Yolcu Tiyatro kurulalı neredeyse on yıl oldu. Mart 2013’te, Behçet Necatigil çevirisiyle Wolfgang Borchert’in Kapıların Dışında oyunuyla perde açtınız. Genel bir değerlendirme yaparsanız, on yıl nasıl geçti?
Dokuz yıl genel olarak zorlu geçti. 2012 yılında Kasım-Aralık aylarında provalara başladık, Mart 2013, ilk oyunumuzun prömiyer yaptığı zamandı. Özel, bağımsız bir tiyatro topluluğuyuz. Banka kredisi çektim ve bununla bir tiyatro kuruldu. Uzun bir süre de bankadan kredi çekip oyun yaparak ve bunları ödemeye çalışarak devam etti. Bir oyunun borcunu ödemeye çalışırken başka bir oyun için kredi çekildi. Esasen çok zorlu bir süreçti ama dokuz yılda altı tane prodüksiyon çıktı. Çıkardığımız oyunların hiçbiri az oynamadı, en az oynanan oyun 55 kere sahnelendi. 75-80 kere, 100 kere oynanan oyunlarımız var. Şu anda ikinci sezonunun başında olan Gomidas 50. oyununa yaklaşıyor.
Dokuz yıl acısıyla tatlısıyla geçti; her oyunumuzun ödüller aldığı, yurtiçi ve yurtdışında turneler yaptığımız, yaşanırken ne kadar zor olsa da bugün güzel hatırladığımız anılarla dolu bir yolculuk oldu. Temsillerin çok iyi gittiği dönemde araya pandemi girdi maalesef. Yurtiçi ve yurtdışındaki tüm oyunlarımız iptal oldu. Arada iki ay yarı kapasiteyle oyun oynadık, sonra bir sene daha kapandık. İşimizi yapma konusunda maddi ve manevi olarak zor bir dönemden geçtik.
Tiyatro kurulma aşamasındayken Yolcu Tiyatro’nun seyircisinin 5-10 yılda oluşacağını düşünüyordum, öyle de oldu. Bir oyunumuzu izleyen seyirci diğerlerine de gelmeye başladı. Yolcu Tiyatro’yu takip eden ciddi sayıda seyircimizin olması bizim için heyecan verici. Çoğunluğu 25-35 yaş arası genç bir seyirci kitlemiz var. Bu da geleceğe dair umut veriyor.
Yolcu Tiyatro, Türkiye’nin bağımsız tiyatro topluluklarından biri. “Bağımsız” sözcüğünün içini siz nasıl dolduruyorsunuz?
Bu tanımlar tabii biraz tartışmalı. Biz özel bağımsız bir tiyatroyuz diyebilirim. Bir şirkete bağlı değiliz, bir holdingin tiyatrosu değiliz, bir kamu kurumunun tiyatrosu değiliz. Kimseye bağlı olmayan, bazı sanatçıların kendi inandıkları üretimleri hayata geçirdikleri, öz gücüyle ayakta kalmaya çalışan, ayakta kalmak için destekler arayan, kendi kararlarını kendi veren, kendi repertuvarını oluşturan bir tiyatroyuz. Repertuvarı ben belirliyorum ama birlikte hareket ettiğimiz, herkesin önerileriyle geldiği çok güzel bir ekip var Yolcu Tiyatro’da.
‘Destekler çok yetersiz’
Bir söyleşinizde “Tiyatromuz başta Kültür Bakanlığı olmak üzere bugüne kadar hiçbir şahıs ve kuruluştan tek kuruş maddi destek almadı” diyorsunuz.
2020’de söylemiştim bunu. Gomidas oyununu çıkarmış, 24. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında iki kez oynamıştık. Oynadığımız ikinci günde tekrar kapanma kararı geldi ve 2020’de sadece bir oyunu çıkarmış, iki kez oynamış olduk. O zaman seyircinin Yolcu Tiyatro’yu desteklemesi için “Destek ol, Gomidas sahnede yaşasın!” diye bir kampanya başlattık. Bir bağış kampanyası değildi, sadece önden bilet satışıydı. Karşılığında da e-kitap, gazete, dergi, dijital sergi gibi Gomidas’la ilgili birçok materyali seyircimize ulaştırıyorduk. Gomidas Vartabed ve oyunumuzla ilgili yaklaşık 200 sayfalık bir e-kitap hazırlamıştık. Bu cümleyi, o döneme ait bir söyleşide kurmuştum. Sonrasında çeşitli işbirlikleri geliştirdik ve destekler bulduk.
Biz Yolcu Tiyatro olarak hep destek aradık, çünkü özel bağımsız bir tiyatro topluluğunun sadece seyirciden gelen bilet geliriyle ayakta kalması çok zor oluyor. Gelişmiş ülkelerde sanatı destekleme biçimleri var. Daha önce, Belçika, Almanya gibi ülkelerde yaşayan, iş yapan Türkiyeli ve yabancı yönetmenlerle çalıştım. Hepsinin bize göre çok ciddi maddi kaynakları var. Gelişmiş ülkelerde sanat için bütçeler ayrılıyor, Türkiye’de de destek var ama onların aldıklarına kıyasla devede kulak kalır. Destekler prodüksiyonların masraflarını karşılamada çok yetersiz. Yurtdışında merkezi hükümetlerin bütçe destekleri var. Eyaletlerin, bölgelerin, belediyelerin kaynakları var. Özel sektör de dâhil oluyor desteklere. Tiyatrolar, sanatçılar için oluşturulmuş havuzlar var.
Siz beş yıllık projenizi veriyorsunuz, onay alırsanız beş yıl boyunca ne yapacağınızı, ne kadar kaynağınız olduğunu biliyorsunuz. Projeyi çıkarmak ve oyunu yapmak için bu kaynaklar yeterli oluyor, sonrası seyirciye kalıyor. Seyirci ilgi gösterir, oyun uzun sürer; ilgi göstermez, oyun kısa sürer. Bu bir taraftan da özgürleştirici. “Ben illa seyircinin çok olacağı bir oyun yapmak istemiyorum, çok deneysel bir şey yapacağım, avangart bir şey yapacağım. Sevsin sevmesin, ne yapayım?” diyebilirsiniz. “Ben sanatsal olarak bunu denemek istiyorum” dersiniz, seyirci kaygısı gütmezsiniz.
‘Türkiye’ye özgü bir sistem’
Türkiye’de tiyatroların yalnızca ayakta kalabilmesi için değil, gelişebilmesi için, sizce nasıl bir sisteme ihtiyaç var?
Az önce bahsettiğim gibi Avrupa’da, gelişmiş ülkelerde farklı sistemler var ve tiyatrolar destekleniyor. Türkiye’de devlet kendi tiyatrosu olan Devlet Tiyatroları’na çok büyük para akıtıyor. Belediyelerin kendi tiyatroları var ve bunların bilet fiyatları özel tiyatroların bilet fiyatlarının beşte biri, altıda biri civarında. Özel bağımsız tiyatrolar maddi olarak kamu tiyatrolarıyla rekabet edemez. Kamu kaynaklarıyla yapılmış tiyatrolarda aldığınız biletin, tek bir koltuğun maliyeti, bugünün şartlarında yaklaşık 500 liradır. Oradaki insanların maaşları ödeniyor, dekor, kostüm yapılıyor ve bunların hepsi kamu bütçesinden harcanıyor. Siz aslında o bileti 500 liraya satın alıyorsunuz ama bunların vergilerini halk olarak çok önceden ödediğimiz için kamu tiyatrolarında biletler 20-50 lira arasında satılabiliyor. Bize gelince böyle bir imkân yok.
Bir kere gelişkin bir tiyatro destekleme biçimi yok. Devletin verdiği tek destek Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği. Oradan çıkan meblağlarla da şu anki şartlarda bir tiyatronun prodüksiyonunun beşte birini bile karşılaması mümkün değil. Dekorun, kostümün, her şeyin bu kadar pahalı olduğu bir zamanda –ki pahalı değilken de durum aynıydı– bakanlıktan tiyatrolara gelen bütçeler devede kulak kalıyor. İster ticari kaygıları yüksek oyunlar yapan tiyatrolar olsun, ister avangart, farklı, deneysel işler yapmaya çalışan tiyatrolar ya da yeni mezun, 20’li yaşlardaki genç tiyatrocuların kurduğu tiyatrolar olsun, hepsinin ilk derdi oyunlarını seyirciye ulaştırıp tiyatrolarını maddi olarak ayakta tutabilmek.
Bağımsız tiyatrolarda çalışan biri, birkaç farklı işte daha çalışır, imkânı varsa birden çok oyunda oynar. Birçok tiyatrocu, oyuncu sezon içerisinde bir oyunun içerisinde yer alamıyor ve açıkta kalıyor. Türkiye’de geçen sezon çıkan oyunların üçte biri tek kişilik oyunlarmış; mesleğimiz adına bu çok düşündürücü ve kaygı verici. Burada maddi yetersizlik de var, çünkü destek yok. Sadece seyirciye bağlısınız, böyle olunca da oyunun kendisini döndürmeye çalışıyorsunuz. Maalesef Türkiye’de böyle bir zorluk hep vardı. Pandemi de bu durumu tetikledi.
Sanat, estetik konuşmak, sanat tartışmaları yapmak yerine, “Nasıl ayakta kalırız, mesleğimizi nasıl devam ettiririz?” diye düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Bu durum bir süre sonra hem çok iç acıtıcı oluyor hem de sanatın, Türkiye’deki sanat ortamının, kişisel gelişimimizin önüne bir engel olarak çıkıyor. Maalesef devlet kurumları temel sorumluluklarını yerine getirip düzgün, hakkaniyetli bir destekleme modeli oluşturmadığı için bu sorunlarla karşı karşıyayız.
Türkiye’de bir şeffaflık sorunu da var. Biz şu anda hangi tiyatroya ne kadar destek verildiğini bilmiyoruz, devlet bunu açıklamıyor. Biliyoruz ki yerli oyun olursa destekler biraz daha fazla olacak, o kadar. Ancak devlet desteğinde kriterler nelerdir, destek alamayan tiyatrolar neden destek alamadı, destek alanlar niye aldı gibi soruların cevabı yok. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bu soruları sorduğunuzda da yanıt alamıyorsunuz. Geçen sene sorulmuş soruların bir cevabı yok, bu senekilerin de cevabı yok. Resmi dilekçe gönderseniz de yanıt alamıyorsunuz. Bazen keyfi, bazen siyasi sebeplerden açıklanmıyor bunlar. İktidarla ters düşmüş olabilirsiniz, sanatsal olarak yeterli görülmemiş olabilirsiniz ki yeterli görülmeme sebebi ne, onu da bilmiyorsunuz.
Türkiye’de son yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığı “Rekor yardım yaptık” diyor, her sene yeni bir rekor kırılıyor. Ama pandemiden beri tiyatroların sayısında çok ciddi bir erozyon var. Kültür ve Turizm Bakanı 2021 yılı itibariyle 608 özel tiyatronun 503’ünün faaliyetlerini durdurduğunu ve 105 tiyatronun aktif olduğunu açıkladı. Durum gerçekten böyleyse, bu çok ciddi bir sorun ve çözülmüyor, çözülemiyor. Devlet biraz destek veriyor, “Bu iş tamam, ben elimden geleni yaptım” diyor. Asıl yapılması gereken pansuman yapmak değil, yaralanma riskini en aza indirecek düzgün, şeffaf ve hakkaniyetli bir destekleme modelini oluşturmaktır.
Türkiye’de tiyatrolar için hâlâ sponsorluk yasası yok. Eğer bir şirket olarak amatör futbol takımına sponsor olursanız bunu vergiden düşebilirsiniz ama profesyonel bir tiyatroya sponsor olursanız vergiden düşemezsiniz. Kuruluşundan bu yana Tiyatro Kooperatifi’nin yönetim kurulundayım ve sponsorluk yasası üzerine de çalışıyoruz. Tiyatroya kaynak yaratacak alanlar açalım diye uğraşıyoruz, emek harcıyoruz ancak Türkiye’de bürokrasi ve devlet kurumları çok ağır işliyor. İstediğimiz bir şey için sonuç almak çok uzun yıllar sürse de biz tiyatrocular, tiyatro örgütleri, özel bağımsız tiyatrolar olarak bir aradayız ve sorunlarımızı çözmek için mücadele ediyoruz. Belki bir sonraki nesil için daha sağlıklı bir tiyatro ortamı yaratabiliriz.
Her ülkenin farklı dinamiği var, önümüzde pek çok örnek var. Türkiye de bu dinamikler üstünden kendi sistemini yaratabilir. Destekleme mekanizmalarına bakılıp kendine özgü bir model yaratılabilir. Bunun için tiyatrocular istekli ama tiyatrolara destek sağlayacak devlet kurumlarının da gerçekten niyet etmesi gerekiyor. Kültür sanat alanında, devlet kaynaklarının –sadece tiyatro özelinde de değil– sanat üretimi yapan tüm sanatçılara aktarılması ve sanatçılarımızın dünyada daha çok ses getirmeleri, mesleklerimizin sektör hâline gelebilmesi, sanatın hayatın her alanında var olabilmesi, kendi alanlarında üretim yapabilen sanatçıların maddi ve manevi anlamda yaşamlarını sürdürebilmeleri gerekiyor.
‘KDV yüzde 1’e düşürülmeli’
Devlet desteğine başvuruda, SGK ve vergi borcu engeli, birçok tiyatro topluluğu tarafından dile getiriliyor. Özel tiyatroların borç yükü altında olduğu söylenebilir mi? Bu sorun nasıl aşılabilir?
Temel olarak devletin bizi ticarethane olarak görmemesi gerekiyor. Devlet Tiyatroları, şehir tiyatroları, belediye tiyatroları nasıl kamusal hizmet veriyorsa, özel tiyatrolar da kamusal hizmet veriyor. Biz belli bir mekâna yerleşmeden, oyunlarımızı İstanbul’un pek çok ilçesinde oynuyoruz. Bizim üstümüzden vergi yükünü kaldırmaları gerekiyor. Siz bir özel bağımsız tiyatroda 100 liraya bilet aldığınızda bunun üçte biri devlete gidiyor. Bırakın desteklemeyi, devlet bizi bir ticarethane olarak görüp yüksek KDV ve vergi alıyor. “Biz buradaki vergiden vazgeçelim, hadi şunu indirelim” denmiyor. Pandemi zamanında yüzde 8’den yüzde 1’e indirdiler KDV’yi, normalleşmeyle birlikte tiyatrolar tekrar açılınca –ki zaten seyirci sayımız düşük, yarı kapasiteyiz– tekrar yüzde 8’e çıkarıldı. KDV’nin indirildiği dönemde zaten tek tük etkinlikler vardı. Devlet KDV almayabilir, muaf tutabilir, bunun örnekleri var, biliyoruz. KDV şu anda yüzde 1’e indirilmiş olsa bilet fiyatları biraz daha düşebilir, seyircinin üstünden de yük kalkar böylece.
Kamusal bir hizmet yaptığımız halde bir süpermarketle aynı vergi yükü altındayız. Tiyatrolar da kendini döndürmeye çalışıyor. Sahne önünde, sahne arkasında çalışanları var, bir salondan diğerine geçtiğinde bunun bir maliyeti var. Bir süre sonra tiyatro vergi borcunu ödeyemiyor, ödense bu defa ekibe para verilemiyor. Bu borçlar ödenemediğinde –başımıza daha önce geldi– “Vergi ya da SGK borcunuz varsa desteğe başvuramazsınız” deniyor. Biz bunu ödeyemiyoruz zaten, sizin vergi oranını düşürmeniz gerekiyor ki kamusal hizmet yapan özel tiyatrolar vergilerini rahatça ödeyebilsin. Sonra destek alamıyorsunuz ve böyle bir sarmal hâlinde gidiyor.
Vergiler özel tiyatroların da kamusal faaliyet yaptığı gözetilerek düzenlense, tiyatrolara destek düzenlense, destek ve hibe programları Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın tekelinde olmasa, başka devlet kaynaklarından da destek gelse ve devletin iyi bir sanat politikası olsa, iş büyük oranda çözülecek. Tiyatrodaki KDV kalıcı olarak yüzde 1’e düşürülebilir, çok basit bir torba yasanın içinde bile halledilebilir. Ama olmuyor, kaldırılmıyor. Özel tiyatrolarda bilet fiyatları mecburen artıyor ve bu durum seyirciye yansıyor.
‘Gomidas’ın adını yaşatıyoruz’
Gomidas, başarılı yapımlarınızdan biri. Tek kişilik oyun, Lusavoriç Korosu eşliğinde, Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde sahneleniyor. Gomidas Vartabed’in hikâyesini sahneleme fikri nasıl ortaya çıktı? Oyundan, sahneleme tercihlerinizden, aldığı tepkilerden söz eder misiniz?
Gomidas, sahnedeki oyuncumuz Fehmi Karaarslan ve Hagop Mamigonyan şefliğindeki Lusavoriç Korosu’yla birlikte sahne üstünde 41 kişinin olduğu bir oyun. Lusavoriç Korosu 1929 yılında İstanbul’da kuruluyor ve o günden beri de çalışmalarına aralıksız devam ediyor. Böyle bir koroyla beraber çalışıyor olmak çok kıymetli.
Biz daha önce Ahmet Sami Özbudak’la birlikte onun yazdığı Zakir adlı oyunu okuma performansı olarak sahnelemiştik. O günden beri de beraber çalışmak istiyorduk. Bir gün bir araya geldiğimizde Hayal-i Temsil oyununu yazdığı dönemdeki araştırmaları sırasında Gomidas Vartabed’le karşılaştığını, üzerine araştırmalar yaptığını ve Gomidas’ın hayat hikâyesini yazmak istediğini söyledi. Gomidas benim 20 yılı aşkın zamandır tanıdığım ve çok sevdiğim bir müzisyen. Elimizde metin yoktu, hiçbir şey yoktu. Kısa bir konuşmadan sonra “Hadi yapıyoruz” dedik. Daha sonra metin yazılmaya başladı ve aslında pandemiyi avantaja çeviren bir hâlimiz oldu.
Nisan 2020’de, tam kapanmaların olduğu zamanda provalara başladık. Provalarımızı, okumalarımızı Zoom üzerinden yaptık. Arkadaşlarımızla, tarihsel araştırma yapan gazeteci ve yazarlarla paylaştık metni, üstüne konuşup tartıştık. Güzel bir süreç oldu, provalarımız altı ay sürdü. Bir kilisede oynama fikrini daha önce aramızda konuşmuştuk. Sonra İKSV projemizi kabul etti. O dönem İstanbul Tiyatro Festivali direktörlüğünü Leman Yılmaz üstleniyordu ve o da Gomidas’ı bir kilisede oynamanın kendilerini heyecanlandıracağını söyledi. Bunun için uygun mekân bulmak gerekiyordu. Haziran 2020’de açılmanın başlamasıyla İstanbul’da uygun olduğunu düşündüğüm kiliseleri tek tek gezdim. Kumkapı’daki Surp Vortvots Vorodman Kilisesi tam aradığımız yerdi. Lokasyon olarak da İstanbul’un en çok göç alan yeri olabilir. Asya’dan, Afrika’dan her yerden gelen insanların yaşadığı bir göç merkezi Kumkapı. Ermenilerin de İstanbul’a geldiklerinde ilk yerleştikleri yermiş yüzlerce yıl önce, patrikhane orada.
Kilise 2010 yılında kültür merkezi hâline getirilmiş, yılda birkaç ayin dışında ibadete açık bir yer değil. Bu da bizim için çok avantajlı oldu. Türkiye Ermenileri Patrikliği ve Meryem Ana Kilisesi Vakfı bize mekânı açtı, sahnemizi oluşturduk, oyunumuzu oynadık ve oynamaya da devam ediyoruz. Her oyunda 250 seyirci dolduruyor kiliseyi. Yaklaşık 400 yıllık bir kilisenin içinde, büyük bir kilise korusu eşliğinde bir oyun izlemek seyirci için de biricik bir deneyim.
50. oyuna yaklaşıyoruz, Türkçe ve Fransızca oynuyoruz Gomidas’ı. Oyun çok konuşuldu, çok adaylığı oldu, çokça ödül aldı. Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nde En İyi Yapım Prodüksiyon Ödülü, Afife Tiyatro Ödülleri’nde Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü, Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde En İyi Prodüksiyon ve Yönetmen Ödülü, Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri’nde Jüri Özel Ödülü aldı.
Biraz şaşırtıcı da bir iş, çünkü Türkiye’de pek tanınmayan biri Gomidas. Oyunu yaptığımızda anladık ki çok az kişi tanıyor. Türkiye’de unutturulmuş çok önemli bir müzisyen. Anadolu topraklarındaki ilk etnomüzikolog. Bu topraklara ait, Gomidas gibi bir müzik insanı üzerinden hem o dönemi anlatıyor hem de Gomidas’ı hatırlatıp insanlara aktararak, onu yok sayanların, adını Anadolu tarihinden silmeye çalışanların karşısında durarak, hak ettiği yere, unutulmayanların arasına yazıyoruz Gomidas adını.
Oyunu, geçen Ağustos’ta (2022) Yerevan’da sahnelediniz. Orada nasıl karşılandı?
Hrant Dink Vakfı’nın işbirliği ve desteğiyle gittik Yerevan’a. Tıpkı İstanbul’da olduğu gibi ışıklar kiralandı, hazırlıklar birkaç gün sürdü. Oyuna ilgi çok yüksekti. İki tane kapalı gişe oyun oynadık. Doğu Ermenice üst yazıyla Fransızca oynadık Gomidas’ı. Milletvekilleri, gazeteciler, kültür sanat profesyonelleri geldi, çok enteresan tanışıklıklara vesile oldu Yerevan. Tabii Türkiye’den bir ekip geliyor, Türkiyeli bir oyuncu var sahnede. Önyargılar ve milliyetçilik dünyanın her yerinde var maalesef, ama biz oyunu oynadıktan sonra insanların gözlerindeki ışıltıyı gördük. Oyundan ve hikâyeyi anlatma biçimimizden çok etkilendiler. Sanatın aslında önyargıları nasıl kırabildiğini, dil bariyerini nasıl aşabildiğini, insanlar arasında nasıl köprü kurabildiğini bize hatırlatan bir turne oldu. Yolcu Tiyatro olarak 47 kişi gittik Yerevan’a, her birimiz için hayat boyu unutulmayacak bir tecrübeydi. Belki tekrar gideriz. Gomidas’ın sesini Avrupa’nın çeşitli ülkelerine, Amerika kıtasına götürüp bu hikâyeyi büyüterek devam ettireceğiz.
‘Bizim büyük ödülümüz seyirci’
Türkiye’de tiyatro alanında eleştiri, ödül ve değerlendirme mekanizmaları hakkındaki görüşleriniz nedir?
Bu hep tartışmalı bir süreç. O sene kurulda olan ya da o ödül kurulunda hep olan insanlar size ödül veriyor. Onların bakış açısı ve beğenisi üzerinden gelişiyor. Birinin beğendiğini diğeri beğenmeyebiliyor. Bazen eş dost ilişkileri yönlendirebiliyor bu süreci, “Aman bizim hocamız, aman bizim arkadaşımız” denilerek verilebiliyor ödüller. O noktada da hakkaniyeti her zaman göremeyebilirsiniz. Oyunumuz görüldü, ödül aldık, motive olduk ama ertesi gün geçiyor hepsi. O gün güzel hissediyorsunuz, sonra oyunu oynamaya devam ediyorsunuz.
Ödülleri kıymetli ve teşvik edici buluyorum. Klişe bir söz olacak ama ödül meselesine çok da takılmamak gerekiyor. Çünkü eş dost ilişkilerinden dolayı üzülebilirsiniz ya da çoğunluğun hak etmediğini düşündüğü bir oyuna verilebilir ödüller bazı komitelerce. Siz seyirciyle buluşuyorsanız, oyununuzu aktarabiliyorsanız, bundan daha büyük bir ödül yok gerçekten. Bizim için Kumkapı gibi tiyatro seyircisinin aşina olmadığı, pek çoğunun daha önce hiç gelmediği bir semtte 250 kişilik bir mekânı tamamen doldurabiliyor olmamız, seyircinin oyundan çıkarken hissettikleri çok kıymetli.
Özel bağımsız bir tiyatro topluluğu olarak pandemi gibi bir süreçte sahne üstü ve arkasında yaklaşık 75 kişinin yaratıcılıkları ve emekleriyle can verdiği bir prodüksiyon gerçekleştirdik. Galeri Birzamanlar’ın Gomidas’la ilgili yaptığı fiziki sergisini dijitale döktük ve fuaye alanında televizyondan gösteriyoruz. Gomidas’la ilgili kitap, dergi gibi ciddi kaynakları okurla buluşturan Birzamanlar Yayıncılık yine fuaye alanında kitap standı açıyor. Seyircinin oyundan etkilenerek çıktıktan sonra standa gidip Gomidas’la ilgili kitapları, müzik CD’leri aldığını ve Gomidas’la hemhal olma isteklerini görmek çok kıymetli. Bizim büyük ödülümüz bu.
‘Neden dünyaya kapalısınız?’
Yolcu Tiyatro, söylediğiniz gibi başka ülkelerde de oyunlar sahneliyor. Türkiye’de tiyatroların dünyayla ilişki kurmasının getirileri ve zorlukları neler?
Herhangi bir sanat disiplininin dünyayla iletişim kurması çok besleyici. Maalesef Türkiye’deki tiyatroların diğer ülkelerle ortak proje yapması çok az gerçekleşen bir durum. Türkiye tiyatroları yurtdışındaki festivallerde pek görünmüyor, önemli festivallerde yoklar. Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nden Ragıp Ertuğrul ve çalışma arkadaşlarının öncülüğünde bir showcase yapıldı. Geçen yılın mayıs ayında gerçekleşti bu etkinlik, İBB’nin de desteğiyle yurtdışından pek çok festival direktörünü getirdiler. Oyunumuzu izledikten sonra uluslararası festivallerin direktörleriyle bir söyleşi yaptık. “Ne güzel işler, oyunlar çıkıyor buradan. Siz dünyaya neden bu kadar kapalısınız?” dedi biri. Çok acı verici.
Buradaki temel mesele şu: Tiyatroların sürekli kendilerini döndürme çabası içinde olduğu bir yerde, insanlar varlık yokluk mücadelesi veriyor. “Seneye tiyatro ayakta kalabilecek mi, seneye oyun oynayabilecek miyiz, gelecek ay seyirci gelecek mi?” diye soruyorsunuz. Deminden beri bahsettiğimiz destek meselelerinden kaynaklı olarak hep seyirciye bağlısınız. Tiyatrolar çok açılamıyorlar yurtdışına. Şu anda Türk lirasının Euro ve Dolar karşısında değersiz olması da bir engel ama durum böyle değilken de varlık yokluk meselesi insanları yurtdışına açılma hayali kurmaktan alıkoyuyordu.
Bizim ihtiyacımız olan yurtdışı ortaklı projeler yapmak. Sinemacılar bunu daha rahat yapabiliyorlar; çeşitli ortaklık biçimleri ve uluslararası fonlar var. Tiyatroda ne yazık ki hep maddi koşullara, imkânsızlıklara takılıyoruz. Bunları çok düşününce de hareket edemez, daha büyüğünü hayal edemez hale geliyor insanlar. Türkiye’deki tiyatrocuların yurtdışı vizyonunun açılması, gelişmesi için biraz daha rahat şartlara ihtiyacı var. Yolcu Tiyatro bunu hep istiyordu ve bazı şeylerin yerli yerine oturması, tiyatronun kendini kabul ettirmesi, seyircinin oluşması, büyük maddi streslerin şu an itibariyle küçük bir kısmının bile geride kalmasıyla yüzümüzü hemen yurtdışına çevirebildik.
‘En büyük tehlike otosansür’
2018 yılında, sosyal medya paylaşımlarınız nedeniyle “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla yargılandınız. Birçok oyuncu, yazar, benzer suçlamalarla, yargılama ve cezalarla karşı karşıya kaldı. Türkiye’de sanatsal ifade özgürlüğünün durumu hakkında neler söylersiniz?
Türkiye’de bu durumun en acı halinin yaşandığı süreçten geçiyoruz. Çocukluğumdan beri siyaseti takip eden, ilgilenen, politik refleksleri olan biriyim. Hiç bu kadar ağır bir süreç yaşamadık. Bizden bir önceki kuşaktan şu sözü çok duyuyorum: “80 darbesinde bile bu kadar değildi, bugün hissedilen gibi değildi.” Mesela Facebook’ta bir şeyler yazmış 70 yaşındaki bir amcaya, bir teyzeye dava açılıyor. Beş, on sene önce bir şey yazmışsınız, o bulunuyor, bir şekilde çeşitli bahanelerle yargılanıyorsunuz. Sosyal medya paylaşımları üzerinden açılmış on binlerce dava var. Sadece sanatçıların, gazetecilerin üzerinde değil, ülkenin genelinde böyle bir hava var.
Maalesef baskıcı bir iktidarla karşı karşıyayız. İnsanlar bir taraftan laflarını söylemeye devam ediyorlar ama pek çok insan da “Aman başıma bir şey gelmesin” demeye başlıyor. Mevcut iktidar değişip yeni bir iktidarın gelmesiyle tabii ki kısmi bir rahatlama olacaktır. Ama temel olarak Türkiye’de kafa yapısı ve mantığın değişmesi gerekiyor. İktidar sahiplerince ifade özgürlüğünün tehlikeli bir şey olmadığı, insanların düşüncelerini rahatça söylemeleri ve bunun karşısında baskı görmemeleri gerektiğinin anlaşılması gerekiyor. Ötekileştiren değil bir arada yaşamayı savunan fikirler gelişmeli.
Bence en tehlikeli olansa otosansür. Biz öyle bir baskı ortamının içindeyiz ki insanlar düşündüklerini söyleyemiyor, yazamıyor. “Ya bunu demesek mi, yazmasak mı, oynamasak mı?” dediğimiz anda devreye otosansür giriyor, boyun eğmek burada başlıyor. Bir şekilde üretmeye ve yaşamaya devam edebilmek için sanatçının, gazetecinin, her iş kolundan insanların otosansür yaptığı noktada büyük bir tehlike başlıyor. Halkına bu kadar otosansür yaptıran bir devletin düşünmesi gerekiyor ama düşünmeyecekler, umursamayacaklar, kendi iktidarlarını mutlak olarak korumak için ellerinden gelen her türlü baskıyı yapıyorlar ve yapacaklar. Sanatsal etkinliklerin, festivallerin keyfi olarak yasaklandığı, korkunun mutlak egemen olduğu bir ülke kurma hayallerini gerçekleştirebilmek için her türlü baskıyı uygulayacaklar ama bunu gönülden inanarak söylüyorum ki sonunda başaramayacaklar.
#Gomidas#Kültür ve Turizm Bakanlığı#Tiyatro destekleri#Vergi yükü#Yolcu Tiyatro