İstanbul’un orta yerinde haftanın sondan bir önceki gününde sabah saatleri, Karaköy Salt Galata kapısında 15 kişi kadar bir grupla bir sergiye adım atıyoruz. Alt katta başlayan sergi salonunda, yarım kalmış bir ansiklopedinin kayıp sayfalarında neler göreceğiz? Merakımızı yanıtlamak üzere Cansu Yapıcı beliriyor, ansiklopediye ve sergiye duyulan merak, kent ve kültürüne hakim bir mimar tarafından bize aktarılacak diye heyecanımız katlanıyor.
Loş katta İstanbul Ansiklopedisi’ne ömrünü adamış Reşad Ekrem Koçu ve eserine ilk adımları atıyoruz. Bir koşturma ve heyula olarak yaşadığımız kente böylesine odaklanmış yazarın 11 sayı çıkardığı ansiklopedi, Koçu’nun vefatıyla G sayısında yarım kalıyor. Şehir efsanelerinde kalan sayıların tamamlandığı veya yakıldığı gibi söylencelerle devam eden hikâye ve arşivin peşine bundan altı yıl önce Kadir Has Üniversitesi ve Salt araştırmacıları düşüyor.
Ansiklopedinin basılamamış sayıları ve 40 bin belgeden oluşan dağınık arşivinin Salt Galata binasındaki sergiye kadar gelen hikâyesini bize araştırmacı Cansu Yapıcı ve Salt Araştırma Programlar Sorumlusu Gülce Özkara anlatıyor.
‘Kent ya da sokaklar sadece size, döneminize ait olmaktan çıkıyor’
“Ansiklopedinin ve geriye kalan arşivin içinde kaybolduğunuzu tahmin ediyorum. Bu devasa arşivi bu kadar rafine bir hale getirebilmek hiç kolay olmasa gerek. Ansiklopedinin içinden çıktığınız İstanbul’a bakarken temel farklar ve benzerlikler nelerdi? Çünkü İstanbul bir yandan çok hızlı değişen bir yandan asla değişmeyen bir kent. Benim okuduğum üniversite yıkıldı, müdavim olduğum mekânlar kapandı mesela ama sergiyi gezerken anlattığınız pek çok vaka da tekerrür ediyor kentte. Ansiklopedinin kapısı ve İstanbul’un kapısı nasıl açılıyor artık size?” diye sorduğumda Cansu Yapıcı, kentin değişmeyenleri olarak öncelikle “ötekileri” ele alıyor. 50’lerin ötekileri sergiyi adeta domine eden bekâr uşakları, bekâr odaları, ayaktakımı, berduşlar iken bugünün “ötekileri” göçmenler olabiliyor:
“Kompleks, karmakarışık bir arşivden bahsediyorum. Bu arşiv bambaşka araştırmalara da zemin hazırlayacak kadar çeşitli. Akabinde İstanbul’un doktorlarıyla ilgili bir şey yapılabilir, medya arkeolojisi çalışmasına da dönüşebilir.
Arşiv açıldığında, bizim seçtiğimiz bu anlatı özellikle ayaktakımı dediğimiz, biraz resmi tarihin dışında kalanlar üzerine oldu. Resmi tarihin dışında kalanlar ve kent yaşamanın içinde olsalar da görünmeyenler, başka yerde kaydına rastlanmayan anlar. Günümüzde de örneğin göçmenler ya da bu kent akışına aslında farklı bir şekilde eklenenler böyle.”
Gülce Özkara’ya göre, 1944’ten 1975’te vefatına kadar Reşad Ekrem Koçu, İstanbul’un hızlı değişimini hem çok yakından izleyip yazıyor hem de bu duruma çok üzülüyor. O değişimde Koçu da değişiyor. Alışık olmadığı bir İstanbul’u anlatıyor: “Bizim için de böyle, İstanbul yaşantımızda geçen sene bile çok şey değişti. 2013’ten sonra zaten inanılmaz değişti. Dolayısıyla bence her zaman o değişim devam ediyor.”
Cansu Yapıcı da kentin değişimindeki sürekliliğe dikkat çekiyor ve bu form değiştirmeyi ansiklopedinin kentin ötekileri üzerinden okumasını önemli buluyor: “Şu anda olsaydı belki savaştan sonra buraya gelen göçmenleri yazacaktı. Çünkü sürekli kentin dinamiğini değiştiren, kente eklenen, çıkan, dönüşen karakterler… İstanbullular, onlar tabii ki mekânların dönüşümünde etkili. Bence bugün de onun bakış açısıyla yazacak çok şey var.”
“İstanbul Ansiklopedisi ile şehre bakış açım kesinlikle çok değişti” diyor Gülce Özkara: “Ansiklopedi’den İstanbul’u, İstanbul’dan ansiklopediyi görmeye başladım. Sergiden çıkıp Galata’da yürüdüğümde aslında günümüz Koçu karakterlerini görüyorum. Bazı kişi ve şeyleri görünce ‘Koçu bunu kesin yazardı, bu insanı kesin kaydederdi’ diyoruz birbirimize.
Mesela artık yerinde olmayan şeyleri de görüyorum, özellikle Galata, Galata kapısına yürürken burada deniz hamamını hayal ediyorum. Çocukluğumdan beri önünden geçtiğim Yeni Cami’yi, güvercin çizimi maddesindeki çizimi gibi görmeye başladım.”
Cansu Yapıcı’ya göre, insanların hikâyelerinde kentle olan ilişkileri kenti fark etmenizi sağlıyor: “Beş sene Koçu’yla hemhâl olduktan sonra Kadıköy’de bir evsizin hikâyesini merak ediyorum çünkü artık o hikâyeden kentin katmanlı, derin hikâyesine varacağımı biliyorum. İnsan hikâyeleri tüm kente dair, kenti içeren bir şey. Semavi Eyice’nin dediği gibi Koçu, çok fazla “lüzumsuz şey”e zaman ayırdığı ve ansiklopediye “lüzumsuz yük” yüklediği için aslında ansiklopedi bitmiyor ama o lüzumsuz görülen yük çok şey anlatıyor.”
Orhan Pamuk’un Koçu’yla kurduğu ilişki kırılma noktası
O dönem bu ansiklopedinin tüketicisi kim? Yani bir dergi gibi büfede mi satılıyor, daha popüler kültür ürünü gibi mi yansıyor insanlara yoksa belli bir entelektüel kesimin kitapçılardan aldığı bir şey mi?
Yapıcı yanıtlıyor: “Ansiklopedi 1944’te ilk çıktığında 32 sayfalık fasiküller olarak çıkıyor. Bir dergi gibi düşünebiliriz, çeşitli bayileri de var. Sonra ara veriyor ve 58’de “İstanbul Ansiklopedisi geri dönüyor” diye bir broşür vapurlarda dağıtılıyor. Mesela annem anlatır, anneannem çok severmiş, örneğin İstanbul Ansiklopedisi’nden akşam evde hep beraber maddeler okurlarmış. Ama bu, İstanbullu bir ailenin yaptığı bir zaman geçirme eylemi, bilimsel bir kaynak olarak başvurmak değil. Koçu tarihçiler tarafından tarih yazımına alınmadı ama anlattığı döneme dair açtığı sayfalar disiplinler arası çok şey aktaracak.
90’lardan sonra biraz da Orhan Pamuk’un Reşad Ekrem Koçu ile kurduğu ilişkinin arkasından, özellikle 11 cildi çok zor bulunan ve çok değerli bir eser haline geldi.”
Sokağın tarihçisi Koçu
Yapıcı ve Özkara, tarihe bakış açısının değiştiğini kabullenmekle birlikte ansiklopedinin o dönem kadrosundaki akademisyenlere ve bilim insanlarına da dikkat çekiyorlar; sınıfsal bir tarihçilik anlayışına karşı Reşad Ekrem Koçu’nun, sokağın tarihçisi olduğunu vurguluyorlar.
Onlara göre değerinin anlaşılması biraz popüler kültürün öne çıkması; Walter Benjamin, Pierre Nora Hafıza Mekânları vs. gibi tarihe farklı bir bakış açısının gelmesiyle oluyor.
Tarihte donakaldığı noktadan arşivi yeniden uyandırmak ve Kadir Has Üniversitesi ile Salt Galata’nın projeye sahip çıkış süreci nasıl gelişti?
Cansu Yapıcı: “Tarihte donakaldığı yer bir filmin hikâyesi olur. Reşat Ekrem Koçu’nun yazar arkadaşı Enver Esen Kova arşivi Koçu’nun evlatlık oğlu Mehmet Koçu’dan, ansiklopediyi bitirme niyetiyle alıyor. MS. Kova’nın da aslında tüm ailesi bu arşivi toparlamak için amatörce uğraşıyor. Uzun süre bu arşiv birilerine vasiyet olarak kalıyor. Kova, kendi ölümünde ailesine, ‘Bu arşivi koruyun, saklayın’ diyor, sonra Emine Hanım çok uzun süre tüm ailesiyle bu arşive sahip çıkıyor, her şeyi tasnif ediliyorlar. Arşiv ve ansiklopedi üzerinde senelerce oluşan mitin de daha sonra bu arşivin korunmasında çok büyük bir önemi oluyor. Pelin Esmer’in ‘11’e 10 Kala’ filmi 11. cildin bulunmaya çalışılmasıyla ilgili.
Daha çok İstanbul tarihi, mimarlık tarihi üzerine çalışan bir insan olarak bu ümitle büyüdüm, ‘Aslında ansiklopedinin devamı varmış, bir yerlerdeymiş’ gibi efsanelerle altkültürün bir parçası oldu. İstanbul tarihiyle ilgilenenleri çok heyecanlandıran bir şey olageldi.
Kadir Has Üniversitesi ve Salt’ın bu konuda görüşmelere başlamasıyla Kadir Has Üniversitesi 2018’de arşivi alıyor ve birlikte çalışmaya başlıyorlar. Bir kültür kurumuyla bir akademik kurumun birlikte çalışma pratiği açısından da çok etkileyici.”
Gülce, sergiyi henüz gezmeyenler için güzel haberi paylaşıyor: “Umarız yaz sonunda İstanbul Ansiklopedisi dijital olarak, basılı ve derlenen tüm arşivle, dijital formda internet okurlarına açılacak.”
Her bölümde ayrı renk ve Cem Dinlemiş kalemi
Gülce Özkara devam ediyor: “Sergiyi yedi bölüm olarak kurguladık. Girişte orijinal malzemeyi kullandığımız tek bölüm var. Diğer bölümler ise biraz daha tematik, ‘Ancak İstanbul’da Evlenenlerdir ki İstanbul’un Kendi Halkından Sayılmıştır’da genel gece hayatı, bekâr uşaklarının hayatı, mekânları var. ‘Vak’anın Adli Safhası Tespit Edilemedi’de suç ve kriminal portreler ayrı ve oldukça ilgi çeken bir bölüm, ‘Güllü Çorap Hediye Etmek Aşırı Alaka ve Muhabbet Eseri Bilinirdi’de ise moda, İstanbul deyimleri, argosu, gündelik yaşayışı… ‘Haliç Kenarında İki Yalı Boyu: Galata ve Eminönü’nde biraz daha o ayaktakımının yaşadığı mekânları açıyoruz. Haliç’e bakıyoruz, mekânları nasıl yazdığına… Sokak köpekleri var, lüfer var, yine orada biraz böyle İstanbul’un hayvanları yani aslında topografyası olarak ortaya çıkıyor.
Ekrem Koçu melankolik bir şekilde hayatını bitirdi, ansiklopedisi yarım kaldı, her bölümdeki ayrı renkler bize göre bunları da yansıtıyor. İstanbul’un değişimi ve o bundan hoşlanmıyor. Reşad Ekrem Koçu işte kayıp haberlerini topluyor, onlar artıyor. Sonra işte 57- 58 yıkımı yaşanıyor, Eminönü’nde yıkımlar oluyor. Toplum değişiyor. Bunları bir hastalık olarak görüyor. Tepebaşı Tiyatrosu yıkılıyor, tramvay kalkıyor. Sergiyi biz de tam böyle bir yerden bitirsek de sığmayanlarla Salt’ta ‘Melankoli ve Kent’ açık derslerini yapıyoruz. Yoğun ve kalabalık bir arşivden kenti ve dönüşümünü nasıl okumamız gerektiğini anlıyoruz.”
Cem Dinlemiş bu renklerle sergi için arşivi çiziyor. Sergi tasarımını ve prodüksiyonunu Emirhan Altuner gerçekleştiriyor. Salt’ın katlarına yayılan sergi, rehberli turla gezilebilir. Yapıcı, harika bir hikâye anlatıcı olarak Salt Galata basamaklarında bizi sayfalara taşıyor.
Cellatlar, kamusal idamlar, cezaevinde tılsım töreni
Serginin benim de en ilgimi çeken ve beklenmedik bölümü cezaevleri ve kriminal portelerdi. Cezaevlerindeki tılsım törenleri bölümü yine çok ilginçti. Bir ansiklopedide kentin çeşmesini ya da şarkıcısını beklersiniz ama cezaevleri görmek ilginçti.
Cansu Yapıcı: “Bir kenti içeren her şey derken tam bunu demek istemiştim. Kriminal vakalar aslında bu kentin bir parçası ve bir yandan da Koçu’nun kendi yazdığı kitaplarda bu var.
Örneğin işte Porsche Halil, Kabakçı Mustafa gibi kentteki çelişkiyi, yeniçerilerle olan gerilimi yazmayı seven birisi Reşad Ekrem Koçu, kentteki tedirginliği görüyoruz hikâyelerde, özellikle kriminal vakalarda. Etkilendiği olayların peşine bir dedektif gibi düşüyor. Kentteki değişimi ve ruhu tam da buradan görüyoruz. ‘Vakanın adli safhası tespit edilemedi’, bu bölümdeki evrakları polis Servet Efendi diye birinden alıp, takip edip yazıyor. Senelerce takip ettiği failler var. Cellatlarla ilgili bir bölüm var ve bir celladı bulup röportaj yapıyor.
Bir kenti oluşturan yapıları değil ruh halleridir ve bu olaylar bize o ruh halini taşıyanlar. Aslında bir bölgede gerçekleşen çeşitli kriminal vakalar da o bölgeye ilişkin çok fazla şey söylüyor ve şu anda kendiniz ev bakarken bile bunlara bakıyoruz. Ama işte klasik bir tarih yazımında ya da bir kentle ilgili yazımda bunlar çok yer almıyor.”
Sergiyi gezerken anlatılan Beşiktaş cinayeti 1955’te Börekçi Ali’nin kan donduran hikâyesine odaklanıyor. Fırına gelen insanları kesip, pişirip satan Börekçi Ali vakanın ortaya çıkmasıyla ve hem de Beşiktaş’ta, kamusal alanda idam ediliyor.
Arşiv, medya arkeolojisi için dev bir kaynak
Cumhuriyetin ikinci 50 yıllık dilimine ait gazete kupürleri sergide ve ansiklopedide yer alıyor. Kupürler bize dönemin toplumsal cinayet haberciliğinde geldiğimiz aşamaları göstermesi açısından manidar.
-1 kat sol tarafta yer alan kupürdeki ifadelere kilitleniyorsunuz: “Polis, cinayet olayı için Beyoğlu’ndaki bütün erkek kızları topladı” 28 Nisan 1973 tarihli haberde yer alan ifadeler. Haberin günümüz versiyonu şöyle olabilirdi: “Tophane cinayetinde ayrımcı adli süreç / Polis cinayetin izini sürerken LGBTİ+’ları hedef aldı. Lubunyalar ‘Bizim cinayetle ne ilgimiz var? Biz masumuz ayol!’ dedi.”
Sergide dolaştıkça buna benzer ifadeler kupürlerde arzı endam ediyor: “Kaçak kızlar Trabzon’da kadın olarak ele geçti”, “Erkek Fatma taksinin camını çerçevesini indirdi”
Sergide gezerken hissettiğim dönemin İstanbul’u çok erkek bir kent. Medya dili ilkel, cinsiyetçi ve ayrımcı… LGBTİ+ toplumsal cinsiyet haberciliğinden henüz eser yok. Fotoğraf kullanımları tüyler ürpertici. Ansiklopedide kent insanları, idarecilerden mahkumlara, ayyaşlardan asilzadelere uzanıyor ama odakta İstanbul’un ötekileri, ötekilerin İstanbul’u var ve bu medya diliyle bize gelince çarpıcı bölümleriniz var.
Cansu Yapıcı: “Erkek bir kent olduğu çok açık, ansiklopedide de çok az kadın var. Onlar da genelde ya seks işçileri ya da diğer erkeklerle ilişkileri bağlamında yer alıyorlar. Ama buna karşı 11 sayının tek bir çizeri var ve o kadın Sabiha Bozcalı. Başta Koçu onunla çalışmak istemiyor ama ansiklopedi boyunca ona ‘katlanan’ da bir tek Bozcalı oluyor.
Günümüzden ve daha politik doğrucu olarak baktığınız bir yerde çok problemli ifadeler mevcut yazdığı metinlerde ama bir yandan da onları yazıyor olması ve tarihe not düşüyor olması bambaşka bir şey. Hünsa maddesi örneğin Tophane’de bir interseksi anlatıyor. Bir askeri doktorun 1873’te yaptığı ameliyat ile cinsiyetini değiştiriyor ve bunu biz Koçu yazdığı için öğreniyoruz. O maddelerle, hikâyelerle böyle ilginç bir mesafelenmesi var.”
Dönemin koşullarında bu maddeleri yazabilmek için metinlerdeki dil ve mesafelenmenin kullanıldığını düşünüyor iki araştırmacı. Umutları, arşiv açılınca toplumsal cinsiyet çalışanların bu belgelerden faydalanması yönünde.
Arşiv sayfalarında günlük hayat ve moda
Yeniçeri kıyafetlerinden şorta uzanan sayfalarda Koçu, modayı toplumsal değişimin parçası olarak okuyor.
Yapıcı’ya göre: “Semavi Eyice’nin yazılarında da var, İstanbul Ansiklopedisi ofisi Babıâli’de, Reşat Ekrem Koçu Göztepe’de oturuyor. Babıâli’den çıkıp Balık Pazarı’na meyhaneye gidip oturup sonra vapurla Haydarpaşa’ya geçip oradan trenle Göztepe’deki evine gitmesi… Belki son zamanlarda, ölümüne kadar bunu sürdüren kişi Aydın Boysan düşünebilir.
Ansiklopedideki görsellerin de basıldığı, Koçu’nun çok kullandığı Eminönü’ndeki Foto Sel bugün yok; başka yerde de kayda rastlanmadı. Gerçekten sadece İstanbul Ansiklopedisi’nde bir maddesi var. Menderes yıkımlarında gitmiş.
Her gün oradan geçen insanlar, hane berduşlar, evsizler, İstanbullular çekilmiş. Onların fotoğraflarını Foto Sel’de bir yandan topluyor. Bir koleksiyonunda sadece gazete müvezzilleri[1] var. Günlük hayattaki detaylar hayata nereden bakıldığına dair bir perspektif gösteriyor.”
Moda bölümünde ansiklopedinin anlatısı çok ilgi çekici. Yeniçeri kıyafetlerinden kadınların şorta geçişine bir akış var, başlık şu: “İstanbullular mini şortunu nasıl karşıladı?” Röportajı yaparken gülerek şu parantezi açıyoruz “Bizce hâlâ karşılayamadı.” Gülce’nin aktardığına göre, Reşad Ekrem Koçu bunlarla yetinmiyor, 1965’te Türk Giyim Kuşam Sözlüğü’nü çıkarıyor.
Biriktirmek ya da biriktir(e)memek
Gülce Özkara devam ediyor: “Kentteki hippi, kırsaldaki hırpani kılıklı, sınıfsal olarak çok şey anlatıyor. Tulumbacı kahvehanelerinin uşakları nasıl giyinirdi? Güllü çorap hediye etmek ne demekti? Giysi kodları üzerinden de bu gelişiyor, yalın ayaklılar… bunlar hep gözünüzde canlanıyor. Tüm ansiklopedide referans almayı çok sevdiği bir şey de halk ozanlarının destanları, manzumeleri, beyitleri.”
Araştırmacılar, Koçu’nun ansiklopedinin kapağında Türk milliyetçisi, muhafazakâr imaj çizdiğini, bunun da içeride konuşulan, tartışılan maddelere alan açma amacı taşımış olabileceği düşüncesindeler: “Siz yeniçerilerin giysilerini okumayı beklerken içerde şile bezi mayoları okuyorsunuz. Deri ceketin başlamasını toplumsal bir olay olarak sunuyor.”
Özkara: “Kentin dönüşümünde problem belki de birikmemesi. Melankoli biraz oradan geliyor, birikememesi…Kayıp ve kayıplar var ama bu kaybın ne olduğunu da pek bilmiyorsun. Anlayamıyorsun aslında. Orhan Pamuk’un da dediği gibi mesele kalıntılar olması değil, o kalıntıların olamayışı. İnşaatlar, trafik, koşturma içinde boğulmuş halde aslında kentin değiştiğini gayet iyi gözlemleyebiliyoruz ama kalıntılar, birikmeler nerede?
Koçu, o kayıp haberlerini ve cinayetleri bir toplumsal hastalık olarak yazıyor. Mesela gayet Durkheim gibi bir yerden yazıyor. Yani o intihar olayları maddesinin sonunu toplumsal bir yara olarak tanımlıyor, ‘toplumsal değişimin sonucudur’ diyor. Durkheim’ın ‘İntihar Anı’ kitabının aynısını oraya yazmış, bildiğini zannetmiyorum.
Serginin içinde bile o değişimi görüyoruz. En alt katta yer alan o bekâr uşakları dediğimiz erkek güruh daha sonra ayaktakımına dönüşüyor. Artık o ‘nizam’ın bozulmasıyla 19. yüzyılın sonunda, mesela üçüncü katta ‘Nereye gidiyor bu çocuklar?’ bölümünde görüyoruz, garibana dönüşüyorlar, işte gündelikçi oluyorlar. Dönemin yeni meslek grubu gündelikçiler, bunu görüyorsunuz. Gecekondular oluşuyor ve oraya yerleşiyorlar.
Hasan Alp Sungur da var; ormanda yaşayan, Tarzan filminde oynamış bir karakter de ya da Cüce Simon, Gülhane Parkı’nda sevdiğini beklerken ölmüş. Gülhane Parkı’nda bir maymun var maymuna kimlik kartı vermişler vs… Yani başka kaydına rastlanmayanlar, onlara bakılan bir tarih anlatısı.”
İstanbul’u İstanbul yapan bizler, sizler ve ötekiler
Cansı Yapıcı’ya göre: “Bu sergi bir seçki, anlatmak istediğimiz hikâyeyi anlatmak için oluşturduğumuz bölümler var ama bu arşiv açıldığında çok fazla farklı hikâye, örüntü, izlek çıkacak, çok başka çalışmalara kaynak olacak.
Bireysel olarak da, sergi ve arşiv bize şunu hatırlatıyor; bu kentteki değişimin hem tanığı hem parçasıyız. Reşad Ekrem Koçu kendi seçtiği hikâyelerle İstanbul’u gösteriyor. Hepimizin söylediği sözler, kullandığı deyimler, yaşadığı değişimler bizi tarihin ve İstanbul’un bir parçası kılıyor. Yoksa değişimi sadece Galata’da, sadece bankerlerle okumak, Galata’yı gerçek kılmıyor.”
Gülce Özkara da sergideki “Ancak İstanbul’da evlenenler İstanbul’un kendi halkından sayılmıştır” bölümünde yazarın tam da bunun mizahını yaptığını düşünüyor: “O bölümdeki herkes bekâr uşağı ve hepsi İstanbul’a çalışmaya gelip süfli işler yapıyor. Bedeniyle çalışan, hamallık yapan, işte geçici iştiha yapan, kayıt dışı, hani yalın ayaklılar dediğimiz o bekâr odalarında yaşayanlar… Bunların hiçbiri aslında İstanbullu değil ve çoğu İstanbul’da evlenmiyor ya da ailelerini getiremiyorlar. Tek başına, bekâr odalarında kalan erkekler ve bir hâneye ve bir aile düzenine ait değiller. Onlara bu yüzden bekâr uşağı deniyor ama Reşad Ekrem Koçu için onlar İstanbullu. Bizim sergimizde bizim için onlar bir kez daha İstanbul’da kayda alınmış oluyor ve onlar İstanbul’u Galata’yı var etmiş oluyorlar. Orada yaşıyorlar, meyhaneleri orada, kahvehaneleri orada, destanları orada. İstanbul’u gerçekte o insanlar yapıyor.”
“Başka Kayda Rastlanmadı: Reşad Ekrem Koçu ve İstanbul Ansiklopedisi Arşivi”, mimarlık tarihçisi Bülent Tanju, araştırmacı Cansu Yapıcı, Salt’tan Gülce Özkara (Araştırma ve Programlar Sorumlusu) ve Masum Yıldız (Arşiv Uzmanı) tarafından, Emirhan Altuner (Tasarım ve Prodüksiyon) ile Kadir Has Üniversitesi işbirliğinde hazırlandı. Sanatçı Cem Dinlenmiş ise sergi kapsamında İstanbul Ansiklopedisi’nden yola çıkarak yaptığı illüstrasyonlarıyla katkı sağladı. Sergi, 28 Ekim’e dek açık olacak.
Fotoğraflar: Masum Yıldız, Fatma Yörür, Salt Galata arşivi
[1] Müvezzi: Etrafta koşturup çığırarak gazete satan çocuklar
#Başka Kayda Rastlanmadı#Gülce Özkara#İstanbul Ansiklopedisi#kent#Kent Yaşamı#Reşad Ekrem Koçu#Salt Galata#Tarih