Hrant Dink öldürülüşünün 16. yıldönümünde TBMM Genel Kurulu’nda anılırken, cinayetle ilgili yargı süreci konusunda tartışmalar yaşandı. Uludağ’da gerçekleştirilecek turizm amaçlı sportif faaliyetler, işletmecilik faaliyetleri ve denetleme için Uludağ Alan Başkanlığı oluşturulmasına ilişkin yasa önerisi görüşmeleri sırasında da “Alan Başkanlığı değil, talan başkanlığı” eleştirileri dile getirildi. TBMM tutanaklarından kültür gündemiyle ilgili seçtiğimiz bölümler şöyle:
Hrant Dink cinayeti
Garo Paylan (Diyarbakır, HDP) – Yaşamı boyunca Türkiye halklarının barış içinde bir arada yaşaması için mücadele eden sevgili Hrant Dink, 19 Ocak 2007 günü devletin derininde ve yüzeyinde olan pek çok karanlık odağın içinde olduğu organize bir cinayetle katledildi. Cinayetin üzerinden tam on altı yıl geçti arkadaşlar, ancak “Hrant Dink’i öldür!” diyenler yargılanmadı. Bizim önümüze Trabzon Pelitli’den yola çıkarılan bir çete konuldu ve on altı yıldır bizimle dalga geçiliyor ve Hrant Dink’le ilgili adalete bugüne kadar ulaşamadık.
Değerli arkadaşlar, Hrant Dink Ermeni halkının acılarını, hikâyesini, kayıplarını anlatıyordu ve bunu barışın diliyle yapıyordu, bu yüzden de çok etkiliydi. İnsanları etkiliyordu; “Gelin yüzleşelim” diyordu, “Gelin barışalım” diyordu, “Ermeni halkının doktoru Türk halkıdır, Türk halkının doktoru Ermeni halkıdır” diyordu, “Bizler hastalanmış toplumlarız” diyordu, “Barışalım” diyordu. İşte bir ezberi bozuyordu; Ermeni haindir, şudur budur, denilen bir ezberi bozuyordu. Hrant Dink Anadolu’nun bağrından kopmuş, sözlerini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ulaştırıyordu. İşte etkili olduğu için, bir ezberi bozduğu için Hrant Dink hedefe konuldu. Hrant Dink geçmişle yüzleşmeyle ilgili haberler yapıyordu ve 6 Şubat 2004 günü Agos gazetesinde, Sabiha Gökçen’in Ermeni bir yetim olduğu iddiasını haberleştirdi. Değerli arkadaşlar, bir kişinin, bir yetimin Ermeni olduğu iddiasıyla ilgili ülkede kıyamet koptu. Oysa geçmişte her 5 kişiden 1’i Ermeni’ydi ve Ermeni halkı bu topraklardan sürülürken 100 binlerce yetim geride kaldı. Sabiha Gökçen’in de bir Ermeni yetim olabileceği iddiası ortaya konuldu. İşte, o noktada kıyamet koptu; Genelkurmay Başkanlığı çok sert bir bildiri yayınladı ve Hrant Dink’i hedefe koydu. Sabiha Gökçen’in Ermeni olması iddiasını Genelkurmay büyük bir tehdit olarak gördü.
Yetti mi? Yetmedi değerli arkadaşlar. İki gün sonra Hrant Dink valiliğe çağırıldı ve 2 MİT görevlisi tarafından tehdit edildi “Dikkatli ol!” denildi, “Ayağını denk al!” denildi. Yetti mi? Yetmedi. Ülkü Ocakları toplandı MHP Şişli İlçe Başkanlığı önünde ve Agos gazetesi önüne kadar nefret söylemleriyle yürüdü ve Agos gazetesi önünde “Hrant Dink hedefimizdir!” dedi Ülkü Ocakları il başkanı, “Hrant Dink hedefimizdir!”
Yetti mi? Yetmedi. Yargı da harekete geçti. Yargı, Hrant Dink’in bir yazısında hiç kastetmediği ve kastedemeyeceği şekilde Türklüğe hakaret iddiasıyla Hrant Dink’e dava açtı. Bilirkişinin “Böyle bir şey olamaz!” demesine rağmen, Hrant Dink mahkûm edildi ve Hrant Dink onlara göre artık tescilli bir Türk düşmanıydı ve hedefteydi. Ergenekoncu denilen bazı aktörler Agos gazetesinin önünde Hrant Dink’i hedef gösterdiler.
Basın da eksik kalır mı? Basın çarşaf çarşaf, manşet manşet Hrant Dink’i hedef gösterdi ve Hrant Dink “Artık hedefteyim” diye, “Niçin hedef seçildim?” diye “Ruh Hâlimin Güvercin Tedirginliği” yazısını 19 Ocak 2007 günü katledilmeden bir hafta önce yazdı ve niçin hedef seçildiğini bütün detaylarıyla anlattı. Ama o dönem AKP iktidardaydı, harekete geçmedi, Hrant Dink’i korumaya almadı. Devletin bütün istihbarat kurumları Hrant Dink’in katledileceğini bildiği hâlde; Jandarma istihbarat, Emniyet istihbarat Hrant Dink’i değil, Trabzon Pelitli’den yola çıkan çeteyi kolladılar ve Agos gazetesinin önüne kadar getirdiler. Yüzbinler cenazesinde yürüdü Hrant Dink’in 19 Ocak 2007 günü katledildikten sonra, adalet talep ettiler. Ve Hrant Dink davası bir arınma davası olabilirdi, bu devletin derinliklerindeki karanlık çeteleri ortaya çıkarmak için bir arınma davası olabilirdi ama AKP iktidarı ne yaptı? Dönemin Valisini İçişleri Bakanı yaptı, dönemin Emniyet Müdürünü Vali yaptı, İstihbarat Dairesinin bütün yetkililerini terfi ettirdi görevden alacağına, yargılayacağına. Kamera kayıtlarını yok ettiler, biliyor musunuz değerli arkadaşlar? İşte, değerli arkadaşlar, Trabzon Pelitli’den yola çıkan o çeteyi bizim önümüze koydular, “Bunlardır katiller” dediler, biz dedik ki: “Biz, ‘Öldür’ diyenleri arıyoruz. Kim ‘Hrant Dink’i öldür’ dediyse onlardan hesap sormak istiyoruz.”
Önce, “Ergenekoncu” denilenleri “FETÖ’cü” denilenler yargıladılar, daha sonra darbe dinamiği devreye geçtikten sonra, daha sonra, 15 Temmuzdan sonra da “Efendim, ‘FETÖ’cü’ denilenler katilmiş” deyip bizim önümüze bazı FETÖ’cü aktörleri koydular ama bütünleşik sorumluluğun üzerine gidilmedi.
Ali Fuat Yılmazer, dönemin İstihbarat Daire Başkanı üç yıl önce “Mahkemede konuşacağım” dedi, 2 kızını tutukladılar konuşmasınlar diye biliyor musunuz? İşte, devletin derinindeki çete bu şekilde çalışıyor, bir tuğlayı daha çektirmiyor. Ama Hrant Dink davası bu ülkenin bir arınma davasına dönüşebilir. Bugünlerde yine güvercin tedirginliğinde yaşıyoruz “Ahparig, Hrant Ahparig” bu şekilde yaşıyoruz, çeteler yine görevdeler çünkü yüzleşilmeyen her suç tekrarlar, bugünlerde de tekrarlıyor.
Seni hiç unutmayacağız Ahparig (*) (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)
Erkan Akçay (Manisa, MHP) – Hrant Dink cinayeti işlendikten bu yana geçen zaman içerisinde aslında hakikatler çok büyük ölçüde ortaya çıktı. Ama sayın konuşmacı, üslubundan da anladığım, âdeta FETÖ’nün bu işteki rolünü göz ardı eden ve devleti suçlayan bir üslubu tercih etti. Oysa biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak daha cinayetin işlendiği yılda müteaddit defalar ki açıklamalarda emniyetin derinliklerindeki bu yapılanmanın işlemiş olabileceği şüphesini de dile getirmiştik ve aradan geçen zaman içerisinde gerçekler bu şekilde tezahür etti ve bildiğimiz kadarıyla da bu cinayetin sorumluları da…..gerekli cezalara çarptırıldı diye düşünüyoruz, bunu da göz ardı etmemek gerekir.
Sezgin Tanrıkulu (İstanbul, CHP) – Evet, aradan tam on altı yıl geçti. Sevgili Hrant Dink gerçekten bir barış insanıydı; tarihten husumet değil, barış çıkarılmasını istiyordu; geçmişte yaşananların sorumlusunun bugün yaşayanlar olmadığını ifade ediyordu ve halklar arasında barıştan, dostluktan yanaydı; ırkçılığa karşıydı, düşmanlığa karşıydı; yazdığı yazılara da kendi toplumundan da Türkiye’deki halklardan da büyük destek alıyordu; tam da bu nedenle katledildi. Katledildiği gün İstanbul’daydım. Olay yerine vardığımda kendisi daha yerdeydi ve maalesef, üzgünüm, onun otopsisine katıldım bir avukat olarak ve sonraki duruşmalarını da izledim, tümünü izledim. Değerli dostlar, bakın, bu cinayet sonuç itibarıyla Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde hazırlandı, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında gerçekleşti ve tüm yargılaması Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında oldu. Dolayısıyla bu sorumluluktan kaçmanız mümkün değil.
Ali Özkaya (Afyonkarahisar, Ak Parti) – Öncelikle, 19 Ocakta öldürülen Hrant Dink’e rahmet diliyorum. Bir televizyon programında şöyle demişti: “Baktım, Avrupalılar geldi, beni öpüyor. Ula, Avrupalı beni niye öpüyor? Kendi kendime ‘Yahu, ben ülkemi Avrupalıya şikâyet mi ettim?’” ve vatanını bu kadar seven, farklılıklarına rağmen vatanına böyle bağlı olan ama bugün, Meclisin kürsüsünden, milletin kürsüsünden her gün Avrupalı’ya şikâyet eden, her gün Amerikalı’ya şikâyet eden ve her gün Amerika’dan ve Avrupa’dan yardım bekleyen milletvekillerine aslında rahmetlinin sözleri bir ders, çok ciddi bir ders.(…) Adli çalışmayla ilgili yapılan yargılamanın sonunda FETÖ terör örgütünün yöneticileri bu suçtan dolayı, Hrant Dink’i taammüden tasarlayarak öldürtmek suçundan dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına mahkûm edildi. Mahkeme yaklaşık 5 bin sayfa gerekçe yazdı; şu da gerekçeden bir bölüm, karardan bir bölüm. Bunların birçoğu da kamu görevlisi, hani “devlet” “devlet” diyorsunuz ya; devlet suç işleyen kamu görevlisini de getiriyor, yargılıyor ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm ediyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, “Birisini yargılıyor, diğerini bırakıyor” değil. (…)Birçok tarihî eserimizin inşasında ve çok önemli görevlerde, vezirliklerde Ermenilere görev vermiş atalarımız. Ne zaman ki 1915’te büyük emperyal devletlerin ortaya koyduğu kışkırtmalarla, milliyetçilik akımıyla yaşanan olaylar olmuş; onlar tarihin bir sürecinde ama biz bunu biliyoruz. Biliyoruz ki bizim milletimizle, Ermeniler ile Türkler arasında sorun yok ama Ermeniler ile Türkler arasındaki bu huzur iklimini bozmaya çalışanlarla sorunumuz var. “FETÖ” diyemeyenlerle, bu, FETÖ terör örgütünün katlettiği bir durumda FETÖ’ye ağzını açamayanlarla bir sorunumuz var, FETÖ’nün tarafı olanlarla bir sorunumuz var.
Meral Danış Beştaş (Siirt, HDP) – Hani “FETÖ’nün tarafı olanlarla sorun” dediniz ya. İnsaf ya! FETÖ sizsiniz ya! FETÖ düne kadar sizdiniz ya! Birlikteydiniz, birlikte bu yollarda yürüdünüz, dualar okudunuz, beraber ıslandınız. Yani siz başkasını suçlarken hiç mi yüzünüz kızarmıyor ya? El insaf gerçekten! El insaf!
Ali Özkaya (Afyonkarahisar) – Biz terör örgütü olmadan önce beraberdik, siz terör örgütü olduktan sonra berabersiniz.
Meral Danış Beştaş (Siirt) – Sevgili Hrant Dink’e gelince -yarın anmamızı yapacağız tabii ki- yani burada her şeye “FETÖ” deyip işin içinden çıkmak, bu AKP’nin kolaycılığı. Tahir Elçi’de de aynısını söylüyorlar, başka bir şey söylüyorlar orada, başka bir kurgu. Burada Ermenilere yönelik nefret iklimini de hedef gösterilmesini de sevgili Hrant’ın katledilmesini de iktidarın öncülük yaptığı iklim sağlamıştır. Sadece bir kesime yükleyerek bu işten sıyrılamazlar.
Uludağ Alan Başkanlığı tartışması
Hayrettin Nuhoğlu (İstanbul, İYİ Parti) – (…) Değerli milletvekilleri, kanun teklifinden yer almasına karşı çıktığımız en önemli hususlardan biri Uludağ alanı sınırlarının değiştirilme yetkisinin Cumhurbaşkanlığına verilmesidir. Partili Cumhurbaşkanlığı sistemiyle yetkilerin tek bir merkezde toplanması, bizce zaten tıkanmış olan bürokrasinin sağlıklı bir şekilde işleyişine engel olmaktadır. Alan sınırlarının değişikliği Cumhurbaşkanı kararıyla değil, ihtiyaç hasıl olursa yeniden kanunla düzenlenmesi gerekmektedir. Böylece, keyfiyete sebep olabilecek suiistimaller ortadan kalkacak ve kanun hükmünün Cumhurbaşkanı kararıyla değiştirilmesi engellenmiş olacaktı. (…)
Seçimlere az bir süre kala Uludağ’ın yağmalanmasına ortak olacak yerli ve yabancı bütün firmaları, yatırımcıları da buradan uyarmak istiyoruz. Yapılacak bütün haksız ve hukuksuz uygulamaların, Bursalıların ve Türk milletinin kabul etmeyeceği bu tarzdaki uygulamaların tamamı düzeltilecektir. Uludağ sahip olduğu bütün canlı ve cansız değerleriyle korunacak, Bursa ve çevresinin hayat damarları olmaya devam edecektir.
Gökan Zeybek (İstanbul, CHP) –Bakın arkadaşlar, bir bölgeye turist gelmesini istiyorsanız iki tane işarete ihtiyacınız var; bunlardan bir tanesi millî park, diğeri UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde olmak. Çünkü eğer özlediğiniz turist bunlara değer veren turistse, ortalama ziyarette bin ve bin doların üzerinde harcama yapan bir turisti Bursa’ya getirmeyi düşünüyorsanız “millî park” logosunun ve UNESCO Kültür Mirası Listesi’nin ne kadar değerli olduğunu bilmeniz gerekir. Ama siz, şimdi, millî park statüsünden çıkardığınızda, burayı sit alanı hâline getirdiğinizde; Uludağ Alan Başkanlığı. Arkadaşlar, dünyanın hangi ülkesinde, hangi turizm literatüründe “Alan Başkanlığı” diye bir kavram var? Nasıl bu pazarlamayı yapacaksınız? Ama belli ki son bir iki yıl içinde petrol ve doğal gaz fiyatlarının yüksek artışıyla beraber, Türkiye’ye gelmiş olan Körfez ve Körfez sermayeli turizm hareketleri birilerinin iştahını kabartmaktadır. Ama unutmamak gerekir ki petrole dayalı turizm faaliyetleri de görecelidir, zaman içinde değişkenlik gösterir, petrol ve doğal gaz fiyatları dünya standardının öngördüğü rakamlara geldiğinde bu turizm faaliyetlerinin büyük bir çoğunluğu da yerine gelemez hâle gelecektir.
Muhammed Müfit Aydın ( Bursa, Ak Parti)_Değerli milletvekilleri, Bursa’mızın olmazsa olmazlarından birisidir Uludağ. Uludağ’ın zerresine -taşına demiyorum, zerresine- dahi zarar gelmesine kesinlikle biz müsaade etmeyiz ve böyle bir şeye müsamaha göstermeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) (…) Burayı tek kişiye teslim etmiyoruz, burayı devletin eline teslim ediyoruz ve bundan dolayı da burayı kazanmak istiyoruz.
Meral Danış Beştaş (Siirt, HDP) – 1956 yılından beri, 48 Millî Park için uygulanan Millî Parklar Kanunu Yönetmeliği’nde bugün ne oldu da bir anda yetki karmaşası doğuruyor iddiasında bulunuyor iktidar. Önce Gelibolu Yarımadası, sonra Kapadokya, şimdi Uludağ Millî Parkı lağvedilerek yerine alan başkanlığı getirilmek isteniyor. Kapadokya’da dünyaca ünlü peribacalarındaki antik yol üzerinden yol geçirebiliyorlar da bunu alan başkanlığı sayesinde yapıyorlar, biliyoruz. Millî park olarak kalsaydı asla yapılamayacak olan bu yol şimdi de sermayenin istediği bütün talan projelerine de bu sayede yol verecek iktidar. O yüzden, biz buna alan başkanlığı değil, talan başkanlığı diyoruz. Uludağ Millî Parkı Bursa kentine temiz hava sağlamakla kalmıyor, doğal su varlıklarıyla da bütün ülkeye içme suyu sağlıyor. Ne Uludağ’ın su kaynaklarını ne de Uludağ’da yaşan 169 tür endemik bitkinin yayılma gösterdiği 20 milyon metrekare alanı size bırakmayacağız. Kültür ve Turizm Bakanlığı güdümündeki “alan başkanlığı” adı altında ETS Turizm ve Ali Ağaoğlu’nun insafına bırakmayacağız. Devasa oteller ve geniş yollarla Uludağ’ı betona hapsedemeyeceksiniz.
Şehir Tiyatroları sanatçılarının hakları
Türabi Kayan (Kırklareli, CHP) – Değerli milletvekilleri, 394 sıra sayılı Kanun Teklifi’nde verdiğimiz önerge üzerinde söz almış bulunmaktayım.(…)Değerli arkadaşlar, 5’inci madde Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ile Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü hakkında iyileştirme maddesi. Değerli arkadaşlar, burada görev alan sanatçılarımız, sanatçılara yardımcı olan kişiler ve diğer personel bir yıldan daha az çalışmışlar ise –bunlar, biliyorsunuz, geçici dönemler oluyor- bu zaman zarfında bunların ne kadar zaman çalıştığını ve bunu hak edip etmediklerini Cumhurbaşkanı belirliyor. Şimdi, Cumhurbaşkanı, her şeyi bildiği gibi, sanatı da sanatçıların konusunu da çok iyi biliyor değerli arkadaşlar. Maalesef, Türkiye, böyle bir dönemler yaşıyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, burada önemle üzerinde durmamız gereken bir konu var. Devlet sanatçıları, devlet tiyatrosu sanatçıları ve şehir tiyatroları sanatçıları arasında bir ayrım var. Bu bahsettiğimiz iyileştirme, devlet sanatçıları hakkında var, devlet tiyatrosu sanatçıları hakkında var ama şehir tiyatrolarıyla ilgili hiçbir düzenleme yok. Niye?
Değerli arkadaşlar, bizde tiyatronun nasıl başladığını herhâlde biliyorsunuz. Bizde tiyatro darülbedayiyle başlamıştır. Darülbedayi nedir? Şehir tiyatrosudur. Şehirde başladı bizde tiyatro, şehirde başladı bizde sanat yani belediyelerde başladı, belediye tiyatrosuyla başladı. Peki, belediye tiyatrosu olan darülbedayiden şimdi geldik devletin egemenliğinde olan, onun sözünü dinleyen tiyatroculara. Böyle tiyatrocu olur mu? Böyle sanat olur mu? Değerli arkadaşlar, böyle sanat olmaz. Sanatı olmayan bir toplumun hayat damarlarından birisi kopmuş, kesilmiş demektir; bunu hepiniz biliyorsunuz. Kültürün temel esaslarıdır.
Behiç Çelik (Mersin, İYİ Parti) – Değerli milletvekilleri, teklifin 5’inci maddesi Kültür ve Turizm Bakanlığı, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünde sözleşmeyle çalışan personelin yani sanatsal faaliyette bulunanların kadroya geçirilmesine ilişkindir. Bunun iyi bir uygulama olduğunu düşünüyoruz ama bugüne kadar sanat camiasının kaderine terk edilmiş olması yönetim körlüğünün de bir işaretidir. Fakat ülkemiz genelinde belediye şehir tiyatrolarında ve senfoni orkestralarında görev yapan binlerce sanatçımız vardır. Zaten normalde de düşük ücret, belirsiz çalışma saatleri, iş güvencesinden yoksunluk gibi çeşitli sorunlarla boğuşuyorlar; yetmiyor, bir de kadro konusunda düş kırıklığına uğruyorlar. Bunların idari ve mali hakları teslim edilmelidir.
(*)Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
#Ak Parti#CHP#HDP#Hrant Dink#Hrant Dink cinayeti#Hrant Dink davası#İYİ Parti#MHP