Başlık provokatif belki ama hayalim gerçekten bu. Yıllardır yasaklarla boğuşan, her türlü sansüre karşı çıkan, yasakların karşısında durmaya çalışan biri olarak istediğim tek şey bütün yasakların yasaklanması. Bugünlerde konser ve festival yasakları gündemde ama aslında hiçbiri yeni değil. Yazıyı yazma sebebim, eskileri hatırlatmak.
Biraz eskiye gideyim. 2018 yılının 21 Ocak günü Gazete Duvar’da yayımlanan yazımın başlığı, “Yasaklar ve hatırlattıkları”. Yazıyı, Bülent Ortaçgil’in Yasak adlı şarkısından yola çıkarak kurmuştum. Ortaçgil, memleket gündemine pek ilişmeyen isimlerden. En azından bir dönemi öyleydi. Ancak hayat buna izin vermedi ve memleket meseleleri Ortaçgil şarkılarına da girdi. 1991 yılında yayımlanan Oyuna Devam adlı albümde yer alan Yasak, ilklerden biri: “Sormamalısın / Hiç yormamalısın / Eleştirmemelisin / Hiç geliştirmemelisin,” dizeleriyle başlıyor. Aslında karşı çıkışın da başlangıç noktası bu. Yazımda buna dair şu cümleyi kurmuştum: “Sorarsan, sorgularsan, gelişirsin ve geliştirirsin. Bu kadar basit aslında.” İktidar, sormayı, sorgulamayı (ve doğal olarak gelişmeyi) engelleyen bir yönde atıyor adımlarını. Yirmi yıldır böyle bu. Tam da bunun önüne geçmek için bıkmadan, usanmadan anlatmak, yasakların ve özgürlüğü tehdit eden her şeyin karşısında durmak gerekiyor –ki hem andığım yazıda hem de mevzuyla ilgili diğer yazılarımda yaptığım, yapmak istediğim bu. Yazık ki bu yazı da böyle. Aslında çoktan bu meseleyi halletmiş, yazıları rafa kaldırmış olmamız gerekiyordu ama yasaklar artarak sürüyor ve yeni yazılar yazdırıyor. Bu fena.
Fena olan bir başka şey, yasakların karşısında bir şey yapmıyor oluşumuz. Yazık ki bunu kabulleniyor, olayları akışına bırakıyoruz. Bu böyle oldukça yasakların dozu ve sayısı artıyor. Tarihte çok örneği var: Baskıyla yönetilen toplumlar sustukça baskı artmış, giderek özgürlüklerin sınırlandığı bir ortam yaratılmış –ki bugün yaşadığımız, tam da bu. Tarihte örneğine rastladığımız karşı duruşlarla kimi yasakların engellendiğini görüyoruz ancak bunu yapmazsak, sonuçlarına katlanmak durumunda kalıyoruz. Ses çıkartanların sayısı giderek azalıyor ve yasaklar her geçen gün fütursuzca artıyor, artırılıyor.
Ortaçgil şarkısı, tam da burada yeniden devreye giriyor: “Durmamalısın / Yorulmamalısın / Her gün her şey dizi dizi gelse / Yenilmemelisin…” Mevzubahis yazıyı şu temenniyle bitirmiştim: “[Bu şarkı] Dilden dile yayılsın, hep bir ağızdan söylensin isterim [çünkü] her şey bir yana, şarkıların karşısında hiçbir güç duramıyor.” Oysa öyle olmadı. Hep bir ağızdan söylemek şöyle dursun, söylememeyi tercih ettik. Çuvaldızı kendimize batıralım: Sustuk. Oysa ’90’lı yıllarda her eylemde karşımıza çıkan o meşhur slogan olayı ne güzel özetliyor: Susma, sustukça sıra sana gelecek!
Dünden bugüne yasaklar
Memleket tarihi yasaklarla dolu. Kimi dönemlerde artıyor, şekil değiştiriyor ama yasaklar hiçbir zaman bitmiyor. İçinde bulunduğumuz dönem, gelecek yıllarda yapılan değerlendirmelerde yasaklarıyla anılacak. Bunların başında, müziğe uygulanan yasaklar var. Sadece konser iptallerinden söz etmiyorum; memleketin yarısından çoğunda gece 1’den sonra mekânlarda (kısık sesle bile olsa) müzik çalmak yasak. Kaldırılmış görünüyor ama öyle değil. Yasağı iptal hakkı valiliklere verildi ama çoğu, bunu iptal etmedi. ’90’lı yıllarda kasetler de böyle yasaklanıyordu. Devlet tarafında bir yasak yoktu, her şey serbest görünüyordu ama kimi valilikler, bazı kasetlerin il sınırları dahilinde satışını yasaklayabiliyordu. Selda’nın Özgürlük ve Demokrasiyi Çizmek başlıklı albümü, Zülfü Livaneli imzalı Zor Yıllar ve bütün Grup Yorum albümleri ’90’lı yıllara doğru ilerlerken valilikler tarafından yasaklanan albümler olmuştu. Dahası da var. Kürtçe zaten yasaktı. 12 Eylül yönetimi, bu dili ve bu dilde verilen bütün ürünleri “sakıncalı” buluyordu. Aynı yönetim, o dönemde “ideolojik halay” diye bir şey uydurmuş, konserlerde ya da eylemlerde halay çekenleri bu gerekçeyle gözaltına almıştı.
Devlet tarafına bakarsak, özgürlükten söz ediliyordu ancak aynı yıllarda, denetim kurulu gibi çalışan bir birim vardı: Kültür Bakanlığı’na bağlı Bandrol Kurulu. Piyasaya çıkacak albümler önce bu kurula gönderiliyor ve (adı öyle olmasa da) denetleniyordu. Uygun görülmeyen dizelerin altı çiziliyor, onların değiştirilmesi kaydıyla albüme bandrol (ve elbette izin) veriliyordu. Bazen kimi şarkıların çıkartılması isteniyordu. İlhan İrem’in (bugünü öngören) Blues for Molla adlı şarkısı Uçun Kuşlar Uçun albümünde yer alamadı çünkü kurul, albüme bu şarkının çıkartılması kaydıyla izin verdi. Aynı kurul, Devil’in ilk albümünde yer alan Özal Devri Kızları şarkısının adına takıldı ve şarkı, bandrol alabilmek için Atom Devri Kızları’na dönüştürüldü. Bulutsuzluk Özlemi, Uçtu Uçtu adlı şarkıda “cırlattım” dediği için aynı adlı albüme bandrol alamadı; o kelime çıkartıldı, bandrol öyle verildi. O dönem bu isimlerin hepsi konser verebiliyordu belki ama devlet, elini şarkılara uzatmıştı. Öncesinde, bu işi TRT bünyesinde bulunan TRT Hafif Müzik Denetleme Kurulu yapıyordu ama bu, en fazla ekran yasağı getiriyordu. Şarkılar yayımlanabiliyor, konserde söylenebiliyordu. ’70’li yıllar, kimi şarkıların TRT’de yayımlanamadığı yıllar olarak anılıyor ama en azından konserler yasaklanmıyordu. Yasaklar, 12 Eylül’le başladı, artarak sürdü. Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın başını çektiği Devekuşu Kabare’nin en güzel oyunlarından birinin Yasaklar olması tesadüf değil. O dönem, yasaklara karşı mizahla direniliyordu.
Bugün TRT bünyesinde bir denetim kurulu yok ama bir sürü şarkı yasak. Pek çok şarkıcı ve topluluk, aralarında benim de bulunduğum bir sürü insan artık TRT’ye çıkamıyor. Eskiden en olmadık gazetelerde bile yazar, fikirlerimizi söylerdik ve buna dokunulmazdı. Bugün, yapılanlar, haber olarak bile yayımlanamıyor. İktidar, tüm gazeteleri kendince ehlileştirdi, memleketin “büyük” diye anılan gazeteleri birer saray bültenine dönüştü. Televizyonlar derseniz, çoktan öyle olmuştu. Artık hiçbir dizide çilingir sofrası kurulamıyor, sadece kötü karakterler içki içiyor, sevgililer (bırakın öpüşmeyi, sevişmeyi) el ele bile tutuşamıyor. Evlenseler bile öpüşemiyorlar. “Bunun konumuzla alakası yok” diyeceksiniz ama var. Toplum, iktidar eliyle değiştiriliyor. Bir dönem sayfalarından magazin haberlerini eksik etmeyenler, çıplak kadın fotoğraflarıyla prim yapmaya çalışanlar, bugün “ahlak timsali” oldu. Ahlak dedikleri de iktidar ahlakı. Bir kere daha söyleyeyim: Sadece yasaklara değil, özgürlüğü engelleyen her şeye karşı çıkmak gerekiyor. Birine göz yumarsanız, diğerine de göz yumabilirsiniz. Bu, farkına varmadan yaptığımız bir şeye dönüşüyor -ki iktidar, bunu çok iyi başardı. 12 Eylül yönetimi, öncesini unutturmuş, hafızasız bir toplum yaratmıştı. Oradan palazlanan iktidar, bunu çok iyi kulandı ve unutturulanları da unutturdu. Bunun için geçmişi hatırlatan, özgürlüğün ne olduğunu gösteren her şey çok değerli.
Bu arada, TRT’nin denetim kurulu tarihe karıştı belki ama televizyon ve radyo yayınlarını denetleyen bir birim yıllardır var: TRT Hafif Müzik Denetleme Kurulu. Buna, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nu da ekleyeyim. Kısa ve bilinen adıyla RTÜK, dizilerde sevgililerin öpüşememesinin müsebbibi. Üstelik bu kurul, artık interneti de denetleme yetkisine sahip. Fenalıklar, üst üste. Henüz uygulamaya geçmediler ama geçtikleri anda neler olabileceğini öngörmek çok da zor değil.
İhtiyacımız olan kararlılık
Konudan uzaklaşmayayım, Ortaçgil’e Yasak’ı yazdıran yıllarda gündemimize gelen bir konser yasağından söz edeyim. 12 Eylül sonrasında pek çok konser yasaklandı. Timur Selçuk’tan Selda’ya pek çok isim konser veremedi. Resmi yasak olmasa bile bu isimler “sakıncalı” görüldüğü için konser mekânlarının kapıları onlara kapalıydı. Zülfü Livaneli’den Cem Karaca’ya, Melike Demirağ’dan Fuat Saka’ya pek çok isim o yıllarda sürgündeydi. Konser vermek bir yana kasetleri bile yayımlanamıyordu. Tam da bu dönemde, İstanbul’da bir konser yasaklandı ve bu yasak, günlerce gündemi işgal etti.
Sözünü ettiğim, 1989 yılının 27 Ağustos günü Açıkhava Tiyatrosu’nda düzenlenmesi öngörülen ancak İstanbul Valiliği tarafından yasaklanan İnsan Hakları Yarın Değil Şimdi! başlıklı konser. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) tarafından 1988 sonrasında düzenlenen Human Rights Now! konser dizisinin Türkiye ayağı bu. Atıf Yılmaz, Barış Pirhasan, Bulutsuzluk Özlemi, Cem Karaca, Deniz Türkali, Ezginin Günlüğü, Grup Merhaba, Hale Soygazi, Haluk Bilginer, İlhan İrem, Mehmet Güreli, Mozaik, Murathan Mungan, Müjdat Gezen, Serdar Ateşer Şahika Tekand, Şahin Kaygun, Yeni Türkü ve Zuhal Olcay’ın katılımıyla gerçekleşecek konser, art arda birkaç kere reddedildikten sonra 9 Eylül’de yapılabildi. Mevzuyla ilgili haberi, 2 Eylül 1989 tarihli Milliyet gazetesinden aktarayım: “27 Ağustos’ta yapılması hedeflenen konser, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamına girdiği ve ‘müzik icrasından ziyade, belirli bir konuda kamuoyu oluşturmak ve konuyu benimsetmek amacına matuf olduğu’ gerekçesiyle yasaklanmıştı. Bir sanatçı işbirliği olarak gerçekleştirilmek istenen konserin 3 Eylül tarihinde düzenlenmesi için yapılan başvuru da reddedildi.” Haberde, katılımcıların bu konseri gerçekleştirmeye kararlı olduğu ısrarla vurgulanıyor. Nitekim bu kararlılık işe yarıyor ve konser ertesi hafta kim bilir kaçıncı başvuru sonrasında yapılabiliyor. Bir son dakika izni bu, zira o gün gazetelerde yayımlanan İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi imzalı ilanla duyurulmuş: “İzin alındı, konser bugün saat 19.00’da Açıkhava Tiyatrosu’nda. Önceden satılan biletler ve gönderilen davetiyeler geçerlidir.”
Hızla bugünle karşılaştırayım… Konserin yasaklandığına dair haber, dönemin neredeyse bütün gazetelerinde yayımlanmış. Bugün, bunu haber yapabilecek gazete sayısı bile sınırlı. İlan derseniz, iktidara yakın “büyük” gazetelerde yayımlatamazsınız. Daha da önemlisi, konserin yapılmasını sağlayan o kararlılık bugün yok. Asıl sorun tam da burada aslında.
Hepimizin meselesi
Yine Milliyet gazetesine bağlanayım ve haberle birlikte yayımlanan “tepkiler”in bir kısmını aktarayım… İlhan İrem, bugün de bize yabancı gelmeyecek cümleler kurmuş: “Kitabevleri basılıp kitaplar yakılıyor, insan hakları her türlüsünden ihlal ediliyor, doğal çevre sorunsuzca talan ediliyor. Bence Türkiye ve dünyanın büyük bir bölümü gelecek kuşakların utançla anacakları bir dönem yaşıyor. Dünyanın her yerinde sanatçılar insan hakları için mücadele ve konserler veriyorlar. Bunu politik bir olay haline getirmenin anlamı yok. Sanat ve sanatçılar da hiçbir yolla depolitize edilemezler.” Mozaik adına konuşan Ümit Kıvanç, olayı şöyle özetlemiş: “İnsan hakları siyasi bir konu değildir, herkesin meselesidir. Konserin amacı bunu vurgulamak.”
Bugün de üzerinde ısrarla durduğumuz şey bu aslında: Bu, herkesin meselesi. Dün Grup Yorum konserleri yasaklanırken onların yanında kalabalık durabilseydik, bugün belki de bu tür yasaklardan söz etmeyecektik. Onu ıskaladık diyelim, Aynur konserleri yasaklanırken neredeydik? One Love Festival’de içki satışına izin verilmediğinde, Van’da yapılacak GezginFest’ten Eskişehir merkezli AnadoluFest’e, Zeytinli Rock Festivali’nden Bursa’nın gururu Nilüfer Müzik Festivali’ne onlarca festival yasaklandığında ya da Gülşen’den Hüseyin Turan’a belediye konserleri iptal edildiğinde ne yaptık? Daha da fenası, bu festivallere katılacak sanatçıların ya da toplulukların çoğu, organizatörlerle birlikte sessiz kalmayı tercih etti. Geçtiğimiz yıl Zeytinli Rock Festivali yasaklandığında sosyal medyada ses bir an yükseldi ama hızla olay unutuldu. Yukarıda andığım konseri düzenleyenler, 1989’da toplu hâlde basın açıklaması yapmış, yasağa karşı çıkmıştı. Şimdi bırakın toplu adım atmayı, küçük bir cümle kurmak bile insanlara zor geliyor. O günden bugüne yaşanan en önemli (ve korkutucu) değişim bu.
Bu noktada, Kültür Bakanlığı’nın Kültür Yolu başlıklı bir festival zinciri başlattığını söylemek elzem. İki yıldır, memleketin farklı yerlerinde bu festivaller düzenleniyor ve yazık ki yasaklara karşı çıkmayan, yasaklanan festivallerin programında yer alan kimi isimler bu festivalde boy gösteriyor. Eski bir deyimi akla getiriyor bu: Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Bu konuda söylenecek söz çok ama susmayı, meseleyi katılanların vicdanına bırakmayı tercih ediyorum. O sahneye çıkıp yasaklardan söz edebiliyorlarsa ne âlâ. Bunu yapamıyorlarsa, bu, ortada büyük bir sorun olduğu anlamına geliyor.
Tek çare ses çıkarmak
Yazıyı uzattım, farkındayım ama yakın dönemden bir örnek vermeden bitirmeyeyim… Bu örnek, geldiğimiz noktayı çok güzel özetliyor. İçinde bulunduğumuz ayın başlarında gerçekleşen bir hadise bu: Gökçe’nin Afyonkarahisar’a bağlı Sandıklı’da 11 Ağustos’ta Termal Turizm Festivali kapsamında düzenlenecek konseri, belediye başkanının tasarrufuyla yasaklandı. Gerekçe, “LGBT propagandası yapmak”. 2021 yılında sanatçının Twitter hesabından paylaştığı “İsteyen istediğini sever, aşk aştır, love is love” cümlesi, konserin iptali için yeterli görülmüş. Haber küçük ama iş büyük. Sandıklı Belediye Başkanı Mustafa Çöl’ün konu hakkında yaptığı açıklama, tüyler ürpertici. İptalin gerekçesini “Planladığımız organizasyon, bizzat yaptığım incelemeler neticesinde davetli sanatçının LGBT desteği içeren ve Sn. Cumhurbaşkımıza karşı iftiraya varan paylaşımları nedeniyle iptal edilmiştir,” cümlesiyle açıklıyor ve şöyle devam ediyor: “Bırakın bu içerikleri paylaşanların Sandıklı’da sahneye çıkmasını, ilçemiz sınırlarından giremez!”
Sorulması gereken soru şu: Böyle bir karar ne hakla alınabiliyor? Bir insanın seyahat özgürlüğü nasıl engellenebiliyor? Dahası, böyle bir açıklama nasıl tepkisiz kalıyor? Bu, konserlerin ve festivallerin keyfi gerekçelerle yasaklandığını gösteren önemli bir olay. Oysa gündem bile olamadı. Konser ve festival yasakları o kadar kanıksandı ki, artık haber değeri bile yok. Normal şartlarda ülkeyi ayağa kaldıracak bir olay, sessizce geçiştiriliyor. Bu, akla, 15 Temmuz sonrasında yapılan mitinge katılmayan Sıla’ya belediyelerce uygulanan yasakları getiriyor. Sahi, kim hatırlıyor onları?
Umudunu her dem diri tutan bir insan olarak bu cümleyi kurmayı hiç istemiyorum ama durum sahiden vahim. Tek çare yan yana gelmek ve ses çıkarmak. Sustuğumuz sürece bu yasaklar sürecek, üzerine yenileri eklenecek. Şu an herkes Zeytinli Rock Festivali için plan yapıyor. Peki bu festivalin yasaklanmayacağını nereden biliyoruz? Yasaklanırsa ne yapacağız? Bunları düşünmenin zamanı geldi, geçiyor.
Yasaklar sürdüğü sürece hep karanlıkta kalacağız. Bunu unutmayalım. Tek bir yasak olmalı şu hayatta: Yasakları yasaklayan yasak. Aksi, özgürlüğe müdahale –ki sahip olduğumuz en değerli şey, özgürlüğümüz. Sansürle başlayan, otosansürle süren karanlığın onu ele geçirmesine izin vermemeliyiz.