Hangi lider ne söylüyor, neyi nasıl ifade ediyor? Bu yazı yazılırken seçimlere tam 14 gün var. İktidarın henüz açılış törenleri dışında –ki bu açılışların birer kamu hizmeti olduğunu akılda tutarak– henüz mitinglere, meydanlara yüklenmemiş olması geçmiş yıllardan farklılaşan önemli durumlardan birisi. Kaldı ki, kamu hizmetlerinin birer siyasal propaganda mecrasına dönüştürülmesi ne ilk ne de son olsa da bu denli yoğun kullanılması eşitsiz ve dolayısıyla haksız bir yöntem. Diğer seçimlerde de kamunun iktidar tarafından ölçüsüz biçimde araçsallaştırılmasına defalarca tanıklık ettik.
Yine bu dönemde yaşadığımız başka ilkler var. Örneğin mitingler. Muhalefet iki güçlü belediye başkanını sahaya sürerek miting rekoru kırıyor. Neredeyse sahaya çıkılmayan il kalmayacak. İktidar cephesinde ise açılış törenlerinin dışında birkaç miting gördük, ki AKP’nin temel dinamiklerinden birisi sahadaki şahlanışı olmuştu bu seçime kadar.
Böylesi kadersel bir seçimde açılışlardan öteye gidilmemesi bir irtifa kaybı mıdır yoksa farklı bir strateji mi bilemiyoruz. Kadersel diye niteliyoruz, çünkü bu defa baskının resmileştiği, giderek artacağı, kurulan otoriter – muhafazakâr ittifak ağıyla tüm azınlıkta kalanların (kültürel, cinsel, düşünsel, inançsal vb) düşmanlaştırıldığı bir şimdi ve gelecek vaadi geliyor. Bu yazının amacı biraz iki liderin (Kılıçdaroğlu ve Erdoğan) söylemlerine ve sloganlarına odaklanmak. Geçmişin deyimiyle propaganda, bugünün ifadesiyle siyasal iletişimi bakımından her iki liderin kısa bir karşılaştırması gibi okunabilir.
Erdoğan’ın dili
Geçen haftadan beri (yani seçime son üç hafta kala diyebiliriz) bir anda iktidarın propagandası arttı, ki ona kadar, basit bir tanıtım videosundan öteye gitmeyen cılız bir seslendirmeyle yapılmış powerpoint sunusunu andıran reklam spotu vardı. Oysa son üç haftaya girince ekranlarda, sosyal medyada, dış reklam alanlarında her yerde gözümüze çarpar oldu. Erdoğan’ın iletişim dilinde bu defa “haydi bir daha” vurgusu yerine kötü gidişatın kabulü yatıyor ve o nedenle iyileştirme, düzeltme vaatleri öne çıkıyor. Öyle ki, doğalgaz faturaları sıfırlanıyor, Türkiye ekonomisi şahlanıyor, enflasyon tek haneye iniyor, bazı esnafa ÖTV muafiyeti, yollar ve köprülere devam, evleneceklere faizsiz krediler geliyor, vatandaşlık maaşı uygulaması başlatılıyor gibi. Erdoğan’ın propagandasında tüm dijital pazarlama imkânlarının seferber edildiğine şahit oluyoruz. İktidarın ana akım televizyon kanallarında verdiği reklamlar çeşitlenmeye başladı. Milliyetçilere terör vurgusuyla, solculara Nâzım alıntısıyla, gençlere teknoloji vaadiyle, yoksula faturalar yoluyla ulaşmak hedefleniyor. Odağında “Türkiye Yüzyılı” teması vurgulanıyor. Ana slogan ise baskın bir erillikle “Doğru zaman doğru adam”. Akla Toby Clark’ın ‘‘Sanat ve Propaganda’’ kitabındaki tespiti düşüyor: “Bütün devlet propagandalarında olduğu gibi faşizm de dinleyici kitlesine tek bir mesaj yöneltmemiştir. Propagandanın içeriği ve yöntemleri değişik toplumsal grupların çıkarlarına hitap edecek şekilde farklılaşmıştır.”
Kılıçdaroğlu’nun dili
Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun kısa videoları, Tiktok çabası, kara tahtası ve özellikle olağan dışı izlenme sayısına ulaşan Alevilik videosunda vurguladığı eşit yurttaşlık algısı siyasetin iletişim dilini yeniden kuruyor. Samimiyet öne çıkan önemli ayrımlardan biri. Diğeri ise evin mutfağı. Basit, sade, önünde çay bardağı, arkasında bulaşık deterjanı olan evlerde her şeyin konuşulduğu ana mekân olan mutfak. Ocakta çay. Hepimizin evi gibi hepimizin masası gibi, ki bir mekân olarak mutfağın seçilmiş olması Kılıçdaroğlu’nun herkesi birleştirme çabasına ortak ettiği “sofra” metaforuyla da tutarlı. Çünkü sofralar mutfaklarda kurulur. Kılıçdaroğlu da o sofrayı mutfağında kuruyor. Bununla birlikte Kılıçdaroğlu, propagandasını var olan sorunlar üzerinden vaatler kurarak yürütüyor. Sloganı “Sana söz”, tam da yeşillenmek üzere umutların beklediği duyarlılığa sahip. Bir önceki seçimlerdeki “yeniden bahar” vurgusu da görsellerde atlanmamış, çiçeklenmiş ağaç dalı hafızaları tazeliyor. Belediye seçimleri (İstanbul ve Ankara Belediye Başkanlarına yüklenen yeni misyonla) nasıl kazanıldıysa bu defa da öyle olacak alt metnine sahip. Bu defa da kışın/karanlığın sonu bahar olacak, mayısta yeniden çiçek açacağız mesajını veriyor.
‘‘Doğru zaman doğru adam’’ mı yoksa ‘‘Sana söz’’ mü daha güçlü karşılığını bulacak, bunu 14 Mayıs gecesinde göreceğiz. Ancak ‘‘söz’’ün daha yatay bir ilişkiye işaret ettiği çok açık. Söz vermek eyleminde iki taraf vardır: söz veren ve söz verilen. Söz tutulmadığında hesap sorma hakkı vardır kişinin, adres bellidir. Sözün sahibi. Bu nedenle yatay bir iletişim diline sahiptir. Yurttaşlık temelinde buluşabildiğimiz bir sözün vurgusu iletişim dili bakımından daha samimi geliyor. Oysa “doğru zaman doğru adam” tek taraflıdır, yine doğru adamın karar verdiği bir durumdur. Tekliği içerir, hiyerarşiktir, eşitlik barındırmaz. Monologdur, diyaloğa kapalıdır bu nedenle hesap sorulamaz, onay ister, itaat ister.
Oscar Wilde’ın dediği gibi: “İlerleme itaatsizlik yoluyla kaydedilir, itaatsizlik ve başkaldırı yoluyla.”
#Doğru zaman doğru adam#Kemal Kılıçdaroğlu#Recep Tayyip Erdoğan#Sana söz#Siyaset dili