Türkiye sinemasının son birkaç yılını tanımlayacak bir kelime arayışına çıkacak olsak en yakışanı ‘kriz’ olurdu. 2017 ve 2018 yıllarında 70 milyonu aşan seyirci sayısıyla zirvesini gören sinema endüstrisi pandemi öncesinde yani 2019 sonunda, 10 milyon seyirci kaybetmişti zaten. Üzerine bir de pandemi eklenince bu darbenin etkisi daha da büyüdü. Sektör 2022 yılını 36 milyonun biraz üzerinde seyirciyle kapattı.
Öte yandan bakanlık desteklerinin başladığı 2004 yılından itibaren yükselişe geçen ‘sanat sineması’ da son yıllarda eleştirilerin hedefinde. Yeni ve heyecan uyandırıcı filmlerin sayısı giderek azalırken, Türkiye yapımı filmlerin önemli uluslararası festivallerdeki temsiliyeti yok denecek düzeyde. Bazı yıllar bu festivallerin (Cannes, Venedik, Berlin vb.) hiçbirinde Türkiye’den film yer almıyor. Oysa on yıl önce hemen her uluslararası festivalde Türkiyeli yönetmenler boy gösteriyordu. Bunda söz konusu festivallerin yaklaşımının payı kadar, sinemamızın durumunun da etkisi var. Hazır seçim sath-ı mailine girmiş, içinde bulunduğumuz ‘yeni Türkiye’nin yerine ‘yepyeni bir Türkiye’ inşa edilme fırsatı da ortaya çıkmışken “Sinema nasıl kurtulur?” sorusunu sorup, kendimizce birkaç cevap verelim. Belki “siyasilerden” birileri not eder.
Yerli yapımlar ve seyirci sayısı
Ama önce girişte çizdiğim manzarayı biraz açalım. Sinema ‘ticari bir iş’ bunu kabul etmek lazım. Pahalı bir sanat. Bugün en ucuz film 2-3 milyon TL’den aşağıya yapılamıyor. Haliyle bu filmlerin seyirci tarafından izlenmesi, televizyonlar, dijital platformlar tarafından satın alınması gerekiyor ki, bir sonraki yapımlar için kaynak yaratılabilsin. Yazının başında da belirttiğim gibi işin bu tarafı birkaç yıldır ciddi bir krize sürüklenmiş durumda. 2018-2019 yılları arasındaki on milyonluk seyirci kaybının tamamının yerli yapımlardan olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak krizin derinliği daha da anlaşılır. Birkaç yıl öncesine kadar en çok izlenen on film listesinin tamamı yerli yapımlardan oluşurken şimdi tıpkı 1990’larda olduğu gibi yeniden Hollywood egemenliği boy gösteriyor boxoffice listelerinde. Ama Türkiye sinemasını asıl ayakta tutan her zaman yerli yapımlara giden seyirci oldu.
Yıllardır seyircileri kötü yapımlarla istismar eden bir avuç yapımcı gerçek bir krize giriyordu ki, pandemi yetişti. Pandemiyle birlikte dijital kanalların hızla büyümesi, Türkiye yatırımlarını artırması sinemalara gişe filmi, ana akım kanallara televizyon dizisi yapan bu yapımcıların imdadına yetişti. Çünkü dijital platformlar garanti para, sürekli iş demek. Bu platformların hızlıca Türkiye televizyonlarına ve ana akım sinemasına benzer içerikler üretme kolaycılığı ayrı bir tartışma konusu. Ama bu kolaycılığın da fazla yol kat edemeyeceğini not düşelim şimdilik.
Seyirci sayısında düşüş demek, salon sayısında ve dolaysız bir şekilde film sayısında da düşüş demek haliyle. Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar gibi gişede büyük seyirci çeken oyuncuların, BKM gibi yapımcıların dijital mecralara yönelmesi ve yapılan açıklamalara göre önümüzdeki dönemde de bu alanda içerik üretecek olmaları sinema salonlarını hayli zorlayacak gibi görünüyor. Buna bir de pandemi sonrası seyircinin salonlara dönme konusundaki isteksizliğini eklediğimizde vizyona giren filmlerin de batma ihtimali yüksek. Tabii ekonomik krizi de eklemeden geçmeyelim. Boxoffice Türkiye sitesinin verilerine göre 2022’de 18.5 TL olan sinema bileti ortalama fiyatı, şu an itibariyle 68.5 TL çıkmış durumda. Bu fiyatlarla sinema salonlarına gidecek seyirci bulmak daha da zorlaşacak. Üstelik bir sinema bileti fiyatına aylık dijital platform üyeliği satın alma şansı varken…
Devlet destekleri ve sanat sineması
Gelelim ‘sanat sineması’nın içinde bulunduğu duruma. 2004 yılında çıkarılan 5224 sayılı kanunla sinema filmlerinin desteklenmesine başlanmıştı. Sektör temsilcilerinin ağırlıkta olduğu bir kurul tarafından, başvuran projeler incelenerek dağıtılan bu kaynak yepyeni bir yönetmen kuşağını da beraberinde getirdi. Bu filmlere verilen destekler için aktarılan kaynak ise sinema biletlerinden alınan verginin bir bölümünden geliyordu. Desteklere paralel olarak kaliteli film sayısı da arttı. Uluslararası önemli festivaller Türkiye sinemasına yüzünü döndü, her festivalde filmler boy gösterdi. Ancak Gezi ayaklanması, ardından darbe girişimi, tek adam rejimi derken bu desteklerin ölçütleri de değişti. Önce bakanlığın adı konmamış ve kabul edilmemiş bir ‘kara listesi’ olduğu anlaşıldı. Sonra kanunda bir düzenlemeyle destekleme kurulunun yapısı bakanlık lehine değiştirildi. Ardından ‘kırmızı çizgiler’ ilan edildi. Üstüne hızla artan maliyetler karşısında bakanlığın verdiği destek çok az kalmaya başladı. Son olarak da bir kararnameyle sinema biletlerinden alınan vergi kaldırıldı. Böylece sinema desteklerine aktarılan kaynak yok edildi. Bunun yerine nereden kaynak bulanacağı da henüz netleşmiş değil.
Bakanlık desteklerinin şöyle bir kötü yan etkisi oldu bence. Çoğu zaman karşılıksız olan bu desteğin varlığı, söz konusu filmlerin seyirciyle nasıl buluşacağı sorusunu havada bıraktı. Bu filmlerin seyirciyle buluşmasında sıkıntılar baş gösterdi. Az salonda, seyirciden uzak yerlerde kendilerine alan bulabildiler. Haliyle seyirciden gelir elde edemeyen sanat filmleri giderek bakanlık desteğine bağımlı hale geldi. Destek alamayan yönetmenler film çekmekte zorlandı. Hak etmeyen projelere verilen destekler sonucunda da ortaya hayli kötü filmler çıktı ve sanat sinemasının vasatı hayli aşağılara çekildi. İşin ilginç yanlarından birisi bakanlığın büyük yapımcısı olduğu bu filmlerin seyirciyle buluşması için hiçbir şey yapmaması oldu. Yani para koyduğu filmlerin sinema salonlarındaki gösterimleri için bir düzenleme, teşvik koymadığı gibi, tamamen piyasanın insafına terk etti onları. Piyasanın buna cevabı tekelleşmek ve sanat sinemasına salonları kapatmak oldu tabii ki.
Bugün Türkiye sinemasında seyircinin yarısını büyük bir sinema zinciri topluyor. Dört büyük dağıtım şirketi piyasanın yüzde 90’ından fazlasına kontrol ediyor. Dolayısıyla bu dağıtım şirketleri ya da sinem salonlarının kabul etmediği hiçbir filmin seyirciye geniş çaplı buluşmasının olanağı yok. Böylesi bir tekelleşmenin dünyanın hiçbir yerinde olmadığını not düşerek bitirelim bu bahsi.
Peki, ne yapmalıyız?
Sinema nasıl kurtulur?
Örgütlenme ve siyasi muhatap
Öncelikle, büyük küçük ayırmaksızın sinemanın bütün bileşenlerinin temsil edildiği bir sinema konseyi vb. örgütlenme yaratmak gerekiyor. Yapımcılardan set emekçilerine kadar bütün sektörün temsil edildiği ve sorunlara birlikte çözüm arayıp, yöneticiler üzerinde baskı kurabildikleri bir yapı olmalı bu. Ama sadece sektörün endüstriyel işleyişini değil, aynı zamanda sinema kültürünün inşa edilmesi, film izleme alışkanlıklarının çeşitlendirilmesi, ilkokuldan itibaren çocukların sinemayla güçlü bağlar kurabilmesi için de projeler üreten bir oluşum olmalı bu. Böylece tek boyutlu filmlere mahkûm edilmiş değil, her türden filmi talep eden ve izleyen bir seyirci kuşağı yaratılabilir.
Tıpkı diğer sektörlerde olduğu gibi bu alanda üretim ve gösterim yapan şirketler teşvik edilebilir. Ancak halihazırda devam eden fiili tekel durumuna son verecek, küçük yapımcıların ve sinema salonlarının da hayatta kalmasını, büyümesini sağlayacak düzenlemeler ivedilikle yapılmalı.
Öte yandan bakanlık desteklerini belirleyen kurumun tamamen özerkleşmesi ve sektör temsilcilerinden oluşması önemli bir adım olacaktır. Bakanlık temsilcilerinin azınlıkta hatta gözlemci olarak bulunabileceği bu kurul aynı zamanda destek verilen filmlerin üretim ve gösterim süreçlerinin de sağlıklı bir şeklide işlemesi için sorumluluk almalıdır. Çözümler üretmelidir. Kısa, belgesel ve kurmaca dallarında yenilikçi arayışları teşvik eden bir kurul olmalı aynı zamanda…
Kamu fonlarının yanı sıra özellikle de genç sinemacıların projelerinin desteklenmesi için sivil fonların kurulması desteklenmeli, bu projelerin hayata geçirilmesi teşvik edilmeli.
Ulusal film festivallerinin yerel yönetimlerin keyfiyetinden çıkarılması, kurumsal ve bağımsız bir yapıya kavuşması için gerekli düzenlemeler yapılmalı. Festival çeşitliliği ve dağılımı konusunda özel planlamalar hayata geçirilmeli.
Set emekçileri başta olmak üzere sektörün bütün bileşenlerinin örgütlenmesinin önü açılmalı. Bu örgütler setlerdeki çalışma koşulları hakkında söz sahibi olmalı. Yaptırım gücü yasal düzenlemelerle garanti altına alınmalı.
Bu liste daha da uzatılabilir. Bunlar bir sinemasever, sektörü yakından takip eden bir gazeteci olarak benim ilk elden gözlediklerim. Seyirciler de dahil olmak üzere sektörün bütün bileşenlerinin bir araya geleceği bir yapılanma öncelikli ihtiyaç. Tabii buradan gelecek öneri ve talepleri ciddiye alacak bir siyasi muhatap (iktidar) da şart.
Dilerim 2023, yukarıda sıraladıklarımın ve daha fazlasının birer temenni olmaktan çıkıp gerçekleşmeye başladığı bir yıl olarak anılır.
#Devlet desteği#Gişe#Sanat sineması#Seyirci sayısı#Sinema#Türkiye sineması#Yerli yapımlar