Parşömen Edebiyat, Türkiye’deki sayısı hepten azalan bağımsız edebiyat yayınlarından biriydi. Yeni yazarlara alan açması, nitelikli ürün yayımlaması, edebiyat/yayın dünyasına ilişkin tartışmalara adres olmasıyla önemli bir ihtiyaca karşılık geliyordu. Geçen günlerde “Parşömen için ‘öldü’ demeyelim, ’16 yıl yaşadı’ diyelim” diyerek yayını sonlandırdılar. Sırtımızı yasladığımız duvar biraz daha aşındı.
Parşömen’i var eden, “Hayatımda başka hiçbir şeye bu kadar emek vermedim. Buna kendi yazarlığım da dahildir” diyen Onur Çalı’yla 16 yılı, Parşömen’in neden kapandığını konuştuk.
Parşömen Sanal Fanzin, Türkiye’de internet yayıncılığının yeni geliştiği bir dönemde, 2007’de yayına başladı. Fanzin gibi bağımsız bir yayın türünü internete taşımaya nasıl karar vermiştiniz?
Öykü ağırlıklı bir sanal fanzin olarak başladı Parşömen yayın hayatına. İlk yayınımız olan 30 Ekim 2007 tarihli “Doğuş”un bir yerinde şöyle demişiz:
İnsan, her çağda insanlığından uzaklaştırılmaya çalışılmıştır herhalde ama bu çağdaki kadar başarılı olunmuş mudur bilinmez. Belki bu da bizim yanılgımızdır. Mağara duvarlarına bizon resmi çizen “sanatçı” da böyle düşünüyordu belki. Bilemiyoruz. Ancak şunu biliyoruz ki edebiyat denilen “şey” unutmamak için ve gösterilmeden görmek için var. Işığın tutulmadığı yerleri görmek için. Sevgilinin yüzünü anlatmak için de var, ekrandaki paramparça çocuğun yüzünü anlatmak için de. Parşömen de bunun için “var olmak” istiyor. (…) Şairin dediği gibi “siviller de birbirini vurdu / susarak.” Biz susmak istemiyoruz!
16 yıl boyunca sürdürdü Parşömen yayın hayatını. Bu arada kendi kitaplarım yayımlandı, ben değiştim, edebiyata bakışım da… Doğal olarak Parşömen de değişti, dönüştü.
O dönem internette başka edebiyat yayınları/dergileri var mıydı?
Biz başladığımızda bugün “edebiyat platformu” ya da “dijital dergi” olarak anılan web-sitelerinin pek çoğu yoktu. “Sanal fanzin” diye bir tanımlama da yoktu. 30 Ekim 2022’de adımızı Parşömen Edebiyat olarak değiştirdik.
Ben Parşömen’i bir edebiyat ve kültür-sanat dergisi olarak düşündüm. İçerik olarak, mantık ve tavır olarak, basılı bir edebiyat dergisinden farklı görmedim. Basılı bir dergiye göre dağıtım konusunda, okura ulaşma konusunda avantajlıydık. Basılı yayınlara göre tek avantajımız da buydu zaten.
16 yıl uzun bir zaman. Değişim kaçınılmaz. Parşömen’in baştaki tavrı baki kaldı ama iyi metin yayımlamanın bir edebiyat dergisinin yapabileceği en politik şey olduğu kanısı ağır bastı giderek. Bunu yapmaya çalıştık.
‘Rotamız iyi edebiyattan yanaydı’
Her edebiyat dergisi, ya da kültürel yayın diyelim, kendi okurunu yaratmak/bulmak üzere yola çıkar. Parşömen nasıl bir okuru arzuluyordu? Sonrasında kimlere ulaştı? Dilediği kalabalıkla buluşabildi mi?
16 yıllık yayın hayatımızın özellikle son 5-6 yılı daha “aktif” geçti diyebilirim: Daha çok metin yayımladık, giderek büyüdük, okurumuz arttı. Edebiyatın günlük hayatın bu kadar dışında olduğu, edebiyat okurluğunun çok düşük seviyelerde seyrettiği bir toplumda, bence yeterli “kalabalığa” ulaştı Parşömen.
Edebiyat okuruna ulaşmaya çalıştık biz, bulduk ve buluştuk da. Daha fazla okura ancak daha popüler işler yapılarak ulaşılabilirdi, bunu tercih etmedik.
O kadar çok kişinin katkısı var ki Parşömen’e. Okuyan da yazan da sahiplendi dergimizi. Hatta neredeyse iki yıldır, okurlarının maddi desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı Parşömen.
Söylediğiniz gibi zamanla kapsamı genişleyen bir dergiye dönüştü. Rotasını nasıl belirlediniz?
Hemen her derginin yaptığı gibi öykü, şiir, söyleşi, deneme-eleştiri vs. yayımladık. Ama bunun dışında sadece Parşömen’e özgü olan yazı dizilerimiz, söyleşilerimiz vardı. Yıl sonu soruşturmaları yapıyorduk. Çeviri öykü ve şiir, mektup, sinema yazısı, günlük… Pek çok farklı türde yayın yapıyorduk.
Parşömen’e yazı gönderen, Parşömen için söyleşi yapan, yeni fikirlerle gelen arkadaşlar oldu hep. Zamanla kalabalıklaştık.
Bu anlamda, baştaki fanzin ruhu kaybolmadı Parşömen’in. Bunu söyleyebilirim. Rotamızı da doğallıkla, iyi edebiyattan yana ve hep beraber üreterek belirlemiş olduk.
Yolculuğu 16 yıl sürdü. Türkiye’de edebiyat dergiciliği açısından uzun bir süre sayılabilir. Bunca yılın motivasyonunu neler oluşturdu?
Dergilerin bir ömrü vardır elbette. Edebiyat tarihimiz, bir ölü dergiler mezarlığıdır. Ölümsüzlük mümkün değil ama iyi anılmak mümkün.
Motivasyonum edebiyat sevgisiydi. Daha önce de söyledim birkaç yerde, biraz da şaka yollu olarak ama gerçektir: Parşömen, benim kendime sorduğum “Bugün edebiyat için ne yaptın?” sorusuna yanıt verme çabasından doğdu ve sürdü.
Yayını tek başına çıkarmaya başlıyorsunuz, uzunca bir süre de böyle devam ediyor. Bu tek başınalıktan söz edelim mi? Bir söyleşide “Parşömen’e verdiğim emeğe hiç acımıyorum” diyorsunuz.
Uzun süre tek başımaydım. İşin hamallığı bendeydi hep ama son birkaç yılda Aysun Kara ve Rukiye Yıldız da ekibe katıldılar. Onların da çok katkısı var elbette.
Parşömen’e verdiğim emeğe hiç acımadım ve hayatımda başka hiçbir şeye bu kadar emek vermedim. Buna kendi yazarlığım da dahildir. Romantik gelebilir kulağa ama, dergi çıkaran pek çok kişide olduğu gibi, edebiyat sevgisinden kaynaklanıyor bu.
Önüne arkasına bir şey eklemeden, tek başına “edebiyat” yüce bir değer benim için. Belki ahmaklık ediyorumdur böyle düşünmekle, kim bilir, ama durum benim açımdan böyle.
‘Yayıncılardan destek görmedik’
Edebi yayınlar yeni yazarların, okurların yetişmesi için önemli. Örneğin Parşömen’de ilk metinleri yayımlanan birçok kişinin sonra kitaplarını okuduk. Yayıncılar bu önemin farkında mı sizce? Parşömen onlardan destek gördü mü?
Bir edebiyat dergisinin iki temel işlevi var bence: Okur yetiştirmek ve yeni yazarların ortaya çıkmasını sağlamak.
Burada tek tek isimlerini sayamayacağım kadar çok öykücünün, yazarın, edebiyatçının yolu Parşömen’den geçti. İlk öykülerini Parşömen’de yayımlayan, bugün kitapları ilgiyle izlenen pek çok yazar var.
İlk olarak Parşömen’de yayımlanan pek çok metin kitaplara girdi, benim Dünlükler’im de öyle oldu, başka pek çok metin de… Kitaplaştılar. Yazar biyografilerinde Parşömen’in adı giderek daha çok anıldı. Bunları övünmek için söylemiyorum ama memleket ahvali malum, söylemek gerekiyor galiba.
Yayıncılar konusunda çok samimi konuşacağım: Destek görmedik, yeterliği desteği göremedik. Bu arada bizim enerjimiz tükendi, çok yorulduk. Bırakmak zorunda kaldık.
Parşömen ve benzerlerinin yayın hayatlarını sonlandırması, ticari kuruluşlar olan yayınevlerinin aleyhine bir durum. Ama bunun farkındalar mı, ne kadar farkındalar bilmiyorum doğrusu. Yayınevleri sosyal medyadaki okur hesaplarına, bookstagram’lara vs. daha çok önem veriyor sanırım.
Edebiyat dergileri nasıl desteklenebilir? Okurların taşın altına elini koyması bekleniyor genelde. Bu model sizce Türkiye’de dergilerin yaşaması için işlevsel mi?
Türkiye’de okurlardan çok şey bekleniyor. Okur desteği önemli ama hem yeterli değil hem de sürdürülebilir değil. Okur hangi birimizi “kurtarsın”, nereye yetişsin! Her şeyi okurdan beklemek haksızlık.
Parşömen’i bu yoğunlukla (ayda 60-70 yayın yaparak), üç kişilik bir ekiple sürdürmek mümkün değildi. Maddi kaynak yaratabilseydik ekibi genişletebilecektik belki. Neyse, olan oldu ama ben yine de Parşömen’de deneyimlediğimizi anlatayım.
Parşömen bugüne kadar okur desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı. Bir Kreosus hesabı vardı Parşömen’in, okurlar tek seferlik ya da düzenli olarak maddi destekte bulundular Kreosus hesabımıza. Bunun dışında sadece bir (rakamla 1) yayınevinden reklam gelirimiz vardı. Başka bir yayıneviyle de anlaşmak üzereydik ama yetişmedi. Biz tükendik çünkü bu arada, devam edecek gücümüz kalmadı. İşin idealini söyleyeyim size: Parşömen gibi bir yayın ancak ayrı bir iş olarak sürdürülebilir. Yani başka bir işten kazanacağız parayı, maaşı Parşömen’den kazanabilmek gerekiyor. Ancak öyle sürdürülebilir.
Yayınevlerine dönelim: Başka bir ekonomik model ya da fon desteği fikrinden ziyade yayınevlerinden gelecek reklam / ilan gelirine odaklanmıştım ben. Pek çok yayınevinden yanıt bile alamadık, dönmediler bile e-postalarımıza. Fakat bu aynı yayınevleri, yayımladıkları kitaplarla ilgili Parşömen’deki yazıları, söyleşileri görüyorlar, sosyal medya hesaplarında paylaşıyorlardı.
Doğrusu, bu tutum garip geliyor bana.
Parşömen’in dört yıldır yaptığı “yıl sonu edebiyat soruşturmaları” çok önemliydi. 8 Aralık tarihli Dünlük’te soruları kendiniz yanıtlıyor, “Yayıncılık ve edebiyat dünyasının, yaklaşan seçimler öncesinde siyasi partilere kültür sanat politikalarının ne olduğunu sorması, bu konuda kamuoyu oluşturması hatta siyasi partilere baskı yapması gerekiyor. Talep etmek gerekiyor çünkü Türkiye’de sıra hiçbir zaman kendiliğinden kültür-sanata gelmez” diyorsunuz. Yayıncılardan, okurlardan söz ettik, Türkiye’de edebiyat dünyası yayınlarına, yayıncılarına, okurlarına, kitapçılarına sahip çıkmakta mahir mi?
Kültür Servisi’nde (kapatmak zorunda kaldığınız, saçma telif davalarıyla uğraşmak zorunda bırakıldığınız Kültür Servisi’nde) görmüştüm, okumuştum Melih Cevdet Anday’ın yazısını. O yazının başlığı sorunuzun cevabıdır ve görünen o ki durum pek değişecek gibi durmuyor: “Daha hükümet kurulmamış, şimdi şiirin sırası mı?”
İlk elden hatırladıklarım: Öykülem, Sin Edebiyat, Kültür Servisi, Öykü Gazetesi… Daha var elbette. Bu dergiler, mecralar kapandı.
Sizce sahip çıkmakta mahir miyiz?
‘Tablo giderek karanlıklaşıyor’
Parşömen neden kapandı? 16 yılın ardından şimdilerde kapanması tesadüf olmasa gerek. Siz de son yıllarda birçok derginin yayınını sonlandırdığını hatırlatarak “Bu bir kültür politikası sorunu” diyorsunuz.
Evet bu bir kültür politikası sorunudur. Parşömen kapanabilir, başkası açılır… Bu durumda sorun olmaz ortada, üzülecek bir şey olmaz. Fakat bir edebiyat dergisi çıkarmak neden sürdürülebilir değil bu ülkede? Konuşulması gereken bu. Kapanan bağımsız yayınların, dergilerin yerlerine yenileri çıkabiliyor mu? Dergilere yazı gönderen insanlara telif ödenebiliyor mu? Biz çok kısıtlı bütçemizle, düzenli yazarlarımızın bazılarına cüzi de olsa telif vermeye çalışıyorduk ama idealin, olması gerekenin çok uzağındaydık tabii.
Varlık, Notos gibi dergiler bile yayın hayatlarını sürdürmekte giderek zorlanıyorlarsa ortada büyük bir sorun var demektir. Görünen o ki giderek karanlıklaşacak bir tablo bekliyor bizi.
“Parşömen neden kapandı?” sorusunun yanıtı söyleşinin bütününden çıkarılabilir ama yine de tekrar edeyim: Aileden zengin biri değilim, Türkiye’deki çoğunluk gibi dar gelirliyim. Maaşlı, mesaili bir işte çalışıyorum. Diğer arkadaşlarım da öyle. Parşömen’e ayırdığımız zamanın, verdiğimiz emeğin, Parşömen’i bu yoğunlukla sürdürmenin maddi karşılığını alamadık. Oysa bu bir iş, hobi değil. Mesai isteyen, yoğun emek isteyen bir iş.
Olayın özeti bu.
Nasıl kültür politikaları bağımsız alanların varlığını sürdürmesini, gelişmesini sağlayabilir?
Desteğin nasıl verilebileceğiyle ilgili ayrıntıları bilemiyorum. Fakat ülkenin kültür-sanata verdiği önem, ayırdığı bütçe belirleyicidir burada. Nasıl bir kültür-sanat ortamı istiyor iktidar? Biz de aynı şeyi mi istiyoruz yoksa daha özgür, bağımsız, eleştirel düşüncenin hakim olduğu bir kültür sanat ortamı mı istiyoruz? İktidarda kim olursa olsun, fark etmez: Bağımsızlığımızı koruyarak üretmenin, yayımlamanın yolu ne? Sorular bunlar. Hazır yanıtları bende de yok, hep birlikte vereceğiz.
Söylediğiniz gibi Parşömen’le birlikte birçok yayınımızı kaybettik. Halen ayakta olan bağımsız alanlar da türlü ekonomik zorluklar içinde. Onlarla birlikte neleri kaybediyoruz?
Zaten çok da yerleşmiş değil, fakat kapanan bu yayınlarla birlikte o ihtimali, eleştirel düşünme ihtimalini soldurmuş oluyoruz. Eleştirel düşüncenin yeşerebileceği toprakları yitiriyoruz. Edebiyat okurlarının beslendiği kaynakları kurutmuş oluyoruz. İyi okurların ve yeni yazarların ortaya çıkma ihtimalini azaltmış oluyoruz. Çok sesli, özgür, bağımsız alanlardan çekilmek zorunda kalıyoruz ve buraların nasıl ve neyle doldurulacağını bilmiyoruz.
#Edebiyat dergisi#Kapanan dergiler#Kültür politikası sorunu#Kültür yayıncılığı#Notos#Parşömen Edebiyat#Varlık#Yayıncılık