Miguel Alvaro Pereira’nın hikâyesinden, ‘Pride’ filminin senaristi Stephen Beresford aracılığıyla haberdar olduk. Arkadaşının 20 gün boyunca Türkiye’de ‘kâbusu yaşadığını’ söylüyor, anlatacaklarını yayımlamamızın mümkün olup olmadığını soruyordu. Güney Afrikalı öğretmen Pereira, haziran ayında turistik ziyaret amacıyla İstanbul’a gelmiş ve yasaklanan Onur Yürüyüşü’nün olduğu gün yürüyüşe katılacağı şüphesiyle gözaltına alınmıştı.
Miguel Alvaro Pereira, bu görüşme yayımlanmadan önce, yaşadıklarını bir videoyla anlattı, CNN Portekiz’e açıklamalar yaptı ve söyledikleri Türkiye’de de kısmen haber oldu. Ama yaşadıklarını tüm ayrıntıları anlatmak, sesini duyurmak istiyordu.
Pereira’nın anlattıklarını araya girmeden yayımlıyoruz. Çünkü başına gelenler hem LBGTİ+’ların maruz kaldıkları hem de geri gönderme merkezlerinde yaşananlarla ilgili önemli iddialar barındırıyor:
‘Beni neden tutukluyorsunuz?’
Aslında benim için harika bir tatil olması gerekiyordu. İstanbul’u gezmek için dört günümü ayırmıştım, bir buçuk günü de geçirmiştim. 23 Haziran’da geldim. 25 Haziran günü öğlen saat 2 gibi evden ayrıldım. Balat’ta bir arkadaşımla buluşmayı planlıyordum. Öğle yemeği yiyecektik. Çok heyecanlandım çünkü oranın güzel olduğunu biliyordum. Gözaltına alındığım gün Cihangir’de kaldığım daireden çıktım, orada neler olduğunun farkında değildim. Gerçekten hiçbir fikrim yoktu. Balat’a gidebilmek için Cihangir’den çıkmaya çalışıyordum. Bir sürü polis gördüm. Polislerin yardımcı olabileceğini düşünüp gidip onlara Balat’a nasıl gidebileceğimi sormak istedim. O sırada polisler insanların bölgeye girip çıkmasını engelliyorlardı. Çok tuhaf olduğunu düşündüm, neler olup bittiğini anlamıyordum.
Barikatlardan birine gidip Balat’a gitmem gerektiğini anlattım ve “Biri bana buradan nasıl çıkacağımı söyleyebilir mi?” diye sordum. Hemen bir adam gelip “Tutuklayın” dedi. Neden gözaltına alındığımı sorguluyordum. İki adam gelmişti ve kollarımı arkamdan çekmeye çalışıyorlardı. Ben de “Bunu ne için yapıyorsun? Bana neden tutulduğumu açıklayabilir misin?” diye soruyordum. Gelenlerden biri beni polis aracına götürdü ve orada polisler beni çevrelemeye başladı. Tüm bu adamlar etrafımı sarmıştı ama beni gözaltına almak isteyen kişi kollarımı çekmeye devam ederek göğsüme vurmaya başladı. Ben de “Neden beni tutukluyorsunuz?” diye soruyordum. Sonra beni araca attılar. Bir tanesi bana sırtımdan ve kaburgalarımdan vurdu. Kafamı polis aracına vurdu. Sonra beni metal bir ızgaraya benzer bir şeye fırlattılar ve omzumu sıyırdı. Omzumun her yerinde kan vardı. Neler olduğunu anlayamıyordum bile. Bana kimliğini ver dediler. Ben de pasaportumun yanımda olmadığını söyledim. İngilizce konuşabilen yoktu. Pasaport, pasaport, pasaport deyip durdular.
‘Eşcinsele benzediğim için gözaltına alındım’
Aracın içi 38 derece gibiydi, çok sıcak bir gündü. Orada oturdum ve beş saat sonra, İngilizce konuşan bir polis getirdiler. Bana Onur Yürüyüşü’ne katılacağımı bildikleri için alındığımı söyledi, çünkü hükümet yürüyüşü yasaklamıştı. Yürüyüşten haberim bile olmadığını söyledim. O da muhtemelen eşcinsele benzediğim için tutuklandığımı söyledi. Ben de bunun delilik olduğunu, turist olduğumu, seyahat planımı gösterebileceğimi söyledim. Airbnb rezervasyonumu göstermek istedim, telefonumdaydı. Ama hiçbir şey göstermeme imkân verilmedi. Salı günü ayrılacağımı ve bir yaz kampında çalışmak için İsviçre’ye gitmem gerektiğini söyledim. Beni dinlemeyi ve bana yardım etmeyi reddettiler. İngilizce konuşan polis, “Merak etme. Bugün serbest bırakılacaksın” dedi. Ben de tamam, sakin kalayım dedim. Çünkü aşırı derecede bunalmıştım. Arabada büyük bir panik atak geçiriyor, bana ne olacağını bilmiyorum diye düşünüyordum. İki saat sonra arabadayken, iki Türk kızının getirildiğini gördüm. Hapisteyken (Geri Gönderme Merkezi’nden söz ediyor) tanıştığım İranlı arkadaşım İlyas’ı ve Roman adında bir Rus’u da aldılar. İlyas o sırada ‘kilt’ giyiyordu. Yani tabii ki onu da eşcinsel gibi göründüğü için tutukladılar. Sonra onu bizim bulunduğumuz araca attılar.
O kadar uzun süre orada bekledik ki… 13 saatin sonunda Fatih’te bir karakola gittik. Aslında bizi önce bir hastaneye götürdüler, orada incelemeler yapıldı. Ama saldırıya uğradıktan 13 saat sonra hastaneye götürülmedeki sorun şu ki, sırtımdaki yumruk izleri 13 saat sonra haliyle hafiflemişti. Yani görebilecekleri tek kanıt omuzlarımdaki kandı. Cihangir’de güvenlik kameraları olduğunu ve orada olup bitenleri bir şekilde yakalayabildiklerini umuyorum. Daha sonra karakola gittik. Polis ifademi avukatla birlikte yazdım, o da daha sonra Türkçeye tercüme etti. Avukat, en kötü senaryoda, tüm yabancıların götürüldüğü farklı bir yere götürülebileceğimi söyledi. Bunun neden olduğunu, neden serbest bırakılamadığımı sordum ama hiçbir şey yapmayacağımı söyledi. Karakoldan sonra bizi başka bir hastaneye götürdüler. Sonra hastanedeki doktor bize şöyle bir bakıp “İyisiniz” dedi. Ardından Taksim’deki başka bir karakola gittik. Bir sürü kişiyle birlikte nezarethaneye konulduk. Telefonumuzu almamıza izin verilmedi. Kimseyle görüşmeme izin verilmedi. Elçilikle, ailemle, hiç kimseyle görüşmeme izin verilmedi. Herhangi bir şekilde bana yardım etmeyi reddettiler.
‘Korkunç koşullara maruz kaldım’
Polisler çok yorgunlardı. Bizi oturttular. Hakkımızda tutanak yazdılar. Sonra, bu kâğıdı imzala dediler. 12 yıldır Türkiye’de yaşayan arkadaşım İlyas tutanağı benim için çevirdi. Tutanakta, eğer bir suç işlediysen bu kâğıdı imzala yazıyordu. Kâğıdı imzalamak istemedik. Çünkü avukatın bize herhangi bir belge imzalamayın dediğini hatırlıyordum. Ama bir suç işlediğimizi kabul etmemiz için bize bir kâğıt imzalatmaya çalışıyorlardı. İmzalamadık. Bizi hücreye götürdüler. Orada yaklaşık 7-8 saat kaldık. Bizi başka bir yere götüreceklerini, sonra da serbest kalacağımızı söylediler. Yine kelepçeleyip bir polis aracına bindirdiler ve Tuzla’da başka bir cezaevine (Tuzla Göçmen Geri Gönderme Merkezi’nden söz ediyor olmalı) götürdüler.
Hayatımda gördüğüm en korkunç koşullara maruz kaldım. Bize çok kötü davrandılar. Hatta bir ara polisin beni, İlyas’ı ve Roman’ı görüp “Bu ibnelerin burada ne işi var?” diye sorduğunu hatırlıyorum. Hayatımın en iğrenç deneyimiydi. Odalar iğrençti. Yataklar hiç temizlenmemişti, üzerlerine işenmiş gibiydi. Her yerde kurtçuklar, hamamböcekleri vardı. Tuvalet aslında plastik bir çöp kovasıydı çünkü biri kapıyı kırmıştı. Yani tuvalete gitmeniz gerektiğinde, tüm mahkumların önünde oturmak ve tuvaletinizi yapmak zorundasınız. Gerçekten korkunçtu.
Altı saat sonra isim çağırmaya başladılar. Bir sürü isim çağırdılar ama bizim isimlerimize sıra gelmiyordu. Suriye’ye gönderecekleri bir sürü Suriyeli vardı, onları çağırdılar. İkinci defa isimleri çağırmaya başladıklarında sonunda oradan gideceğimizi düşündüm. Pazartesi, saat sabahın 3’ü olmuştu. Pazar günü öğleden sonra saat 2’de tutuklanmıştım. İki tane büyük otobüs vardı ve bizi birine bindirdiler. O otobüste 17 saat yol gittik. Sonra polisler birden gözden kayboldu. Bir 4 buçuk saat de gideceğimiz cezaevinin (Urfa Göçmen Geri Gönderme Merkezi’nin) aranmasıyla geçti.
Daha sonra ismini hatırlayamadığım bir yere gittik. Başka bir küçük hapishaneye daha götürüldük, aslında pek hapishane gibi değildi. Yerde şiltelerin olduğu büyük bir odaydı. İki küçük penceremiz vardı. Buraya gittiğimizde ilk defa yiyecek ve su alabildik. Bu odaya atıldık ve orada 8 saat kadar bekledik. Güvenlik bizi serbest kalacağımıza ikna etmeye çalışıyordu. Diğer ülkelerden insanlar gelip “Merak etmeyin, özgür olacağız, stres yapmayın” diyordu. Sonra tekrar bir otobüse bindirilip tüm eşyalarımızı aldıkları gözaltı merkezine götürüldük. Telefonlarımız, kimliğimiz, her şeyimiz onlardaydı. Hapishane hücresine atıldık ve kimse bize neler olduğunu açıklamadı. Tüm bu süre boyunca neler olup bittiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ne zaman açıklama yapılacağını düşündüm durdum. “Neden buradayız? Bana kim yardım edebilecek?” Konsolosluğu arayamıyorum mesela. Ailemi arayamıyorum. Hiçbir şey yapamıyorum. Bir avukata bile ulaşma imkânım olmadı ama İranlı arkadaşım İlyas biz Taksim’deyken bir şekilde telefonunu kullanma hakkını elde edip avukatını aramıştı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ve İstanbul Onur Yürüyüşü ile ilişkisi olan bir avukattı.
Tutuklanmamızla ilgili sorun, bayram tatilinin başlamasına bir gün kala olmasıydı. Tutuklandık ve bayram oldu, bayramda da hiçbir şey yapılmıyor. Salı günü oraya gittik ve çarşamba bayramdı. Bu yüzden avukatımızı görmek için bir sonraki pazartesi gününe kadar beklemek zorundaydık. İşte o zaman BMMYK’dan avukat bizimle konuşmaya geldi. Neyse ki İlyas yanımdaydı, sürekli benim için çeviri yapıyordu. Avukatı geldi ve bizi nasıl çıkarabilecekleri konusunda bilgi vermeye çalıştı.
Hapisteki dokuzuncu gününde babamı arayabildim. Konsoloslukla konuşması için ona yalvardım. Ama konsolosluk bana yardım etmek için hiçbir şey yapmadı. Babam onlara e-posta gönderdi. Yardım etmek için hiçbir şey yapmadılar. Tanrıya şükür, beni temsil eden ve çıkarmaya çalışan iki avukatım vardı. BMMYK’dan olan avukat, bir kâğıdı imzalamamı istedi. Hapishaneden çıkmak için gereken masrafları ödemeye hazır olduğumu belirten bir kâğıt. Tabii ki çaresizdim. Aslında sınır dışı edilmeyi seçtiğinizde, sınır dışı edilme masraflarını karşılamaları gerekiyor. Ama sonunda imzaladım ve ödeyeceğim dedim. Beni buradan çıkarmak için ne gerekiyorsa ödeyeceğim. 20 gün süren bir mücadeleydi. Gerçekten çok kötüydü.
‘Tek gözümüz açık uyuyorduk’
Hapishanede (Urfa Geri Gönderme Merkezi’nde) gay olmamızdan nefret ettikleri için bizi ölümle tehdit eden Türkmenistan ve Çeçenistan’dan birileri vardı. Bir gün kantinde oturmuş yemeğimizi bekliyorduk ve bir grup Nijeryalı ile arkadaştık. Bir tanesi Nijeryalılardan birini çağırıp, “Onlara dikkat edin çünkü canlarını yakacağız” dedi. Bunu müdüre bildirdik. Müdür, “Tamam, bu adamı farklı bir hücreye taşıyacağız” dedi. Bu onu ve tüm arkadaşlarını çok kızdırdı. Daha sonra bizi başka bir hücreye aldılar. Bize “Sizi döveceğiz, bir gün daha yaşayamayacaksınız” gibi şeyler söylemişlerdi. Hapishanede olmak çok korkutucuydu. Odamızda başımıza bir şey gelmesin diye tek gözümüz açık uyuyorduk. Neyse ki, bizi koruyan harika Suriyeliler vardı. Ne zaman akşam yemeğinde orada olsak, arkamızda ve önümüzde durarak iyi olmamızı sağlıyorlardı. Duşa girdiğimizde bizi dışarıda beklerlerdi. Hayatımın en travmatik deneyimiydi. Kimse gerçekten anlayamaz bunu. Ne zaman salıverileceğini asla bilememek… Sürekli yalan söylüyorlardı.
‘Hayatımın en kötü 20 günü’
Şanlıurfa’daki jandarmaların ne olduğu hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Sadece yönetim tarafından ne yapmaları gerektiği söylenmişti ve asla yardım etmiyorlardı. Gut adı verilen bir hastalığım var. Asitli yiyecekler yendiğinde, eklemlerin arasında oluşan bir kristal, kemikleri aşındırıyor. Dirseğim dizimden büyük hale gelmişti. Oradaki üçüncü günümde inanılmaz şişmişti. Tıbbi yardım için yalvardım ama bana yardım etmeyi reddettiler. Üç gün sonra ilaç vermeye başladılar. Ama o sırada doktora gittiğimi hatırlıyorum, yardım istedim. Arkadaşım İlyas’a Türkçe konuşarak, “Sana neden yardım edeyim? Sen benim ülkemin bir parçası değilsin. Sana yardım etmem gerekmiyor, o yüzden bana ne yapacağımı söylemeyi bırak” dedi. Şok ediciydi. Tamamen acı çekmemizi istediler. Hikâyemizi bile bilmeden. Bu insanlar çok saygısızdı. Bizi umursamadılar. Hayatımızın en kötü 20 gününü geçireceğimizden emin oldular.
Ben ve Roman’a ayın 12’sinde sınır dışı edileceğimizi söylediklerini hatırlıyorum ve çok heyecanlanmıştık. İlyas yine orada kalacaktı. Sabah hazırlandık, sınır dışı edileceğimizi söylediler. Sınır dışı edilmek için İstanbul’a giden otobüse binmek üzereydik. Sonra beni, Roman ve başka birini daha çağırıp sınır dışı edilemeyeceğimizi söylediler. Yeniden hücreye geri attılar. İyice travmatize olmuştuk. Yönetime gittik ve yönetim uçuşumuzun bir sonraki gün olan perşembe günü için rezerve edildiğini, yani ertesi gün ayrılabileceğimizi söyledi. Neye inanacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. O gün geldi, otobüse bindik ama hâlâ telefonlarımızı alamamıştık. İstanbul’a giderken sadece bir öğün yemek yiyebildik. Sabah 5’te uyandık, kahvaltı yok, su yok, yemek yok. Bizi bu otobüse bindirdiler, saat 2’de bir yere varıyoruz, öğle yemeği yiyoruz ve bize bunun yiyeceğimiz son yemek ve içtiğimiz son su, gideceğimiz son tuvalet olacağını söylemiyorlar. Bizi bir araca kilitleyip İstanbul havaalanına götürdüler ve uçağımızı beklemeye başladık. Yiyecek, su, tuvalet molası yok. Onlar dışarıda sigara içip temiz hava alırken araçta oturuyorduk.
Hepimiz acı çekiyorduk ve çok yorgunduk. Uçağım sabah 7’deydi. Önceki gün sabah 5’ten beri hiç uyumamıştım, neredeyse hiç yemek yemedim, neredeyse hiç su içmedim, bir araca atıldım ve uçuşumu bekledim. Havaalanına vardığımızda, ayrılmamızdan bir saat önce, bize telefonumuzu verdiler, ki bu saçmalıktı, çünkü kimse nerede olduğumu bilmiyordu. İsviçre’de çalışıyor olmam gerekiyordu, insanlar 27 Haziran’da işe başlamamı bekliyorlardı. Airbnb host’um nerede olduğumu merak ederek bekliyordu. 27 Haziran’da çıkış yapmam gerekiyordu ama benden haber almamıştı. Kıyafetlerim, pasaportum, her şeyimin odada olduğunu görüyordu. Onunla iletişim kurmam mümkün olmadı. Neyse ki avukatlar, ayrılmam gereken süreden 9 gün sonra onunla iletişime geçmişti ve o güzel insan eşyalarımı saklamıştı. Eşyalarıma bir şey olacağından ve ülkeyi terk edemeyeceğimden çok endişelenmiştim.
‘Bir daha Türkiye’ye gelecek misin?’
Özetle hikâyem böyle. Tabii ki daha ince ayrıntılar var ama bunlar başıma gelen ana olaylar. Şimdi özgür olduğum için çok mutluyum. Çıktığım için çok mutluyum. Hayatım boyunca bir uçağa binmek, bir yerden çıkmak için hiç bu kadar heyecanlanmamıştım. İşin tuhaf yanı, hapishaneden çıktığımız gün baş gardiyan, “Bir daha Türkiye’ye gelecek misiniz?” diye şaka yaptı. Neden böyle iğrenç bir şaka yapıyorsun ki? Tabii ki bir daha Türkiye’ye gelmeyeceğiz. Hayatımızın en kötü deneyimini yaşadık ve sen benzer bir şeyi tekrar yaşamak için Türkiye’ye döneceğimizle ilgili bir şaka yapmaya çalışıyorsun. Tüm deneyim gerçekten travmatikti, yürek burkucuydu. Gözaltı kampına konan bazı insanları da dinlemek çok üzücüydü ve anlatarak bu konuda bir şeyler yapılabileceğini umuyorum.
Konuşmanıza izin vermiyorlar. Seni duymak istemiyorlar. Hiç kimse İngilizce konuşamıyordu. Tanrıya şükür İlyas yanımdaydı, çünkü İlyas yanımda olmasaydı çok daha uzun süre orada kalacağıma eminim. Bana ismimle bile hitap etmiyorlardı. ‘Portekizli’ diyorlardı. Korkunçtu. Sadece eşcinsel göründüğüm için tutuklandığıma inanamıyorum. Bunun Türk halkının başına muhtemelen her zaman geldiğini düşününce… Bu delilik. Ülkedeki geylere nefret dolu, zararlı muameleler yapmak için fırsatları var. Kimse bunu hak etmiyor. Bir tatilin hayatımın en büyük kâbusuna dönüşmesi korkunç.
‘Akıl sağlığım için endişeliyim’
Ben bir öğretmenim. Hukuki yollara başvurmak için maddi imkânlara sahip değilim. Birinin bu durum için adalet sağlamama yardım edebileceğini umuyorum. Avrupa Mahkemesi’ne gitmem için tavsiye verildi, ama durum şu ki, ben bir öğretmenim. Şimdi gideceğim tüm terapilerin parasını kendi başıma ödemek zorundayım. Yaşadıklarımın yarattığı travmayı geçirmeye yönelik ilaçlar için para ödeyeceğim. Üstelik avukat için ödeme yapmam ve hâlâ tam zamanlı bir işte çalışmam gerekiyor. Beni temsil edebilecek ve durum için bir tür adalet bulmama yardım edebilecek bir avukat bulabileceğimi umuyorum. Özellikle de beni sebepsiz yere döven polisler için. Bu konuda adaletin sağlanmasını istiyorum. Bir şekilde Türk hükümetine dava açabileceğimizi umuyorum. Sorun şu ki, çok az şey biliyorum. Böyle bir şeyin başıma geleceğini hiç düşünmemiştim, bu yüzden bu tür şeyler hakkında hiç araştırma yapmadım. Şimdi oturup bunu nasıl yapacağımı düşünmek zorundayım. Bana yardım etmek için ulaşan bazı insanlar oldu, insanların bu durumla ilgili yasal olarak bana tam anlamıyla yardımcı olabilmesi için tanrıya dua ediyorum.,
Uzun vadeli akıl sağlığım için gerçekten endişeliyim. Bunun yakında düzeleceğini umuyorum. Gecenin bir yarısı kaygı nöbetleri geçirerek uyanıyorum. Evde oturup 3-4 saat boyunca ağlayarak bunun olmadığına inanmaya çalışıyorum. Çok şok ediciydi. Gerçekten durum hakkında biraz adalet sağlamak istiyorum. Durumun çözülmesi için gereken her türlü yardımı alacağım.
İstanbul’a gitmeden önce birçok ülke gezmiştim. Brezilya’dan Madrid’e, Barselona’ya, sonra da Prag’a gittim. Açıkçası o kadar şehir arasından beni en çok heyecanlandıran yer İstanbul’du. Herkes yemeklerin ne kadar harika olduğundan, mimarisinin ne kadar güzel olduğundan, şehrin ne kadar büyüleyici olduğundan bahsetmişti. Yurt dışında Türklerle tanıştım. Her zaman nazik, güzel ve misafirperver insanlardı. Bu ülkeye dair inanılmaz bir yer olduğuna dair bir izlenimim vardı. Gerçekten gitmek istediğim bir yerdi. Yalnızca bir buçuk gün deneyimleyebildim. Çok güzel olduğunu düşünmüştüm. Planladığım seyahat programının bir sonraki bölümünü göreceğim için çok heyecanlıydım. Şehri bir buçuk gün gezdikten sonrası hayatımın en büyük kâbusuna dönüştü. Türk halkı hakkında değil, daha çok Türk hükümeti ve polisi hakkında izlenime sahibim. Güç otoritesine sahipler. O kadar güçlü olduklarını düşünüyorlar ki, onlara göre övülmeleri gerekiyor. Onlara kıyasla çok küçüksün. Çok korkutucu. Türk eşcinseller için üzülüyorum. Bir şeylerin değişeceğini umuyorum. Türkiye’deki insan hakları muamelesi dehşet verici.
‘Eşcinsel olmak kendi başına mücadele’
Türk LGBTİ+’lar mücadeleye devam etmeli. Sesimizin duyulmasını sağlamamız gerekiyor. İnsanların düşünmesini sağlamamız ve bir heteroseksüel olarak böyle bir şey onların başına gelse bunun iyi olmayacağını fark ettirmemiz gerekiyor. Mücadeleye devam etmeliyiz. Haklarımız var. Eşcinsel olmanın kendi başına mücadele olduğunu anlamamız gerekiyor. Ailelerimize açılmalıyız. Artık bizi kabul etmeye çalışan bir toplumumuz var. 2023’te hâlâ anlaşılması bu kadar basit olan bir şeyle mi uğraşıyoruz? İnsanlar kimi sevmek istiyorlarsa onu sevebilirler. Bunun için neden kötü muamele görüyoruz? Umarım eşcinsel topluluğu bir arada kalır ve hak ettiğimiz haklar için uğraşır. Türk gey topluluğunun mücadeleye devam etmesi gerekiyor. Tutuklanmak anlamına gelse bile, bunun uğruna mücadeleye devam edeceğimiz bir şey olduğunu göstermeliyiz. Ne pahasına olursa olsun bunu yapmamız ve bir şeyler değişene kadar devam etmemiz gerekiyor.
Hikâyemin olabildiğince duyulmasını istiyorum. Her şey eşcinsellerin hakları için ve umarım dünya bunu, topluluğumuzu nasıl kurtarabileceğimizi ve topluluk içindeki herkesi nasıl koruyabileceğimizi duyabilir. Çünkü biz adaleti ve eşitliği hak ediyoruz.