Tarihine baktığımızda en acılı, en kederli, en karanlık zamanlarda bile insanın sanatla hayata bağlandığını görürüz. Henüz pandemi tamamen sona ermemişken, üstüne bir de resmi verilere göre onbinlerce cana mal olan korkunç depremlerle sarsıldığımız şu günlerde, sanatın sorgulayıcı gücüne ihtiyacımız var.
2014 yılında, “Sanat parayla alınıp satılan bir meta değildir” diyerek yola çıkan Tiyatro BAB, tiyatroyu kazanç elde etmek amacıyla yapmıyor. Shakespeare’in Macbeth’ini farklı bir rejiyle tiyatroseverlerin karşısına çıkarmayı planlayan topluluk, Othello ve Martı gibi En İyi Erkek Oyuncu adlı yeni oyunlarını da ücretsiz olarak seyirciyle buluşturuyor.
Oyunu, yazarı ve yönetmeni Nazım Uğur Özüaydın, oyuncuları Barlas Kartal ve Bergen Coşkun Özüaydın ile konuştuk. Sezon sonuna kadar, Üsküdar Sahne Hane’de seyirciyle buluşmaya devam edecek olan En İyi Erkek Oyuncu, Hybris’in yani kibrin ve kibrin pençesindeki Adem’in, yani insanın hikâyesi.
Doç.Dr Nazım Uğur Özüaydın, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Anasanat Dalı’nda öğretim üyesi. Bergen Coşkun Özüaydın, Maltepe Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Felsefe Bölümü ve İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde öğretim üyesi. Barlas Kartal, İstanbul Aydın Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü Tiyatro Yönetmenliği Programı’nda yüksek lisans öğrencisi.
‘Kendini üstün görmeye giden yol’
Yazıp yönettiğiniz En İyi Erkek Oyuncu adlı oyun nasıl doğdu, nasıl bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıktı? Ve neden erkek oyuncu?
Nazım Uğur Özüaydın: Aslında bu oyun, konservatuvar yıllarımdan hatta konservatuvara girmeden önce oyuncu olmaya karar verdiğim andan itibaren kendimde ve oyuncu arkadaşlarımda gördüğüm “en iyi olma isteği”nden doğan, ama zamanla egoya, kibre, kendini üstün görmeye kadar giden ve en ufak bir başarısızlığa bile tahammül edemeyen bir ruh halini gözlemlemiş olmamdan; dikkatli olunmazsa, bu ruh halinin kişinin kendisine ve çevresindekilere akıl almaz zararlar verebileceğini, kişiyi ve çevresindekileri çok mutsuz edeceğini anlamamdan kaynaklandı.
Zamanla, işini iyi yapma isteğinin ötesinde, başarılı olma arzusunun yıkıcı bir hırsa dönüşerek, bir tür kendine hayranlığa yol açtığını, bunun yapılan işin ve yapılan işten alınan hazzın ötesine geçtiğini ve bu durumun sadece oyunculukta değil, her meslekte az ya da çok olduğunu gördüm. Özellikle son yıllarda işin içine herhangi bir konuda “ünlü olmak” için sosyal medyada çok fazla yer almak ve beğeni almak düşüncesi de eklenince neredeyse ünlü olmanın kendisi bir iş haline geldi ve bu da oyunculukta ya da başka bir meslekte yapılan işin önüne geçer oldu.
Bir yanda insanın inanılmaz hırsı ve egosu, diğer yanda sosyal medyada fenomen olma sevdası bir araya gelince de hem mutsuz insanlar hem de kalitesiz işler ortaya çıkmaya başladı. Ben de bu oyunda, insan ve onun bitip tükenmek bilmeyen egosu arasındaki mücadeleyi, bir oyuncunun en iyi erkek oyuncu olma hırsı üzerinden anlatmaya çalıştım.
Oyunun adına gelecek olursam: Kuşkusuz ki bu kibir, ego ya da “hybris” dediğimiz sadece erkeklere değil, kadın-erkek her insana özgü. Ancak ben kendim bir erkek oyuncu olduğum ve bütün bunları yaşadığım için, aynı zamanda başrol oyuncumuz bir erkek olduğu için ve bir de örneğin Oscar Ödülleri’nde veya oyunculukla ilgili aklınıza gelebilecek her törende ödüller kadın ve erkek olarak kategorilere ayrılarak verildiği için oyunun adının En İyi Erkek Oyuncu olmasını istedim. Çünkü oyunculukta “En İyi Oyuncu” diye bir kategori yok, illa ki bir cinsiyet kategorisi var. Bu da ayrıca tartışılabilir tabii.
Küçücük de olsa bir rol alabilmek, sahneye çıkabilmek için çırpınan bir tiyatro öğrencisinin (Adem) zamanla “Beğenilen, hayran olunan, övülen, yüceltilen, tapılan ben olayım. Herkes unutulsun, ben hatırlanayım” diyen, şan-şöhret gibi araç değerlerin peşinden koşan, hırslı, egoist bir oyuncuya dönüşünü izliyoruz oyunda. En iyi erkek/kadın oyuncu olmak hevesi, arzusu, hırsı üzerine konuşabilir miyiz?
Barlas Kartal: Bir kişinin herhangi bir konuda en iyi olmak istemesi toksik bir yerden ele alınmadığında başarıya götürebilecek tek motivasyon aslında. En iyiyi hedefleyen kişi ona göre kendini geliştirmeye çalışır ve zorlar çünkü. Fakat bu en iyi olma hırsı bir güç zehirlenmesine zemin hazırlayacak bir tona dönüşürse, bu sefer olabilecek en kötü yola sokar ve yıkıma götürür. Bu nedenle kişi, en iyi olmak için elinden geleni yaparken bunun tehlikeli olabilecek yan etkilerini ekarte edip, sadece yaptığı işe odaklanmalı.
Oyunculuk sanatı, bir gösteri sanatı olduğu için beğenilmeyi beklemek en olağan durumdur tabii ki. Ancak sadece bu beklenti olduğunda, az evvel bahsettiğim toksik bir ruh haline sokar kişiyi ve beğeni-ün kazandıkça kişinin kendisini herkesten üstün görmesine neden olur. Böylece en iyi olmak yerine, kişiyi en itici ve en yalnız birine dönüştürür. Çünkü kendini herkesten üstün gören kişi en yalnız kişidir. Zavallıdır.
‘Hybris’le tanışma’
Oyundaki Adem ve Hybris, insan ve egosunu ya da insan ve onun kötücül, şeytanî yanını simgeliyor aslında. Hybris Yunancada kibir, küstahlık anlamına geliyor. Aslında tiyatro, edebiyat, resim, müzik, yani sanat, tıpkı felsefe gibi insanlaşmamıza katkı sunan insan başarıları. İçimizdeki Hybris’le, egoyla baş etmede sanatın ve felsefenin rolü üzerine neler söylersiniz?
Bergen Coşkun Özüaydın: Aslına bakarsanız kimi filozoflar var ki sanatın –ama belirli türden sanatın– insanın üzerinde hiçbir iyileştirici ve dönüştürücü rolü olmadığını düşünür. Hiç kuşkusuz tek bir oyun izlemekle, tek bir kitap okumakla insan tamamen değişmez, ama bazen tek bir kitap ve tek bir tiyatro oyunu bile insan için olumlu anlamda bir değişime giden yolu açabilir. Ben, bu noktada yüzümü Aristoteles’in Poetika’sına dönüyorum ve ne olursa olsun, sanatın, ama özellikle de tiyatronun yarattığı katharsis etkisiyle, bizi olumlu anlamda değiştirdiğini ve dönüştürdüğünü görüyorum. Hatta öyle ki bir adım daha ileri giderek sanatın, tiyatronun sadece alımlayıcısı için değil sanatçı, oyuncu için de bir tür katharsis/sağaltım gerçekleştirdiğini düşünüyorum. Oynadığınız ya da izlediğiniz oyundaki karakterin yaşadığı insansal durum her ne ise siz de onunla birlikte yaşıyor ve ona tanıklık ediyorsunuz. Örneğin bizim oyunumuzda Adem’le birlikte siz de Hybris’le tanışıyorsunuz, o doymak bilmeyen egonun, kibrin ve hırsın yaşattığı ıstırapları yaşıyorsunuz. Bu tanıklığın, insanda bir değişim başlatmaması ve yaratmaması bence imkânsız. Felsefe ve sanat/tiyatro sanatı ruhumuzu inceltiyor ve bize kendi aydınlık/karanlık taraflarımızı göstererek daha iyi insanlar olmamıza yardımcı oluyor. İster oyuncu, ister seyirci olalım. İster kendimiz felsefe metinleri yazalım, ister okuyalım.
Günümüzde bir oyuncunun ya da herhangi birinin değeri, ünü (!) sosyal medyadaki takipçi sayısıyla ölçülüyor adeta. Bazı işe alımlarda, iş görüşmelerinde Hybris’in Adem’e sorduğu gibi “Kaç takipçin var?” diye soruluyor insanlara. Takipçi sayısı değer ölçütü kabul edilip, böyle bir ölçütle oyuncuya/oyuna değer biçiliyor olsa da oyuncunun/oyunun gerçek değeri nasıl ölçülür, doğru değerlendirme nasıl yapılır sizce?
Barlas Kartal: Bir oyuncunun değerinin sosyal medyadaki takipçi sayısının azlığı ya da çokluğu ile ölçülmesi tabii ki son derece mantıksız ve yanlıştır. Sanatçının ortaya çıkardığı işin değeri, seyirci üzerinde uyandırdığı tatmin ve düşünsellik ile ilgilidir bana göre. Tabii seyircinin beklentisi ve algısı da çok değişken olabilir. Ama ortada gözden kaçmayacak olan sahicilik hissidir. Oyuncu seyirci üzerinde bu etkiyi gerçek kılabilir ise o performans kendi değerini zaten belli eder. Gerçekten iyi olan oyunculuk, tepkiler farklı noktalardan gelse bile seyirciyi kıskacına alır ve değerini orada belirler.
‘Burası Norveç mi?’
Bu oyun da tıpkı Othello ve Martı’nın temsilleri gibi, “Sanat parayla alınıp satılan bir meta değildir” denilerek ücretsiz gerçekleştirildi, gerçekleştiriliyor. Sahne sanatları ve sanatçılar, COVID-19 salgınından en çok etkilenenler arasında yer alıyor. Tiyatroların salon kiralarını ödeyemez hale geldiğini, dijital perdelerin açıldığını biliyoruz. Bu durumla nasıl başa çıktınız?
Nazım Uğur Özüaydın: Biz, Tiyatro BAB olarak, ilk kurulduğumuz 2014 yılından itibaren, tiyatroyu kazanç elde etmek amacıyla yapmıyoruz. Sanatın ticarileştirilmesine tamamen karşıyız ve dileyen herkesin sanata ulaşabilmesi için çalışıyoruz. Ancak bu elbette kolay değil. Ben İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Anasanat Dalı’nda oyunculuk hocasıyım ve maaşımın bir kısmını bu iş için harcıyorum. Bana “Sen ne yapıyorsun böyle? Deli misin, neden cebinden para harcıyorsun? Burası Norveç mi?” diye soranlar oluyor. Elbette Norveç değil, ama sanatla buluşmak herkesin hakkı. Norveçli olmayanların da… Birilerinin elini taşın altına koyması gerek. Bu sene Üsküdar’da oynuyoruz. Üsküdar Sahnehane ekibi, başta, ekibin başındaki Can Tartöp ve Ümmühan Kıldiş olmak üzere, bize kapılarını açtı ve seyircimizden ücret almadığımız için, sahnelerini son derece uygun bir rakama kiraladı. Onlar da elini taşın altına koyanlardan… Yani, bana “Burası Norveç mi?” diyenlere, “burada da sanat herkese ulaşsın diye uğraşan ve birbirlerine destek olan sanatçılar var. Burada da sanat var” diye cevap veriyorum.
Biz zaten oyunlarımızdan gelir elde etmediğimiz için pandemiden maddî olarak etkilenmedik, ancak sahneye çıkamıyor olmanın yarattığı umutsuzluk ve mutsuzluk bizi de etkiledi. Buna bir de diğer tiyatroların ve tiyatrocu dostlarımızın içinde bulunduğu durumu düşünmek eklenince elbette pandemide bizim de canımız hayli sıkıldı. Diliyorum ki o günler bir daha gelmemek üzere geride kaldı.
Oyunlarda genel olarak sade, yalın bir sahne söz konusu olmakla birlikte, dekor değil oyuncuların performansı ve sağlam bir metinin varlığı dikkat çekiyor. Sahne arkasında neler oluyor: Işık, ses, dekor, kostüm hazırlıkları ve ekipten bahseder misiniz? Ayrıca yeni planlar, projeler var mı?
Nazım Uğur Özüaydın: Ben tiyatronun Antik Yunan’daki o ham formunu seviyorum ve oyunlarımda da onu kullanıyorum. İyi bir metin, ustalıklı bir reji, yetenekli bir oyuncu ya da oyuncular ve sahne: Tiyatro için bu kadarı yeterli. Bir de ve en önemlisi seyirci elbette. Dolayısıyla ekibimiz benden, oyuncu arkadaşlarımdan ve sahne amirimizden oluşuyor. Hemen her şeye birlikte karar veriyoruz, ama yönetmen olarak benim biraz daha sözümün geçtiğini itiraf edebilirim. Provaları da çok uzunca bir süre evde yapıyoruz. Kostümleri de birlikte seçiyoruz. Dekorumuz hemen her oyunumuzda yok denecek kadar az, dekordan ziyade aksesuvara önem veriyoruz rejide. Dolayısıyla oyunlarımızda ön planda olan oyunculuklar ve reji.
Bu sezon “En İyi Erkek Oyuncu” oyunumuz devam edecek. Seneye de bu oyunu seyircisiyle buluşturmak istiyoruz. Ama ayrıca Shakespeare’in Macbeth’ini de çok farklı bir rejiyle tiyatroseverlerin karşısına çıkarmayı planlıyoruz.
‘İyi insanların elinde bilim…’
Pandemi henüz tamamen sona ermemişken depremlerle sarsıldık. Sanatın insan ve insan dünyası için önemi üzerine neler söylersiniz?
Bergen Coşkun Özüaydın: Sanat, insanın kendi varlığını anlamlandırma, anlama ve bunları aktarma yollarından biri, hatta bu yollar içinde en etkilisi. Hayatı olduğu haliyle kabul etmeyip güzelleştirmeye ve iyileştirmeye çalışmak sanat. Hannah Arendt, zor zamanlarda dünyayı çöle benzetir ve böylesine kötü bir dünyada sığınacak vahalardan söz eder. Bunlar dostluk, sevgi, felsefe ve sanattır. Deprem, ne acı ki insanı tam da Arendt’in dediği gibi insanı yurtsuzlaştıran ve dünyayı çölleştiren bir felaket. Binlerce insanın hayatına mal olan, akıl almaz acılara yol açan böylesi bir felaket karşısında, sanat da ilk anda çaresiz ve sessiz kalıyor ne yazık ki… Ama geride kalanlarımız için hayat devam edecek, yaralar sarılacak, teselliler bulunacak. Bulunmalı. Sanat, insanın acıları karşısında en büyük tesellilerden biri, hayatı güzelleştirmenin ve yeniden yaşamaya değer kılmanın yolu. Bu korkunç yıkım karşısında sanata, felsefeye ve bilime sığınmamız gerek. Sanat ve felsefe bize iyi insan olmayı hatırlatacak, iyi insanların elinde bilimin yaptığı binalar yıkılmayacak. Sanıyorum ki bunun tek yolu bu.
Biz de Tiyatro BAB olarak, hem kendimiz hem seyircimiz için vahalar yaratmaya, hem kendimize hem seyircimize teselli vermeye, insan olmanın anlamını düşünmeye ve düşündürmeye devam edeceğiz.