Bu memlekette hepimizin deneyimi, hiç olmadı tanıklığı olan şiddet eylemlerinin başında, devletin önlemek için hiç çaba göstermediği, hatta cezasızlık üzerinden uygulanmasını teşvik ettiği, son zamanlarda siyasi otoritenin dilinden yöntem önerildiği işkence uygulamaları gelir. İşkencenin en önemli bileşenlerinden birisi de belirsizliktir. Tanı koyarak, belgeleyerek belli ölçüde önüne geçebildiğimiz falaka, askı, elektrik işkencelerinin yaygın olarak uygulandığı yıllarda, bir başka yöntem olarak özellikle dinlettikleri seslerle, ne zaman o işkencelerle yüz yüze geleceğinizi asla bilmeyerek belirsizlik içinde beklenen anların yükü hep çok daha ağır diye tanımlanmıştır hep işkence görenler tarafından. O nedenle belirsizliğin bir işkence yöntemi olduğunu ve ruhsal bütünlüğümüz üzerindeki etkileri dikkate alan bir tıbbi belgeleme sürecini önemli buluruz.
Bakırköy’e geldiğimden beri ben de böyle bir belirsizlik ile sınandığımı söyleyebilirim. Her talebin dilekçe ile iletildiği hapishanede zaman zaman dilekçelerin kör kuyuya atıldığı hissi yaşıyoruz. Kütüphaneciyle maltada karşılaşmasam, dilekçemin eline dahi ulaşmadığından haberim olmayacak. Bu hafta dışarıdan gönderilen kitapların kontrol edilerek dağıtımı yapılacağından kütüphaneden kitap temin edilmeyeceğini, dışarıdan gönderilen kitapların da iki ayda bir 7, evet doğru okuyorsunuz, yazıyla da sadece yedi ile sınırlı olduğunu öğrenemeyecektim. Kütüphane görevlisinin duyarlı ve böyle iki ayda bir haftaya sıkıştırılmış dışarıdan gelen kitapların kontrolü yoğunluğunda özverili tutumuyla kütüphaneden kitap alabilmiş, üzerine dostlardan gelen yedi kitapla buluşmuş olsam da belirsizlik ötesine geçen ve bir hak ihlalini daha peşine ekleyip şiddetini pekiştiren bir durumla karşı karşıya burada insanlar. Duruşma için sevk edilmeden hemen önce Sincan’da da dışarıdan gönderilen kitapların dağıtımının iki ayda bir olduğunu öğrenmiştim ama en azından sayı sınırı yoktu. Kütüphaneden bir kerede 5 (beş) kitap alabiliyorduk. Bakırköy ise 3 (üç) ile sınırlamış bu sayıyı. Yılda bir kitap dahi okumayanların ülkesinde yaşıyor olsak da tarihinin eğitim düzeyi ve donanımı en yüksek insanları barındırmakta olan memleket hapishanelerinde bu rakamlar, sevgili Nilgün Toker’in geçtiğimiz günlerde sevgili Serpil İlgün’le yaptığı söyleşideki o tek sözcükle “saçma”.
Bu hapishanede 2016 Haziran’ında on gün kaldığımda, gittiğim koğuşun üst katındaki ortak alan çepeçevre kitaplarla donatılmıştı. Uzun yıllar ve canlarla ödenmiş bedelleri taşıyan mücadeleler, elde edilmiş pek çok hak gibi kitaplara erişimi de olanaklı kılmıştı. Sonrasında “saçma” tüm hayatımıza el koyarken, uzun mücadelelerle kazanılmış o haklar da üçer beşer yok edilmişti bu küçük ölçekli örnekte de görüldüğü gibi. At sineği olma inadımın ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha hissettirdi bu hapishanede yaşananlar. Bizler özgür yurttaşlar olma irademize sahip çıktığımızda, görmeliyiz ki “devlet” ne Hobbes’un Leviathan’ı gibi korkunç bir ejderha ne de Sokrates’in hantal atıdır. Bizim dayanışmamızla oluşturduğumuz, oluşturacağımız örgütlerimiz, titizlikle denetlenmesi gereken bir organizasyondur ve bu denetimlerden kaçınmak, çekinmek kolayca bu organizasyonu bir suç şebekesine dönüştürebilir, dönüştürmektedir de… Godot’u beklemeyin, gelmeyecek. Godot siz, biz hepimiz. Bizim irademiz, bizim dayanışmamızdan sızan umuttur.
#Hapiste kitaba erişim#Kitap sınırlaması#Kültürel üretime erişim#Prof.Dr. Şebnem Korur Fincancı#Türk Tabipleri Birliği