Türkiye’ye yerleşip burada yeni bir hayata başlayan göçmenler, hayata üreterek tutunmak ya da yaşadıkları travmalarla baş etmek için çeşitli yollar arıyor. Bu yolda, kimisi için sanat, kendini ifade etmek ve içsel iyileşme için kurtarıcı rolünü üstleniyor.
Beyoğlu REM Art Space’de 8-11 Temmuz arasında düzenlenen ‘Ev’ sergisi, göçün duygusal deneyimlerini ve yerinden edilme sonrası arayışları ele alarak, “Evimizi kaybettiğimizde tekrar nerede buluruz?” sorusunu soruyor.
Suriye, Ukrayna, Gürcistan, Endonezya, Hindistan gibi 11 ülkeden sanatçıların ve sanatçı adaylarının çalışmalarını buluşturan serginin küratörü Darico Hasaya, bize Ev’in ortaya çıkışını ve Türkiye’ye göçünden sonra yaşadıklarını anlattı.
‘Benim için sanat, acıyı yenmek için bir çeşit araç’
Darico Hasaya, Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle Türkiye’ye göçen yarı Gürcü yarı Rus bir sanatçı. Moskova’da sinema eğitimi görmüş ve bu sergi, görsel sanatlar alanında ilk deneyimi. Rusya’dan göçenleri ve evinden kovulmuş LGBTİ+’ları ağırladığı evinin mutfağında, misafirleriyle dertleşip uzun sohbetler ederken, resimler, kolajlar yapmaya başladıklarını söylüyor. “Her şeyin başladığı yer, serginin ilham noktası da bu mutfak” diyor:
“Benim için sanat, acıyı yenmek için bir çeşit araç haline geldi. Türk arkadaşlarım, Rus arkadaşlarım, yabancı arkadaşlarım. Geliyorlardı ve sohbet ediyorduk. Ayrıca birlikte biraz ‘sanat yapıyorduk’. Sanatçı değillerdi. Ama ben onları beraber bir şeyler yapalım diye davet ediyordum. ‘Kolaj gibi basit bir şey yapalım’ diye. Her insan kolaj yapabilir. Yani aslında böyle başladı. Bir tür ‘ev sergisi’ yapmak için tüm arkadaşlarımı bir araya toplamanın iyi olacağını düşündüm.”
Savaş travması, kaybetme travması, deprem travmasının ardından bir araya gelip üretmek için ortaya atılan bu küçük fikir, sonradan derinleşip büyümeye başlamış:
“Hepimiz bir noktada ailemizden ayrılıyoruz. Evi kaybediyoruz ve tekrar bir eve sahip olmak için çabalıyoruz. Her zaman arayıştayız. Bir kiralık daireden başka bir kiralık daireye atlıyoruz. Her zaman kendimize bir yer bulmaya çalışıyoruz. Bu fikir büyüyor ve büyüyordu. Konuşuyor, konuşuyor ve konuşuyorduk. Sonra mutfağımdan başka bir yere taşımaya karar verdim. Daha büyük bir yere. Herkesin gelebileceği… İnsanların kendilerini evlerinde hissedebilecekleri bir tür alan yaratmak istedim.”
‘Evimiz sürekli değişiyor, sergide de öyle oldu’
Galeri mekânı bir ev gibi tasarlanmış ve Hasaya, ‘evinin yarısını’ buraya getirdiğini söylüyor. Alanın ortasında, ziyaretçilerin oturup sohbet edebilmesi için halı serili. Her gelen içten bir kucakla ve gülümsemeyle karşılanıyor. Misafirler için çeşitli atölyeler planlanmış ve bu atölyelerde sanat üretmeye devam ediliyordu:
“Her gün daha fazlasını üretiyorduk. Böylece günden güne gelişti. Büyüyor, büyüyor ve değişiyordu. Ev gibi. Çünkü orada yaşıyoruz. Ev sürekli değişiyordu. Burada, sergide de öyle oldu.”
Darico Hasaya’nın hikâyesi sergiyle sınırlı değil. Sohbetin devamında Türkiye’deki deneyimleri, neden İstanbul’dan ayrılacağı ve yaşadıklarının hayatına, sanata olan etkisi var:
‘İstanbul’a göç sanat çevremi genişletti’
Göç etme kararınızın sanatınız üzerinde nasıl etkileri oldu?
Türkiye’ye gelmeden önce sinema okumuştum ve yardımcı yönetmen olarak Moskova’da film sektöründe çalışıyordum. Ayrıca bazı kısa filmler de çekiyordum. Göç her şeyi temelden etkiledi. Beni başka bir sanatçıya dönüştürdü. Çünkü Türkiye’ye geldiğimde, ilk başta film sektöründe çalışmak için bağlantılarım yoktu. Rusya’da yardımcı yönetmendim. 70, 100 kişinin olduğu film setlerinde koşturuyordum, yönetiyordum. Ama burada hiç kimseydim. Sonra bazı film setlerinde asistan olarak çalışmaya başladım. Yalnızca bir asistandım ama bu sayede yeni bağlantılar, sektörden yeni arkadaşlar edindim.
Sanatı terapim olarak kullanmaya başladım, çünkü savaş yüzünden yaşadığım acıyı hafifletmeye ihtiyacım vardı ve bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Film çekmek çok fazla çaba gerektirecekti ve o kadar tükenmiş, duygusal olarak mahvolmuştum ki basit bir şeye ihtiyacım vardı. Çizmeyi beceremediğim için kolaj yapmaya başladım ve kelimenin tam anlamıyla kontrolden çıktı. Çok fazla kolaj yaptım, evimin her yerinde vardı. Sonra bu uğraş gelişti, kolaj sanatçısı olarak Büyük Britanya’dan küresel yetenek vizesi bile aldım ve aslında yakında oraya taşınacağım. Türkiye’ye dönmek üzere.
Bir yandan da müzik var. Moskova’da konser veriyordum. Burada da bazı müzisyen arkadaşlar buldum. Bazı Türk müzisyenlerle işbirliği yaptık. Onlar da bu serginin parçası oldu. Buraya geldiler ve sanki konser vermediler de evlerinde prova yaptılar. Sonrasında içlerinden biri bana ‘Hayatında sergilediği en iyi performans olduğunu’ söyledi. Çünkü insanlar çok sıcak ve cana yakındı.
Demek istediğim, benim için İstanbul’a göç hem sanat çevremi hem de bir sanatçı olarak yapabildiklerimi geliştirdi, genişletti.
Türkiye’de, kendi kültürel kimliğinizi sanatta nasıl ifade ediyorsunuz? Türkiye’deki deneyimlerinizin ürettiklerinize yansıması hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Benim sorunum şu ki, aslında Rusya’yı hiçbir zaman evim olarak görmedim. Orada hiçbir zaman gerçekten evimde hissetmedim. Ben yarı Gürcüyüm. Gürcü kanı taşıyorum. 24-27 yaşlarımda Tiflis’te yaşadım ve Gürcistan’la daha fazla bağım var gibi hissediyorum. Açık ve sıcak bir insanım ve sanki güney havası bana daha uygun. Rusya’da, kendimi ifade ederken sınırlamam gerekiyordu. Putin ve hükümetinin topluma koyduğu kurallar var. Fikirlerimle hep kendim ve arkadaşlarım için bir ‘balon yaratmam’ gerekti. Her şey hakkında özgürce konuşabileceğimiz küçük bir alan gibi. Ne zaman sokağa çıksam karşımdaki kişiyi test etmek zorunda kalıyordum, “Bu kişinin yanında gerçekten kendim gibi olabilir miyim?”
Aslında İstanbul’da kalmaya karar verdiğimde benim için hiç sorun olmadı. Oysa Rusya’yı terk eden birçok tanıdığım için gerçekten bir sorundu. Çünkü Rusya’da çok sevdikleri evleri vardı. Ama benim için değil… Türk toplumuna o kadar kolay ve sorunsuz bir şekilde entegre oldum ki… Hemen sevdiğim birçok Türk arkadaşım oldu ve burada kendimi evimde gibi hissettim. Bu şehir ve insanlar, hayatımın en kötü anında kendimi güvende ve desteklenmiş hissettirdiler. Savaşın ilk aylarında insanlar evlerinde kalmama izin veriyorlardı. Savaşın başladığı sıralar parasızdım. Daha birkaç gündür tanıdığım Türk arkadaşlarım evlerinde günlerce kalmama izin verdiler. Çok misafirperver ve çok destekleyiciydiler, İstanbul’u anlamama yardımcı oldular. Yani evet, belki de bunlar beni etkiledi ve sanatımı da yansıdı.
‘Ruslar Avrupa’da yasaklı millet ama Türkiye’de değil’
Peki burada Türkiye’de gördüğünüz farklı kültürlerden nasıl etkilendiniz?
Aslında Türk sanatı beni çok etkiledi. Arkadaşlarımdan etkilendim. Mesela sergide de çalışmaları olan Dilan Özdemir… Stüdyosunu ziyaret ettiğimde her şeyden sanat yarattığını gördüm. Uçak bileti ya da sigara paketleri gibi şeyler… Hepsini sanatına aktarıyor. Görsel sanatlarda eğitim almamış biri olarak benim için çok etkileyiciydi. Sadece hayal gücümü kullanabilirim ve bir şeyler yaratabilir diye düşünmemi sağladı. Stüdyosunu ve çalışmalarını gördüğümde, onun kadar cesur olursam bir şeyler yaratabilirim diye düşündüm. Çünkü o çok cesur.
Türkiye’den sanatçıların ya da tanıştığınız diğer insanların size bakışı hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Gördüğüm kadarıyla Türkler Rusların yaptıklarıyla çok ilgileniyor. Avrupa’daki arkadaşlarımdan bazen rahatsız hissettiklerini duyuyorum. Rus olduklarını söylemekten rahatsız oluyorlar. Çünkü Ruslar artık yasaklı millet. Bu ulusu tüm dünyada hayal kırıklığına uğrattık. Ama Türkiye’de hiç böyle hissetmedim. Rus olduğumu söylediğimde insanlar buna olumsuz tepki vermedi. Aksine, bana sorular soruyorlardı. Bildiğim kadarıyla, Ruslar burada gerçekten aktif. Kafeler, kitapçılar açıyorlar. Türkler Rusların faaliyetlere gerçekten çok açık. Diyalog için bir platform gibi. Gördüğüm kadarıyla arkadaşlarım yabancı sanatlara çok açık, yabancılarla işbirlikleri konusunda gerçekten heveslidirler. Bildiğim kadarıyla Türk insanı bu tür şeylere çok açık.
‘Evim, güzel insanlarla güzel sohbetler ettiğim yerdir’
Sergi afişinde “Evimizi kaybettiğimizde tekrar nerede buluruz?” yazılı. Artık Türkiye’de evinizde olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Evim artık Türkiye’de. Ama Türkiye benim nihai varış noktam değil. Böyle bir nokta olup olmadığından da emin değilim. Bir süre İngiltere’de yaşayacağım. Gidip başka bir yerde de yaşamak istiyorum. Benim için evim, güzel insanlarla güzel sohbetler ettiğim yerdir. Tabii ki İstanbul şu anda gönüllü ailemin bir parçası. Türkiye benim sonsuza kadar üçüncü vatanım.
Aynı zamanda, Rusya, Gürcistan ve Türkiye, bu ülkeler için sonsuza kadar kan ağlayacağım. Türkiye’de ne yaşanıyorsa ailemde yaşanıyormuş gibi hissediyorum. Yani her sorun kendi ülkemmiş gibi beni derinden etkiliyor. Buraya geri geleceğim ve buraya gelip bu ülke için iyi şeyler yapmak istiyorum.
Öyleyse Türkiye’deki mevcut politik gündemden haberdarsınız. Güncel sorunlar sizi endişelendiriyor mu?
Daha çok Türk insanı için endişeleniyorum. Çünkü bizi pek etkilemiyor. Daha doğrusu, etkiliyor ama şöyle: Daha önce oturma izni alabiliyorduk, turistik oturma izni gibi, bir iki sene burada kalabiliyorduk. Seçimlerden önce bunu kestiler. Neden ve nasıl olduğunu açıklamadan sebepsiz yere reddetmeye başladılar. Ben de reddedildim. Artık Türkiye’de oturma iznim yok. Gidip gelmem gerekiyor. Evet, şu anda Ruslar için bu bir sorun çünkü birçok Rus gerçekten entegre oldu, Türkiye’de ev buldu. Şu anda toplanıp başka yerlere taşınıyorlar. Bir de her şey burada bizim için de çok pahalı hale gelmeye başladı. Pek çok insan, artık paraları yetmediği için Türkiye’yi terk etmeye başladı.