aynı sahneyi paylaştı, birçok festivallerde yer aldı. 2017’de İş Sanat’ın Parlayan Yıldızlar Serisi’nde birinciliğe ve Meriç Soylu Özel Ödülü’ne değer görüldü. Son olarak, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından verilen ve gelecek vadeden 30 yaşın altındaki müzisyenlere destek sağlayan Aydın Gün Teşvik Ödülü’ne değer görüldü.
Viyolonsel sanatçısı Umut Sağlam’la Türkiye’de klasik müziğin kazandığı ivme, klasik müzik eğitimi ve Türkiye’de müzisyenlere verilen destek üzerine konuştuk:
Türkiye’de klasik müzik açısından nasıl bir dönemdeyiz sizce? Kültür yaşamımızda nerede duruyor?
Şu anda Türkiye’de, Atatürk döneminde ekilen tohumların meyvesini verdiği, Cumhuriyet tarihinin klasik müzik alanındaki en parlak ve potansiyeli yüksek döneminin yaşandığı kanaatindeyim. Türk müzisyenlerin yurtdışında edindiği uluslararası başarılar, kazandıkları ödüller, dünyanın büyükten küçüğe türlü orkestralarında kazanmış oldukları pozisyonlar ve ülkemizde son zamanlarda artış gösteren klasik müzik organizasyonları bunun en önemli göstergelerinden.
Bununla birlikte, Türk klasik müzik camiasının daha iyi yerlere geleceğinden ve bizim jenerasyonumuzdan sonra gelecek sanatçı adaylarının bu başarılardan daha büyük ve başarılı işlere imza atacağından da eminim.
Bestecilerle bağ kurmak
Müzik kariyerinize yurt dışında, Berlin’de devam ediyorsunuz. Türkiye’deki müzik eğitimiyle yurt dışındaki eğitim arasında ne gibi farklar var? Müzik eğitimde “Keşke Türkiye’de de böyle olsaydı” dediğiniz neler var?
Tarihi açıdan baktığımızda klasik müziğin Avrupa’da yüzyıllardır süregelen bir gelenek olduğu bir gerçek. Bu geleneği, ortaya çıktığı coğrafyalarda öğrenmek çok yararlı bir deneyim. Bu durum bizlere, üzerinde çalıştığımız eserlerin bestecilerini, başlatmış oldukları gelenekler ve çalış stilleriyle direkt bir bağ kurarak öğrenme şansı tanıyor. Ayrıca bu bölgelerde yaşayan klasik müziğin dev isimleriyle çalışma şansı edinmek de bu deneyimin pekişmesine yardımcı oluyor.
Türkiye’de ilk akademik klasik müzik eğitimi 1924 yılında Atatürk’ün Musiki Muallim Mektebi’ni kurmasıyla başladı, 1936’da Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kurulmasıyla devam etti. 100 yıldan az bir sürede klasik müzik eğitiminin Türkiye’de geldiği konum gerçekten etkileyici.
Bizim daha çok üstünde durmamız gereken konunun, bahsetmiş olduğum bestecilerle yurtdışında kurmanın daha kolay olduğu bağları Türkiye’de de daha ulaşılabilir hale getirmek olduğunu düşünüyorum. Bunu da orijinal notalar, çalışma notları gibi kaynak materyalleri ulaşılabilir hale getirerek, yurtdışındaki köklü kurumlar ve tanınan başarılı klasik müzik insanlarıyla ortak çalışmalar yürüterek başarabiliriz bence.
Bir söyleşinizde Daniel Barenboim’in kurduğu ve müzik dışında felsefe, politika, tarih gibi birçok alanda müzisyenleri eğiten Barenboim-Said Akademie benzeri bir eğitim kurumunu Türkiye’de açma hayaliniz olduğunu söylüyorsunuz.
Bence klasik müzik eğitimi veya herhangi bir sanat dalı eğitimi tek bir ana alan odaklı olmamalı. Yani öğrencilerin bütün diğer sanat dalları ve eş zamanlı tarihsel ve politik olayları, felsefi akımları da öğrenebildiği bir müfredat planı yapılmalı. Bu sayede üzerinde çalışılan eserler ve o dönemlerdeki atmosfer hakkında daha kapsamlı bir öğrenme süreci sağlanabilir.
Örneğin, 20. yüzyıl bestelerini çalışırken 2. Dünya Savaşı’nın insanlara yaşatmış olduğu korkunç olayları öğrenmek, o eserlere katacağımız ifade yoğunluğu için etkili bir ilham kaynağı oluyor. Bu farkındalığın daha fazla önem kazanması gerektiğini düşünüyorum. Yıllar içinde bu sistemleri var olan eğitim kurumlarımıza tanıtmanın yeni bir kurum açmaktan daha sağlıklı bir yol olduğu kanaatine vardım. Dolayısıyla hayalim de bu yönde, farklı şekillenmiş durumda diyebilirim.
‘Eğitim kurumları desteklenmeli’
Türkiye’de BİSAM verilerine göre açlık sınırı 8 bin 167 TL. Çello üzerinden ufak bir araştırma yaptığımda 6 bin TL’den başlayan fiyatlarla karşılaştım. Türkiye’de müzisyenler ve müzisyen adaylarının iyi enstrümanlara erişimi sizce nasıl sağlanabilir?
Bu sorun açıkçası dünyanın her yerinde var. Klasik müzik ile ilgilenmek büyük bir maddi yatırımı gözden çıkarmak anlamına geliyor ne yazık ki. Bu sadece enstrüman ücretleriyle de sınırlı değil. Tel ücretleri, uçakta çello gibi büyük enstrümanlar için alınan ekstra koltuk ücreti, arşenin ortalama 3 ila 4 aylık kıl değişimi ve daha niceleri. Üflemeli enstrümanlar için de ayrıca türlü harcamalar söz konusu.
Tabii bu durumda konservatuvarlarımızdaki hibe edilen enstrümanlar, anlaşmalı enstrüman atölyeleri genç müzisyen adaylarına en büyük desteği sağlıyor. Bu bakımdan eğitim kurumlarımızın ülkemizdeki köklü ve büyük şirketlerden alabileceği maddi desteklerle daha fazla öğrenciye destek verebilecekleri bir ortam sağlanabileceği görüşündeyim.
‘Özgür ifade, özgür yaşam’
Son dönemde pek çok genç eğitim ya da iş için yurt dışına göç ediyor. Gitmek isteyenlerin oranı da gün geçtikçe artıyor. Sizce gençler neden yurtdışına gitmek istiyor? Bunu tersine çevirmek için neler yapılabilir?
Gençlerin yurtdışına gitmelerini önlemenin yolunun, kendilerini özgürce ifade edebilmelerinden geçtiğini düşünüyorum. Ekonomik durum tabii ki önemli ama kendini özgürce ifade edebilmek ve öyle yaşayabilmek daha önemli.
Ulusal ve uluslararası pek çok ödül kazandınız. Son olarak İKSV tarafından verilen Aydın Gün Teşvik Ödülü’ne değer görüldünüz. Ödül kazanmanın sanatçı üzerinde nasıl bir etkisi var?
Ödül kazanmak herhangi bir performans mesleğinde olduğu gibi, pozitif etkileri olan bir araç bence. Bu hem spor dallarında hem de müzikte aynı. Maddi kazanımın dışında bir prestij sağlıyor, bu da kariyeri ilerletmek için büyük imkânlar yaratıyor. Örneğin Aydın Gün Teşvik Ödülü, adında da belirtildiği gibi bir teşvik ödülü. Yani bu ödül, sanatçıların hem bugüne kadar olan başarılarını takdir etmek hem de daha fazlasını yapmalarını teşvik etmek için veriliyor. Ayrıca motivasyon bulmanın zor olduğu anlarda, insanın kendisine somut hedefler koyabilmesi için en pratik yollardan birinin ödül olduğunu düşünüyorum.
Bu konuda spor ile müziği ayıran en önemli detayın, bizim alanımızda ödül ve yarışmaların bir amaç değil sadece bir araç olarak görülmesi olduğunu düşünüyorum. Eğer klasik müzik ile şöhret ve maddi kazanım için uğraşıyorsanız, bu işi yapmanın gerektirdiği ruhani derinliğe asla ulaşamazsınız.
‘En büyük sıkıntı kadro sayısındaki eksiklik’
Türkiye’de kişi ve kurumların verdiği fon, burs gibi imkânları yeterli buluyor musunuz, sizce müzisyenler başka nasıl desteklenebilir?
Türkiye’nin mevcut ekonomik durumuna baktığımızda yapılan yardımların çok takdir edilesi olduğunu düşünüyorum. Bunun en önemli sebebinin Cumhuriyet değerlerine sahip çıkan, sanatı ve sanatçıyı önemseyen iş insanlarının ve köklü firmaların ülkemizde sağladığı olanaklar olduğunu düşünüyorum. Tabii bir gün umarım ülkece daha iyi dönemler göreceğiz ve kültür – sanat alanına yapılan yatırımlar artarak devam edecek.
Türkiye’de yaşayan müzisyenlerin karşılaştığı en büyük sıkıntılardan birinin kadro sayısındaki eksiklik olduğunu düşünüyorum. Çoğu sanatçı, işlerini süreli sözleşmelerle yürütmek zorunda kalıyor. Devletin bu durumu olumlu yönde değiştirmek üzere atacağı adımlarla bu gibi sorunların çözülebilmesini diliyorum.
#Aydın Gün Teşvik Ödülü#çello#Daniel Barenboim#İKSV#müzik#müzisyen#Umut Sağlam#viyolonsel